Unutulmuş Yazılar: Ne can sıkıcı insan şu Freud! – Sait Faik Abasıyanık

Sait Faik AbasiyanikBir artistin kabiliyeti ne kadar çok ve ne kadar muhtelif olursa halkın dikkatini celbetmesi o nisbette zor olur. Çünkü bu muhtelif kabiliyetler birbirlerini tahdit ederler; ve yine birbirlerini karşılıklı tadil ederler. Elbette ki tadil edilmiş biribirinin içinde erimiş kabiliyetler, öteki mübalâğacı ve müfrit kabiliyetten daha az kendini gösterir. Kendini şurada fevkalâde zengin gösteren sahife başka bir taraftan el atılınca çok fakirdir. Böylece söyliyecek sözümüz az olduğu zaman onu bağıra çağıra anlatmak hiç de güç bir şey değildir. İfrat daima bir kıtlığı işaret eder. Asıl varlık, asıl bolluk bir nevi muvazeneyi de beraberinde sürükliyen eserdedir.

Onun Amerikasını Onsuz Keşfetmek Pekâlâ Mümkün Olacaktı Artist, San’at ve Kitap Hakkında Telekkiler

Bir çok edip münekkit ve şairlerimiz mütemadiyen sanatın kolay ve güç tarafından; muvazeneden, şekilden, bir kitapta aranılması lâzım gelen şeylerden bahsediyorlar. Fakat hiç bir zaman temas ettikleri noktalara tam bir cevap vermiyorlar. Daima kafamızda bir sürü istifham işareti canlanıyor. Bütün bu makalelerin sonunda alacağımızı almış ve doymuş olarak çıkamıyoruz. Ve nihayet kestirmeden bir karar veriyorlar. Kültür lâzımdır. Farzedin ki bizde bu kültür mevcuttur. O zaman ediplerimizin ve münekkitlerimizin makaleleri bizi tatmin etmez. Nitekim hiç bir zaman kendilerini de tatmin etmiyor. San’atta kültür esas olduğuna göre ondan sonra yine sorulacak binlerce sual, binlerce mevzu ve bu mevzu ve sualleri bir traite ediş vardır. Yine içimizden bir çokları karilerine herhangi bir vesile ile tavsiyelerde bulunuyorlar. Karilerine demiyelim de müstakbel san’atkârlara bu tavsiyelere riayet edilirse nihayet ve en nihayet kendi seviyesine erişeceğimizi kapalı cümlelerle anlatmaya çalışıyorlar.

Ben de şuracıkta söyliyeyim ki, hiç bir artist başka birisini örnek olarak almaz ve almamalıdır. Ondan aşağı veyahut yukarı fakat başka bir şey olmayı arzu etmelidir. Hattâ yürünen yollar aynı yol bile olsa birisini gaye olarak, değil gaye örnek olarak, bile almak san’atkârı mahvedebilir. San’atkâr hiç bir şeyle bağdaşamıyan bir tek insandır.
Şimdilik edebiyatçılarımızın cevap vermedikleri, yalnız ortaya sürdükleri meselelere temas eden bir Fransız muharririnin kitabından şunları almayı münasip görüyorum:

Sanatta muvazene: Kolaylık ve zorluk

Bir artistin kabiliyeti ne kadar çok ve ne kadar muhtelif olursa halkın dikkatini celbetmesi o nisbette zor olur. Çünkü bu muhtelif kabiliyetler birbirlerini tahdit ederler; ve yine birbirlerini karşılıklı tadil ederler. Elbette ki tadil edilmiş biribirinin içinde erimiş kabiliyetler, öteki mübalâğacı ve müfrit kabiliyetten daha az kendini gösterir. Kendini şurada fevkalâde zengin gösteren sahife başka bir taraftan el atılınca çok fakirdir.
Böylece söyliyecek sözümüz az olduğu zaman onu bağıra çağıra anlatmak hiç de güç bir şey değildir. İfrat daima bir kıtlığı işaret eder. Asıl varlık, asıl bolluk bir nevi muvazeneyi de beraberinde sürükliyen eserdedir.

Edebiyatta Form:

Chopin nasıl kendini idareyi sadalara bırakıyorsa edebiyatçı da kendini kelimelere bırakmalıdır. Lisanın kısırlığından şikâyet eden san’atkâr, hakikî bir san’atkâr değildir. Asıl artist kısır olan şeyin heyecan olduğunu bilir ve onun sevketmesine kendini bırakmaz. Ve artist kendini kelimelere, satıra bırakır. Çünkü heyecan satırı kötüler, çarpıklaştırır. Fakat hiç bir zaman satır, heyecanın yanlışını çıkarmaz.
Şahsî heyecanmı tercih eden ve bu tercihe şekli feda eden her san’atkâr kendini kolaya ve alaya bırakır ve san’atın mahvına çalışır.

Edebiyatta tesir:

Kendilerinden hiç bahsedilmiyen tesirlerin en kuvvetlileri muhakkak ki gizli kalanlardır. Kadınların tesiri, halkın ve başlıca bizden küçük olanların tesiri gibi. Bunların birinden veya diğerinden kaçılabilir. Fakat her üçünden kaçabilmek nadir bir şeydir. İnsan şunun hürmetini ve riayetini kazanabilmek, ötekinin hoşuna gitmek için kendini tesirlere bırakabilir.
Muvaffakiyet ariyan sanatkâr, daima halk tarafından kendini tesir edilmeye bırakandır. Fakat bu san’atkâr, çok defa, hiç bir yenilik getirmiyendir. Çünkü halk yalnız o zamana kadar bildiği şeyleri alkışlar. Ve bu bildiğini o san’atkârda bulduğu ve tanıdığı için ellerini çırpar.

Bir kitabın kıymeti:

Bir kitabın kıymetini yapan, hiç bir zaman, o kitabın içinde söylenen sözler değildir. Bunların ehemmiyeti hiç yoktur. Fakat söylenmek istenip de söylenememiş şeyler, işte bunlar o kitabın kıymetini yaparlar ve o nevi kitapları sessiz, sadasız beslerler.

Roman ve yaratmak:

Bana öyle geliyor ki bugünün genç romancıları için, roman yazmak ihtiyacı daima pek spontane ihtiyarî, binefsihi bir şekilde husule gelmiyor. Burada talebi takip eden bir vaziyet, bir takdim vardır.
Ve yine tesadüf edilmiş şahısları tabiattan çekip alarak resmetmek arzusu, zannediyorum, fazlaca tesadüf edilen bir hal olmuştur. Elbette ki bunun için de bir hususî göz ve kalem kabiliyeti şarttır. Fakat, yeni şahıslar yaratmak işi yine derunî, girift hâdiselerle içleri kemirilenlere ve kendi hususî jestleri tükenmiyen ıztırap çekenlere has bir tabiî ihtiyaç halinde kalanlarda mümkün oluyor.

Edip ve Freud:

Ne can sıkıcı insan su Freud! Onun Amerikasmı onsuz keşfetmek pekâlâ mümkün olacaktı. Bana öyle geliyor ki Freud’e borçlu ve müteşekkir olduğum şey yalnız şudur:
Bazı mevzulara utanıp kızarmadan, itiraz edilip bağırışılmadan karileri alıştırabilmek. İşte Freud’ün bize getirdiği bilhassa cüretkârlıktır. Yahut da öyle demeyelim de bazı yanlış ve azap verici hicabı ortadan silip süpürmesidir, diyelim. Fakat buna mukabil ne kadar boş ve manasız fikirler var bu miskin dâhide.

Başka edebiyatları okurken sorulması lâzım gelen en mühim sual:

O, Çekofu (Tchekov) okuyordu: “Bu Ruslar bizden ne kadar uzak!.” Dedi.

Dünyada bu lâftan daha çok hiç bir şey beni kızdıramaz. Bütün milliyetçiler (ve hatta diğerleri) bir başka milleti anlamaktan o kadar âcizdirler ki… diğer milletlerde bütün ayrılıklara rağmen, sempatize olacağımız insan kalan tarafı aramayız da daima farkları görür ve onları ortaya süreriz.

Bir milletin diğerinden ayrılıkları her birinin taşı dıkları itiyatlarla daha çok kendini gösterir. Fakat her hususî edebiyatta birinin kapalı geçmeyi âdet ettiği yahut da tabî olarak takdim etmediği ciheti bir diğeri şahıslarının aşikâr bir meşheri olarak açıverir. Tıpkı elbiselerde olduğu gibi, nasıl böylece elbiselerle hicabın yer değiştirilişleri mümkün olursa itiyat ve ihtiyaç eski Yunanlılarda çini çıplak gözükmeyi, kendini (tabiî şekilde) gözükmeyi emrediyordu. Bugün bundan daha az tabiî bir şey bize gösterilemez. Achille göz yaşlarını göstermekten eza duymuyordu. Her edebiyatta insanın kendi kendisine soracağı ilk sual şu olmalıdır:
İnsandan ne saklanıyor? İkincisi nisbeten daha ehemmiyetsiz olmakla beraber şudur: İnsandan ne gösteriliyor?*

Kurun, 23 Mayıs 1936, (Güzel Sanatlar, Kadın, Moda, Sinema) İlavesi, s. 7/10.
 Kitaplık Dergisi, Sayı 27, MayısHaziran 1997


* Yazının dil ve imla özellikleri değiştirilmeden aktarılmıştır.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz