“Abidin Dino bu hafta Paris’te Villejuif Hastanesi’nde öldü. Sesini yitirdikten, konuşamayacak hale geldikten üç gün sonra.
Bir hafta önce, Abidin’in bana neredeyse son söylediği söz şu olmuştu: Yeni kitabında abartma. Aşırılığa ihtiyacın yok. Gerçekçi kal. Kendi kanseri hakkında da gerçekçiydi. Hastalığının ne kadar ciddi olduğunu biliyordu. Ama sağlık durumuyla ilgili olarak kullandığı sıfat ayağınızı vurduğu halde daha uzun bir yol boyunca ayağınızdan çıkaramayacağınız bir ayakkabı için kullanabileceğiniz bir sıfattı.
Yaşarken onun hakkında aklıma gelen imgelerin hepsi kaçınılmaz olarak yollar, kervansaraylar, yolculuklarla ilgili. Gezginlerin tetikte olma hali vardı onda. İranlı Sadi’nin dediği gibi:
Yolda uyuyan ya şapkasını kaybeder ya kafasını.
Atölyedeki küçük kitaplığının ya da geceleri kaldırdığı portatif şövalesinin önünde Abidin durmadan yolculuklara çıkardı. Gezegenlere dönüşen kadın resimleri yapardı. Hastanedeki hastaların acılarını bir sismografın iğnesinin çizgileri gibi ince ince çizerdi. Kısa bir süre önce bana işkence görenlerle İlgili desenlerinin fotokopilerini vermişti. Dostlarının çoğu gibi o da Türkiye’de hapiste yatmıştı. Bak bunlara, demişti beni uğurlamak için dokuzuncu kattaki asansöre götürürken, bakarsın bir gün çok uzaklardan bazı sözler duyarsın. Belki bir ya da iki kelime. O kadarı yeter, Sonra çiçek resimleri yapardı, boyunlarını, onların aşka giden Boğaziçi geçitlerini. Bu yaz, seksen yaşında, gerçek Boğaziçi’nde bir yalıda kalırken, üzerinde gizemli bir işaret olan beyaz bir kapı resmi yapmıştı. Yalıda değil de, başka bir yerde olan beyaz bir kapı.
Öldüğü gece, sabaha doğru uyanmıştım. Onun ölmüş olduğu düşüncesiyle uyanmış ve onun için dua etmiştim. Ona eşlik eden meleğin bir yerde Abidin’i daha iyi görebilmesi için bir çeşit teleskobun merceği olmaya çalışmıştım. Belki daha iyi değil de, sadece daha fazla. Sonra kendimi beyaz bir kâğıtla yüz yüze buldum; kâğıt o kadar ışık içindeydi ki, orada herhangi öksüz bir renge yer yoktu.”
Devamı>>
John Berger / Portreler