Siz Neredeydiniz?
Candarma karakoluna geldik.
– Komutan yok, biz bunu teslim alamayız! dediler.
Çıkınımı sırtımdan yere atınca rahatladım. Bir de şu kelepçeleri çözseler, dünyalar benim olacak.
Vapurda gelirken,
– Bileğime kan oturdu. Şu kelepçe zincirinin bir halkasını gevşetin, ne olur… demiştim.
Candarmanın biri, kelepçenin zincirini bir halka daha sıkmıştı. Öbürü daha insaflı çıktı, elimden çözdüğü zincir kelepçeyi ayak bileklerime taktı da, vapurda rahat yemek yiyebildim…
Candarmalara, “Aman dikkat edin, kaçar!” demişler. Bursa’ya gelir gelmez aldığım gazetenin birinci sayfasında, Otel Faresi (…)’in doksandokuzuncu kez polisin elinden nasıl kaçtığı yazılıydı.
Candarmalara,
– Kelepçeyi çözün biraz, helaya gideceğim, dedim.
Candarma karakolunun yanındaki kahveden radyo sesi duyuluyordu.
Radyoda bir tango:
“İsyan edecek gönül, bırakmaz kahpe felek.”
Komutan öğleden sonra geldi. Komutanı görünce, yüreğime serin sular serpildi; bizim Hoh Behçet. Ne de olsa sınıf arkadaşı…
Hiç unutmam, bigün coğrafyacı Niyazi Bey bu Hoh Behçet’i derse kaldırmıştı. Duvarda Avrupa haritası var.
Niyazi Bey,
– Fransa’nın sınırlarını söyle! dedi.
Hoh Behçet,
– Sağında Almanya, solunda deniz, yukarısında İngiltere, aşağısında deniz var… dedi.
Coğrafyacı Niyazi Bey bu kez,
– Güneş nereden doğar, nereden batar? diye sordu.
Hoh Behçet, pencereden baktı,
– Haydarpaşa’nın üstünden doğar, Samatya’nın üstünden batar… dedi.
Hoh Behçet çok şakacı çocuktur. Kimya sınavında Zihni Bey, Behçet’in cim karnında bir nokta olduğunu bildiği için, ona çok kolay bir soru sormuş.
– Su yaz! demiş.
Behçet karatahtaya basbayağı “Su” yazmış. Zihni Bey kızmış,
– Suyun formülünü yaz, kimya dilinde su nasıl yazılır? diye bağırmış.
Sonra da Behçet’in masum koyun bakışlarına acımış; kendisi tahtaya “H2O” yazıp,
– Bunu köklerine ayır, açık formülü ile yaz! demiş.
Behçet yazamamış. Zihni Bey de tahtaya (aş o aş – HOH) diye yazmış.
– Oku bunu! demiş.
Behçet de hohlar gibi,
– Hoh! demiş.
O günden sonra adı Hoh Behçet kaldı. Ben, Hoh Behçet’i görünce gülümsedim, ilerledim, ona doğru kelepçeli ellerimi uzattım. Hoh Behçet, başını benden çevirip candarmalara,
– Kim bu? dedi.
Candarmanın biri,
– Sürgün, dedi, Istanbul’dan geldik.
– Hohh!.. Hava amma da sıcak! dedim.
Hoh Behçet, candarmaların verdiği kâğıdı imzaladı,
– Türün bunu emniyet müdürlüğüne! dedi.
Türün, yani götürün… Bu Hoh Behçet, sonra demokrasi tarihimizde çok önemli rol aldı. Adı gazetelere geçti. Çok yıllar sonra, memlekete demokrasinin geldiği bigün, onu Istanbul’da Galata Köprüsünde gördüm. Bu kez beni tanıdı. Boynuma sarıldı. Kendince, memlekette bozuk gördüğü pekçok işlerden yandı yakıldı. En sonunda da,
– Biz adam olmayız! dedi.
– Siz kimsiniz? dedim, yürüdüm.
Candarma komutanlığından emniyet müdürlüğüne geldik. Yaşlıca olan birinci şube müdürü, candarmanın uzattığı kâğıdı okudu. Adam önceden duymuş olacak ki,
– Hıh… dedi, işte yazık olmuş bir zekâ!.. Sen mi kaldın memleketi kurtaracak?..
– Aman efendim, dedim, çok şükür memleketin kurtulacak nesi var? Hiç de öyle bir iddiam yok!
Pencereye doğru elini uzatıp, alandaki Atatürk heykelini gösterdi,
– O, memleketi kurtarırken neredeydin? dedi.
Susmak ayıp olacağı için cevap verdim:
– Ben o zaman altı yaşında var yoktum, ya siz nerelerdeydiniz?
EK: 1948 yılında Bursa’da sürgündeydim. Aradan yirmi yıl geçmişti. Bir yurt gezisinden dönüşümde, siyasi polis, yine kendisinden birinin, yani bir siyasi polis ajanının uydurma ihbarıyla, 4 Temmuz 1967’de, beni yasadışı gözaltına alarak sekiz saat sürekli sorguya çekmişti.
Sorguya çekenlerin başı olan siyasi polis şefi, sorgu tarihinden yirmi yıl önce başımdan geçmiş ve on yıl önce de yazmış olduğum yukarıdaki olayı, yani askeri lisede öğrenciliğimde bir sınıf arkadaşımın kimya sınavında, açık su formülü HOH’u “Hoh!” diye okumuş olmasını yazmamı, bütün Türk candarma subaylarına yapılmış hakaret sayıyor ve bu türlü öykülerim yabancı dillere çevrildiği için de, benim yurdumun iç sorunlarını yabancılara jurnal ettiğimi ve yabancıların da kitaplarımı buyüzden çevirdiğini söylüyordu.
İlerde candarma subayı olacak bitek öğrencinin bir kimya formülünü bilmediğini açıklamak, bütün candarma subaylarını bilgisizlikle suçlamak olur mu hiç? Nitekim beni sorguya çeken o polis şefi de, sorgu sırasında, İsveç’in sömürgeleri olduğu için zengin ve sosyalist olduğunu söylemişti. Şimdi o polis şefinin, sınava girmiş bir ortaokul öğrencisini bile sınıfta döndürtecek orandaki bu sırılsıklam tarih ve coğrafya bilgisizliğini açıklamak, bütün Türk polislerini bilgisizlikle suçlamak mı olur!
Aziz Nesin
Bir Sürgünün Anıları