“Ne yazı, ne de kışı, ne de ilkbahar seviyorum” Sonbahar – Sait Faik Abasıyanık

264

Sonbahar
“Çiçekler ve ağaçlar, toprağın derinliğindeki sırın bize ifşa ederler. Orada da kokuların ve renklerin bilmediğimiz tecellileri olduğunu lisanıhal ile söylerler. Fakat biz bir şey anlamayız. Bu anlaşılmaz lisanlarını kulağımıza fısıldayan nebatat, anlaşılmadıklarına mahzun sönüp giderlerken, biz de yeni mevsime gireriz. İşte bu mevsim sonbahardır.”

“Ne yazı, ne de kışı, ne de ilkbaharı seviyorum. ilkbahar çiçeklerin ve ağaçların küçük çocuklar, kuzular gibi bağrışıp meleme zamanlarıdır. Ne söyledikleri meçhuldür. Şuursuz ve istikametsiz konuşurlar. Yazın ise daha ağırbaşlı, lisanları daha kavi, fakat, bir inactuel filozof veya psikologdurlar. Çiçekler ve ağaçlar ve otlar, yalnız sonbaharda son bir ümitle yapraklarını dökerek; garip, esrarlı ve fani goncalar açarak; insanlara, ümitlerinden ve zaaflarından son defa bahsederler.”

“Sonra melül, mahzun dargın çocuklar gibi, rüyalarına ve yataklarına kavuşur, yeni bir hız alabilmek için uyurlar.”

Sıra arkadaşımın tahrir vazifesini tebessümsüz dinleyemezdim. Şehrin asfaltlarım bulutlar gibi önüne katan rüzgâra ve yağmura pencerelerimizi indirmiş, o tahrir vazifesini yazıyordu, ben hikâyeler okuyordum.

Arkadaşım, mütalaamı en tatlı yerinde kesti, demeyeceğim. Her yan yolda bırakılan şey tatlı ve canlı olduğu için dilimin ucuna bu geldiği halde diyemeyeceğim. Arkadaşım bir İsveçli idi. Vazifesini bana okuduktan sonra 2500 metrede ski yapmaya, dağlara ilk yağan karı görmeye gitmişti.

Hava orada saf, açık, berrakmış. O, boynundaki fuları, gözlüklerini, ceketini çıkarmış, sonra fanilasını atmış ve bu ilk karın üzerinde saatlerce kaymış.

Şehre döndüğü zaman otobüsten inerken kendisini gördüm. Sıhhatli idi. Pürneşe gözüküyordu.

— Çok güzel eğlendik, dedi. Sonbahar yeni başlarken, yukarıda kışı görmek; sonbaharla kış arasındaki uçurumu bir lahzada atlamak; ikisi arasındaki farkı birkaç saatte yakalayabilmek… ‘yaşasın dağ sporu.” Bir çekirge gibi şehrin ışık tarlalarına atıldı. Ertesi gün nezle ve ateş içinde hastaneye gitti. Bir hafta sonra da zatürreeden öldü, dediler. Mezarı başına on beş gün sonra gittim.

Annesinin koyduğu dağ çiçekleri solmuştu. Kestane yaprakları her tarafını örtmüştü. Sevdiği sonbaharın ve çiçeklerinin sırrı içinde haşır neşir olmuştu.

Vazifesinin son cümlesini hatırladım:

“Sonra melül, mahzun, dargın çocuklar gibi, rüyalarına ve yataklarına kavuşur, yeni bir hız alabilmek için uyurlar.”

Sait Faik
Öyle Bir Hikaye

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz