Semaver
Ali nihayet iş bulmuştu. Bir haftadır fabrikaya gidiyordu. Annesi de bu işe çok sevinmişti. Bugün de annesinin seslenmesi üzerine kalktı. Yataktan yemek odasına kucak kucağa geçtiler. Odanın içini kızarmış ekmek kokusu doldurmuştu. Semaver, ne güzel kaynardı.
Sabahları Ali’nin bir semaver, bir de fabrikanın önünde bekleyen salep güğümü hoşuna giderdi. Kahvaltısını yaptıktan sonra evden çıkıp duraktaki arkadaşları ile buluştu ve birlikte fabrikaya yürüdüler.
Ali’nin annesine ölüm, bir misafir, namazında niyazında başörtülü bir komşu hanım gelir gibi geldi. Sabahları oğlunun çayını, akşamlan iki kap yemeğini hazırlaya hazırlaya akşamı ediyordu. Arada bir yüreğinin kenarında bir kesiklik, bir ter, bir yumuşaklık hissediyordu, o kadar.
Bir sabah, daha Ali uyanmadan, semaverin başında üzerine bir fenalık gelmiş; yakın sandalyeye çöküvermişti. Çöküş, o çöküş…
Alî, fabrika düdüğünün sesine uyanıp, yatağından fırladı. Annesini görünce, uyuyor sandı. Omuzlarından tuttu. Dudaklarını, soğumaya yüz tutmuş yanaklarına sürdüğü zaman ürperdi.
Sarıldı. Onu kendi yatağına götürdü. Soğumaya başlayan vücudu ısıtmaya çalıştı…O gün akşama kadar ağlayamadı da… Nihayet, karşı komşuya haber verebildi…
Günlerce, evin boş odalarında gezindi. Bir türlü ağlayamadı…
Bir sabah yemek odasında karşı karşıya geldiler. O, yemek masasının üzerinde sakin ve parlaktı. Onu kulplarından tutarak, gözlerin göremeyeceği bir yere koydu. Kendisi bir sandalyeye çöktü. Bol bol, sessiz bir yağmur gibi ağladı. Ve o evde o, bir daha kaynamadı.
Sait Faik Abasıyanık Hikayeleri
Alemdağ’da Var Bir Yılan
Günlerden pazartesi. Yine vapurun alt kamarasındayım. Yine hava karlı, yine İstanbul çirkin. Hele yağmurlu günlerinde…
Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek… Bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor.
Güzel bir yer Alemdağı. Şu saatte, on beş metrelik ağaçları, Taşdelen’i, yılanı ile… Kış günü yılanlar inindedir, olsun. Taşdelen parmak gibi akar. Önce içimizi, sonra dışımızı yıkar. Su içmeye gelen bir tavşan, bir yılan, bir karatavuk, bir keklik, Polenezköy’den şerefimize kaçıp gelmiş bir keçi ile alt alta üst üste oynaşıyoruz.
Alemdağı güzel, Alemdağı. İstanbul çamur içinde. Taksi şoförleri su birikintilerini inadına insanların üzerine sıçratıyorlar. Kar inadına içimize içimize yağıyor…
Sarnıç
Dağın eteğine beyaz minareleriyle sarılmış bu şehrin lisesinde biz herhangi bir sınıftık. Herhangi bir son sınıf olduk. Bir gün ardımıza dönüp bakmadan başkalarına bıraktık…Biz ne kadar seviniyorduk!..
Sanıyorduk ki, önümüzde hayat… Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz… Birbirimizi liseden beri bırakmayan dört arkadaş, evlenmiştik ve aynı mahallede oturuyorduk… Çevremizde her şey aynı idi. Bazen iki arkadaş bir araya geldiğimizde okuldaki eski günlerimizi konuşurduk…
Harp zamanında idik… Anam bir sabah ekmeğin üstüne belli belirsiz tereyağ sürmüştü. Bütün ömrümce bolca tereyağlar sürülmüş ekmekler yedim, ancak o günkü lezzeti bir türlü unutamam… Gün geldi halkla aram bir uçurum gibi açıldı. Öyle lokantalarda yemek yedim ki, bir öğlen yemeği parasına beş kişi bir hafta doyardı. Etrafımda lavanta kokan beyaz kadınlar vardı. Herkes, her şey pırıl pırıldı. Ama neden her zaman küçük, mütavazi köşeler aradım? Dostlarımı, en sevdiklerimi bu çarşı içlerinin kara çocuklarından seçtim… Bir tezgâhta tülbent dokuyan narin bir kıza aşık oldum… Bir keçi kokusu sarmış ağıllarda çobanlarla arkadaş oldum.
Köylülerle beraber demir parmaklıklara asılıp içkili belediye bahçesinin içinden saz dinledim… Mahalle kahvesinde yirmi lira maaşlı posta dağıtıcıları, balıkçılar, dostsuz emeklilerle, altı kol İskambil oynadım. Dünya benimdi!
Mütamadiyen sual sorup hiçbir cevap alamadan evime döndüğüm akşamların birimde karımı oturmuş ağlar buldum. “Kart, ocağın mı yanmaz? Çorban mı tütmez? Hasta mısın?” “Efendi, sayende hiçbir eksiğim, gediğim yok. Ne açım, ne açığım, halime şükrederim. Yalnız anamı, babamı özledim..”
Karım, hali vakti oldukça yerinde İstanbullu babasını görmeye gideli neredeyse bir yıl oldu. Dönmedi. Babası bana birkaç satır yazdı:
“Muhterem Damadım,
Rızam olmaksızın sana varan sevgili kızım bana avdet etti. Çektiği sefaleti anlattı… Şimdilik karım göndermiyorum. Boşanmak istersen avukatım gelip seni görecektir. İstemezsen ben gelip seni göreceğim. Baki selam.”
Onun beni görmemesi için, dünyada yapmayacağım hiçbir şey yoktur.
Sait Faik Abasıyanık’ın Diğer Hikayeleri
Dülger Balığının Ölümü [oku>
Mahkeme Kapısı [oku>
Projektörcü [oku>
Yalnızlığın Yarattığı İnsan [oku>
Kayıp Aranıyor [oku>
Plajdaki Ayna [oku>
Havuz Başı [oku>
Bir Sonbahar Akşamı [oku>
Haritada bir Nokta [oku>
Kıskançlık [oku>
Çatışma [oku>
Karanfiller ve Domates Suyu [oku>
Mahalle Kahvesi [oku>
Alemdağ’da Var Bir Yılan [oku>
TESEEKKUR EDERIM COK GUZEL BIR SITE
çok güzel bununla daha çok ilgilenicem
Ama buralar eskisinden daha çöl Sait usta, sevgi bir serap gibi yayılırken ortalığa, anlık bir yanılsama, sevgisizlikse kol geziyor her yanda.
Merhaba ben afyon selamet kuran kursuda öğrenciyim bu site sayesinde yazarı araştırma yaptım
Güzel herşey de başak bir sitede kitaplarının ismi buradaki hikayelerin isimleriyle aynı . Bunu ben anlamadım ama yinede emeğe saygı bu kadar uğraşmışlar teşekkür ederim .
Ya çok teşekkürler.Ödevim vardı.Çok yardımcı oldunuz.Çok güzel bir site…
Alemdağ güzel hikayeymiş.
Alemdağ’da var bir yılan, eserinin sözcük türlerini (isim-sıfat-fiil) bakımından temin edebilecek olan var mı acaba?