Yeditepe Öyküleri
Geceleri, Yeditepe rutubet ve yangın kokardı. Yeditepe iki denizi bağlardı. Yeditepe fırtınaların savaş alanı, aşk yatağı, hasret payitahtı idi.
Yeditepe’nin üst katında oturanlar başka, alt katında oturanlar başkadır.
Yeditepe’nin yarısı rakı içer, yarısı içirirdi.
Bu böyle!
Kiliseler, havralar, camiler, yan yana, üst üste, baş başa, el ele verip, minareleri Allah’ın göbeğine saplamışlardı.
Tövbe estağfurullah, bu ne cinayet!
Yeditepe ‘nin koltuk altı gibi yerleri sıcaktı.
Esrarkeşler sıcağı sevdiği için oralarda otururlar, tekke kurarlardı; bir zamanlar bu böyle idi.
Esrarkeşler, kıllı yosunlu bahçelerde ufuklara şüpheli bakıp nefes çektikçe dağlar gibi öksürürlerdi.
Esrarkeşler bilirdi ki, uzaklardan resim gibi gelen her gemi, bacasına kadar dolu Merkin daniskasını getirirdi.
Esrarkeşler, karşı camileri esrar deposu sayar, istif istif edilmiş mal köselelerini düşünür, hayran olurlardı.
Kabak dolması kadar esrarla dolu camiler?
Manzara heybetli idi.
Esrarkeşler gereğinde kabak dolmalarını cami yapmakta tereddüt etmezlerdi.
Esrarkeşler cömert adamlardı.
Suna Tokgöz’e gelince, sizden iyi olmasın, malın gözü bir şeydi.
Beş kızlı rabıtalı bir genelevin gözbebeği olmak ne demek, kolay mı?
Suna Tokgöz, tütünlerden on bir buçukluk içer, boş laf söylemez, halden anlar, mert bir karı idi. Yokuşun dibinde oturur, taş yuvarlanır gibi, Yeditepe’nin orta katından düşen müşteriyi yüz adımdan tanır, olanca hızı ile gelen aşkı karşılamasını bilirdi. Suna Tokgöz insanoğlunun sözüne itimat eder, peşin para istemezdi.
Bu da bir meziyet.
Suna Tokgöz cıgarayı esirgemezdi.
Suna Tokgöz’ün krepdamur bir geceliği, krepsaten iki fistanı vardı.
Odesa dönüşü, Trotinbern isminde bir İngiliz kaptan hastalıktan başka, eskiciden alınmış bir kimono hediye etmişti. Kimono dediğim, dallı, kuşlu bir Çin cübbesidir.
Trotinbern’in şahane hediyesi hala yeni gelen kızlara hikaye edilir, hala uzun sayılı yıllarının her zaman mümkün bir mükafatı sayılır. Her ne ise, gece çöker, sinek kağıdına yapışırcasına meyhaneye dalanlar dilim dilim kavun yerler, beyaz peynir isterler, dert yanarlardı. Meyhanelerin bütün duvarlarında Desdemona’nın macerasına ait çerçeveli basılı resimler bulunur.
Meyhanelerin bütün ses çıkarına aletleri, tangolar çalar, millete ahenk dökerdi. Yeditepe’nin üst, orta, alt ve bodrum katlarının kedileri, meyhaneler etrafında dolaşır; balık başları ve kılçık bekler.
Öyle gün olurdu ki, kediler sel olur, yolları istila eder, adam geçirmezlerdi. Mevsimi gelince kedilerin aşk kavgaları evleri titretir; şehri yıkarcasına temelinden sarsardı.
Gemilerde geçen yabancılar, şehirde isyan var sanıp, gece karanlığında kulaklarını tıkardı .
İsyan değil, kedilerde aşk vardı, aşk!
Sonunda, itfaiye tulumba yetişir, kediler dağılır, herkes eve dönerdi.
Suna Tokgöz’ün de bir kedisi vardı.
Şarmöz’ün kuyruğu tramvay altında kesilmişti.
Yeditepe’nin üst katında çalışırken Tokgöz’ün sesi ince, orta katta kalın, şimdi ise sanki, yer altından çıkıyordu.
Suna Tokgöz’ün yaşı elli idi.
Suna’nın, Şarmöz ismindeki kedisine gelince, kötü bir huyu olduğunu itiraf ediyorum: Pencereden komşu tekkeye atlar, esrar çekenlerin yanına oturur, dumanı koklaya koklaya dalgaya düşerdi.
Müşteriler Şarmöz’e bir nefes üflemekte, payını vermekte kusur etmezler. Hatta bol şekerli çayı tabağa dökerler, Şarmöz’ün keyfini cilalamaya dikkat ederlerdi.
Hepiniz çektiniz, bilirsiniz, son giren ikram eder, masrafını öder, bir fasıl meclisi memnun ederdi. Adet böyledir.
Şarmöz’ün parası yoktu, Şarmöz’ün dışında Koça ve Mübarek Dayı da para vermezdi.
(Mübarek Dayı’nın gençliğini bilen yoktur.)
Marangoz Ali altmış yaşından geçkin olduğu halde, Mübarek Dayı’dan şöyle bahseder:
– Hesap meydanda, Dayı, dünya kurulalı kıpırdamamış. Ben dokuz yaşımda ilk nefesi çektim, hadi on diyelim, altmışa varmak için elli sene ister.
En aşağı elli seneden beri Dayı yerinden kalkmamış demektir.
Dayı, iskemlesinde yemek yer, iskemlesinde uyurdu.
Üçüncü kabak dolaştıktan sonra, müşterileri düşündüren bir sorun vardı: Dayı aptes bozmak için ne yapar, yoksa sırttan iskemleli mi doğmuştu?
Bilinmez!
Tokgöz’ün göğsüne nezle indikçe (sık inerdi), iş arası tekkeye uğrar, ferahlardı.
Koça, tekkenin ocakçılığına terfi etmişti.
Koço, malı tazeler, kabağı su doldurur, ilk okkalı duman gelinceye kadar nefes alıp verirdi.
Koço’nun yaşı on beşti.
Dayı, Koço için:
– Yetişiyor, demişti.
Mübarek Dayı’nın saygısını kazanmak meseledir.
Koço’nun gözleri tabak kadar büyüktü, saçları arpadan sarı, yanakları çukurdu. Koço’nun elleri bir cam gibi saydamdı.
Koço yeni duman neslinin erdemlerini temsil ediyordu.
Kim bilir, Dayı öldüğünde, iskemlesi Koço’ya miras mı kalacaktı?
Koço, eroini meze diye kullanır, dirhem kokaini bulunca dille süpürür, yalardı; afyonu leblebiden fazla yutar, binlik rakıyı haram saymazdı.
Koço ist idatlı idi. Türkçeyi, Rumcayı, Ermeniceyi esrarla karıştırmış, yeni terkip bir lisan icat etmişti. Koço’nun lisanında eroin buzlarının keskinliği, katılığı, esrarın garip akışı vardı. Koço’nun lisanında kelimeler ayrı bir anlam taşırdı, gününe havasına göre değişirlerdi.
Koço, sizden bizden daha şairdi. Koço gazel okurken sokak ve ev kedileri tekkenin etrafını sarar, hıçkıra hıçkıra ağlardı.
Az sonra mutlaka gökten yağmur yağar, civar bostanlar bereketten istifade ederdi. Böylece, şehrin, Yeditepe’nin sebzesi çoğalır, bahçıvanları sevinirdi.
Tokgöz, kapıda parola verip ikidir uğraşmıştı. Tokgöz, meclisten çıkarken hazır olanlara döndü, kervansaray kapısı gıcırdar gibi:
– Evleniyoruz, dedi.
Tokgöz’ün sesi gök gürlemesi olsa bile yine nafile.
Esrarkeşler balıklama bulut olmuş uçmuş; kötün azardan üstünüze afiyet olmuşlardı.
Yalnız ve yalnız Mübarek Dayı:
– Hayırlısı, dedi.
Suna son sözünü söyledi:
– Mardin’e gidiş.
Mübarek Dayı’ya göre hepsi birdi, Suna, Mardin’e niçin gitmesin? Mardin’den merdiven gelir.
(Neyse o ayrı konu.)
Suna, dünya yuvarlağının üstüne tükürdü, kuyruksuz Şarmöz’ü, mest Şarmöz’ü koltukladı, kraliçeler gibi karanlığa daldı.
Geceleri, Yedi tepe rutubet ve yangın kokardı. ..
Rakı saati gelmiş yerleşmişti. Yeditepe’de açılan rakı şişelerinin gürültüsü, göklere doğru yükseliyordu.
O gece, yine sinekler havada sevişmiş, yine bahriyeliler gemiden inmiş, turşular yine mis gibi kokmuştu.
Kedilerin aşk demi gelmiş, yine geçen yolcuları pembe dillerle öpüp okşuyorlardı.
Gecelerin gecesi, dünyaların dünyası!
Suna Tokgöz tüccara varacaktı, gecelerin gecesi, rüyaların rüyası!
Başınızdan geçti mi bilmem, ölüm haberi gelirken insanın kulak zarı zonklar, saçları dimdik olur, masalara çıkar, susar, beklersiniz.
İşte böyle bir sessizlik şehri sardı, Yeditepe’yi sardı ve şehir sustu. Sinekler havada asılı kaldı, kuşlar göklere mıhlandı, kediler taş kesildi, müşteriler masalara çıkıp buzağı gözlerle birbirine baktı.
Geceleri, Yedi tepe rutubet ve yangın kokardı. ..
Birdenbire iğne gibi sivri, gittikçe patlayan bir ses, gecenin ipeklerini yırttı. Bu ne feryat!
Tepelerden, meyhanelerden, geceden, kediler ve insanlar boşaldı, polis, inzibat, jandarma düdükleri yaylım ateş açtı!
Genelevde vaka olmuştu!
Suna Tokgöz’ün odasına girenler şunu anlatıyor:
1) Suna Tokgöz’ün başı mangalda fıkırdıyordu.
2) Saçlarından mavi bir alev çıkıyordu.
3) Üstünde kaptan Trotinbern’in hediyesi kimono vardı (kimono Çin cübbesine denir).
4) Karyolanın dört bacağı kana batırılmıştı.
5) Tokgöz’ün vücudu (sayanlar söylüyor), on üç bıçak, on üç de yanlamasına ustura yemişti ki cem’an yekun yirmi altı yara eder.
6) Tokgöz’ün kanı kapıdan çıkmış, merdivenleri inmiş, bakanlar söylüyor, denize doğru başını almış gitmişti.
7) Bir de bakmışlar ki, kedi Şarmöz hala dalgada, lopur lopur Tokgöz’ün mayileşmiş kızıl hayatını içip, iskemlelere çarpa çarpa yatağa çıkmış, uyumuş!
8) Şaka değil, aşk bu, katil Koço ayaklarını ıslatmamak için bir iskemleye çıkıp, kanlı kollarını çarmıha gerer gibi oturuyor, hem gülüyor hem ağlıyormuş!
9) Koço’nun ağzından tek bir izah sözü çıktı ki tekkelerde hala tefsir ededurulur (tam bir tercümesi henüz elde edilememiştir):
– Skaravofotyoz!
Ertesi günü Mübarek Dayı sizlere ömür, vefat etti.
İskemlesi ile beraber gömüldü.
Abidin Dino
Yeditepe Öyküleri
İş Bankası Yayınları