Ganim Mercan Ustam! Ellerinden hürmetle öperim. Biz de bir zanaat ehliyiz: Yazı yazıyoruz a. Ne Mercan Usta’ya, ne kilimleri dokuyan ellere, ne yazmaları boyayanlara, ne kalıpları dökenlere, ne çeşmibülbülleri üfleyenlere saygı duyduk. Saygı duymadık da ne oldu? Dünyayı birbirine kattık işte…
Sofralarımızı, kapılarımızı, gönlümüzü kapadık. Kapadık da ne ettik? Dünyayı birbirine kattık.
Siz bir adamı hiç görmeden, iki dakika evvel öyle bir adamın İstanbul ilinde yaşadığını bile bilmeden, birdenbire, zanaatından ve adından seviverdiniz mi? içinizi hiç bilmediğiniz bir İstanbul semtinin akşamı kaplarken ve evinin önünde oturup sigara içen, gözkapakları kirpiksiz ve kıpkırmızı ihtiyar bir adamı hayranlıkla, sevgiyle, saygıyla andınız mı? Hiç içinize taş gibi, ağır bir su gibi bir sevgi oturdu mu? Oturmamışsa Allah aşkına vazgeçin şu yazımı okumaktan.
Bunu iftiharla söylüyorum: İçinize önce ağır, taş gibi ağır, kireçli, acı kuyu suyu gibi bir sevgi oturup, sonra Bakırköy’de, gözleri artık görmeyen bir Mercan Usta’nın şu saatte gidip eline sarılmak…
Ağır ağır eşyanın rengi atan bu akşam vaktinde onu dinlemek ihtiyacıyla, bütün karaciğer hastalıklarını bu akşamlık bir kenara itip, Mercan Usta ile bir salaş deniz kenarı meyhanesinde sıcak sıcak istrongilos balığıyla iki kadeh içmek isteğini taşıdığım için iftihar ederim. Siz böyle bir istek duymazsanız, kendi kendinizle hiçbir zaman iftihar etmeyin. Kim olursanız olun. İçimde Mercan Usta ile tanışmaktan duyacağım büyük gururun, büyük iftiharın belki biraz daha küçüğünü, şu saatte Mercan Usta’yı hiç tanımadan anmakla duyuyorum.
Şu saatte dünya yüzünde yaşayan kiminle tanışmak istersin, deseler, bir parçacık bile düşünmem. Dünya bir yana, Mercan Usta bir yana.
Mercan Usta’nın evini, çocuklarım, kaşık düşmanını, penceresinin perdelerini, sedirlerini, ismini bilmediğim, meraktan çatladığım isimleri şiir dolu aletlerini… Mercan Usta bir yana, dünya bir yana.
İki kadehçik rakı Mercan Usta ile… Mercan Usta ile bir yer iskemlesinde, bir ceviz ağacı altında bir öğle sonu sohbeti… Mercan Usta ile herhalde şu saatte kapamış olduğu dükkânında, balıklar, canavarlar, çarkıfelekler, beyazlar ve siyahlar, ceviz tahtaların envai hakkında bir konuşma…
Mercan Ustanın ellerine hayran hayran baksam. Testerelerini, matkaplarını, hele ellerini, hele ellerini… Şimdi şöyle kendi halinde, mütevazı bir gazetecikte röportajlar yapsaydım, yarın kalkar, sıcak dalgası İstanbul’u daha sarmadan Mercan Usta’yı aramaya koyulurdum. Hiç şüphem yok, sanatındaki tekniğine Iimam olan adamlar gibi sertçe bir adamdır Mercan Usta. Sonra birdenbire yumuşar. Mercan Usta balıklara, deniz mahlukatına düşkündür. Mercan Usta, akşamüstleri iki kadeh mutlaka atar.. Mercan Usta eski bir kantoyu mutlaka söyler:
“Yanağında bir beni mutlaka olsun” der, sonra Madam işitti mi, işitmedi mi diye gözlüklerinin akından iki tarahna mutlaka bakar. Mercan Usta ya kendisi Ermeni’dir yahut Madamı. Mercan Usta Ermeni de olsa, Türk de, Tunuslu zenci kuması da olsa, mutlaka İstanbul’un halkındandır.
Ah, Mercan Usta! Vapur Ada’ya doğru gümbürde-, yip giderken… ben, alt kamarada buram buram terlerken, deve tellal, keçi berberken… seni andığım, görmeden sevdiğim için alabildiğine sevinçliyim, mesudum.
Kemik kakmalı bu boyacı sandığı yirmi senelik. Gözleri görmez oldu, işi bıraktı Mercan Usta yoksa. Nereli mi? Doğma büyüme Bakırköylü. Bu gördüğün bahçelerde açmayan çiçeklerin, bu denizlerde yüzmeyen balıkların, bu döner durur halkaların, bu çarkıfeleklerin, bu masallardaki ejderhaların yaratıcısı Mercan Usta’dır.
Köprü merdivenlerinin bir tanesinin altında bir dilsiz boyacı vardır. Mercan Usta’nın reklama ihtiyacı yok. Mercan Usta dâhidir. Fakir doğdu, fakir ölecek. Ben burada dilsiz boyacının reklamcısıyım. Gidip ayakkabılarınızı boyatın dilsiz boyacıya. Soma Mercan Usta’nın özenmeden yaptığı kemik kakmalı boya sandığını, yeni bir dünyaya doğar gibi seyredin. Boğaziçi’nde mehtap, Çamlıca’da gurup insanoğluna ölümü de arada bir hatırlatır. Mercan Usta’nın boyacı sandığı durmadan yeniden doğmanın mehtabıdır.
Mercan Usta’nın boyacı sandığını seyrettikten sonra içinizde Mercan Usta ile bir salaş meyhanede iki kadeh içmek ve Mercan Usta’dan ayrılırken elini Öpmek isteği doğmazsa, İstanbul ilini bırakıp gidin. Nereye giderseniz gidin. Uçağa binip Newyork’a gidin paralıysanız. Parasızsanız Sarayburnu’ndan atın kendinizi. Üç-dört yüz binlikseniz gidin çirkin apartmanınıza; sümüklü çocuklarınızı, lavanta kokulu pasaklı kanlarınızı kucaklayın. Ne bok yerseniz yiyin.
Ganim Mercan Ustam! Ellerinden hürmetle öperim. Biz de bir zanaat ehliyiz: Yazı yazıyoruz a. Ne Mercan Usta’ya, ne kilimleri dokuyan ellere, ne yazmaları boyayanlara, ne kalıpları dökenlere, ne çeşmibülbülleri üfleyenlere saygı duyduk. Saygı duymadık da ne oldu? Dünyayı birbirine kattık işte… Sofralarımızı, kapılarımızı, gönlümüzü kapadık. Kapadık da ne ettik? Dünyayı birbirine kattık.
Bir akşamüstü Bakırköy’ün deniz üstü bir salaş meyhanesinde, Mercan Usta ile sıcak sıcak istrongilos balığıyla rakı içmek şerefine erdim. Yanımıza elleri saygıyla göbeğinin altına bağlı hırpani bir delikanlı yanaştı.
—Ustam, dedi, benim sandığı yapar mısın? Sana layık değil ama, üç beş kuruş biriktirdim.
— Para lafını bırak, dedi Mercan Usta. Nasıl bir şey olsun?
— Şöyle güzel bir şey olsun.
Mercan Usta’nın suratı elli derecelik rakı gibi sertleşmişti
—Eh, dedi, elimizden geldiği kadar gayret ederiz.
Delikanlı anlayışlı biri olacak ki:
—Kusura kalma, hoşgör Usta, dedi, bilmez miyim? Sen kötü şey yapar mısın? Ben başka şey söylemek istedim, ağzımdan başka laf çıktı. Sandığın üstüne bir şey yazmam isteyecektim de.
— Yok oğul, dedi Mercan Usta, ayak altına yazı yazmam. Ama sen söyleyeceğini söyle. Ben ona göre bir şey düşünürüm. Yazdırmak istediğin yazıyı okumuş gibi olursun belki. Söyle bakalım.
—Şey… Mercan Usta. “Gün ola harman ola.”
Boya sandıklarının en güzeli bu delikanlınınkidir. Arayın İstanbul’u, bu sandığı bulabilirseniz, önce, dünya yüzünden kalktığını gördüğümüz zaman bayramlar edeceğimiz bir hakir sanatın -potin boyacılığının- sizden bin kere zevk ehli bir ehline utanarak -yaptığınızın kefaretini sevgiyle ödeyerek- potinlerinizi boyatın, sonra çömelin sandığın karşısına, “Gün olur harman olur” tablosunu seyredin. Bayılmazsanız “Hülyam” kotrasıyla Atlantik’i geçmeye gidin. Uğursuzluklar başınızda olsun.