Sevginin Kökleri: Bir İlişkinin Evrimi
Bir kadınla erkek arasındaki sevgi ilişkisi, başlangıçta lazer ışını gibi nokta hedefli yoğunluğundan çıkarak zamanla geniş bir alana yayılır. Başlangıçta sevgililer sadece birbirleriyle ilgilenirler, dünyayı unutmuşlardır. Her ikisi de kendi istek ve ihtiyaçlarını yeryüzünde karşılayabilecek tek kişinin öteki olduğundan emindir. Aşıkların birbirlerine duydukları hislerle sarhoş oldukları bu balayı döneminde, üçüncü şahıslar davetsiz misafirdir. Günlük yaşamın ayrıntılarıyla ilgilenmedikleri gibi beraberliklerinde çıkabilecek sorunları da görmezden gelirler. Sevgililer kendilerini eşlerine öyle bir kaptırırlar ki onun hissettiğini hisseder, sorunlarıyla uğraşır ve onun ilgi alanlarına merak sararlar. Eşleri mutluysa mutlu, mutsuzsa mutsuz olurlar ve onlardan bir an bile ayrı kalmak istemezler. Eşlerine doyamaz ve onsuz yapamazlar. Ellyn Bader ve Peter Pearson, Efsanevi Eşin Peşinde (In Quest of the Mythical Mate) adlı kitaplarında aşk ilişkilerindeki bu iç içe geçme aşamasına “sembiyotik aşama” adını verirler. Sevgiliyle bir olma ve onunla özdeşleşme aşamasıdır bu. İki kişi aralarında bir bağ oluşturmak ve diğeriyle kaynaşmanın ne demek olduğunu anlamak istiyorsa ilişkilerdeki bu balayı döneminden geçmeleri gerekir. Bu dönemde farklılıkları görmezden gelir, benzerlikleri abartırız. Karşımızdakini gerçekte olduğu gibi görmez, bir hayal dünyasında yaşarız. Bu duyguların altında saklı bazı biyo-kimyasal nedenler vardır: “Gerçek aşkı” yaşadığımız dönemde bedenimizde salgılanan hormonlar, beynimizin haz duyma bölgelerini harekete geçirir ve beynin mantıklı seçim bölgesini engeller. Diğer bir deyişle, romantik aşk biyolojik bir süreçtir; doğa, çiftin bebek sahibi olmasını ve ilk emzirme döneminde bir arada kalmasını sağlayarak türün devamını güvenceye alır. İngilizce’de bu döneme “aşka düşmek” denir ve gerçekten de bir çeşit düşüştür. Her şeyin abartıldığı, hayaller içinde kaybolup biyolojik dürtümüze yenik düştüğümüz ve doğaya teslim olduğumuz bir süreçtir. “Aşka düştüğümüzde” düşüncesizce hareket ederiz. Başka hiçbir gücün bizi ikna edemeyeceği değişiklikleri bir anda yapıveririz. Sevgilimizle bir arada olabilmek için düzenli işimizi bırakır, ailemizle vedalaşıp eşyalarımızı topladığımız gibi kendimizi yeni bir ülkede bile bulabiliriz. Romantik aşkın biyolojik bir dürtü olması, önemli olmadığı anlamına gelmez. Belki de ayrı “ben”liğimizin duvarları ilk defa yıkılmaktadır. “Aşka düşmek”, egomuzun sınırlarını, psikolojik savunmalarımızı, koruma kalkanlarımızı aşmanın ve kendimizden büyük bir şeyle bütün olmanın ilk deneyimidir. Bu ruh halindeyken sevişmenin, insanı kendinden geçiren mistik bir niteliği vardır. Cinsel birleşmenin derinliklerinde sonsuzluğun eşler tarafından bir an için bile olsa deneyimlenebileceğini savunan Hint ruhani öğretisi Tantra’nın ilk adımıdır. Orgazm sırasında deneyimlenen meditasyon hali, ilişkinin romantik dönemi geçtikten sonra kişiyi kendi ruhani arayışına yönlendirebilir.
Balayı bittiğinde Beyindeki hormon dengesinin yeniden kurulup akılcı karar verme mekanizmasının işlemeye başlamasıyla, ilişkinin balayı dönemi hayal kırıklıklarıyla aniden bitebilir. Karşımızdakine pembe gözlüklerden bakmak yerine onun hatalarını ve eksiklerini görmeye başlarız. Bir zamanlar tutkuyla sevdiğimizin bizim gibi insana özgü zaaflara sahip olduğunu görmek ağır gelebilir. Bazen o kadar büyük bir farkla karşılaşırız ki diğerinin değiştiğini ya da bizi kandırdığını, hatta bize ihanet ettiğini sanırız. Daldan dala atlayan kişiler bu noktada ilişkiyi bitirir. Böylece gelecekte tekrar aşık olarak hormonal değişimin getirdiği deneyimi yeniden yaşama şansları olur.
Halbuki bu nokta aynı zamanda, daha gerçek ve uzun süreli bir beraberliğin başlayabileceği andır. Olgunlukla sevmeyi ancak bu noktada öğrenebiliriz. Balayı döneminde her şey kolaydır, çünkü sizden bir şey beklenmez. Bedenin biyolojik süreci sizin yerinize çalışmaktadır. Oysa şimdi sevgilinizi yeni tanımış gibi baştan aşağı gözden geçirirsiniz. İyi ve kötü yönlerini, erdemlerini ve hatalarını görürsünüz. Bu yabancıyla yakınlaşmaya ve onunla birlikteliği keşfetmeye başlarsınız. Balayı dönemi geride kaldığında, eşler kendi sınırlarını koymayı ve aralarındaki farkları görmeye başlarlar. Bader ve Pearson bunu “farklılaşma” dönemi olarak adlandırır. Bu yazarlar, aşk ilişkisinin aşamalarını, annesiyle sembiyotik bağından adım adım ayrılarak kendi benliğinin farkına varan ve onunkinden farklı istek ve tercihlerini dile getiren çocuğun büyüme aşamalarına benzetir. Sağlıklı bir ilişki, içinde ayrı görüşler ve farklılıklar barındırır. Eşler sevgililerinin garipsedikleri, beğenmedikleri yönlerini sevmeyi ve kabul etmeyi öğrenirler. Hellinger yerinde bir seçimle, bu dönem için “ikinci görüşte aşk” ifadesini kullanır. İkinci görüşte aşk, biyolojik bir dürtü değildir. Daha az tutkulu, daha az kontrol dışıdır. Hayal kırıklığıyla başlasa da, her iki eşin bu engeli bilinçli bir adımla aşıp yeni bir uyum aşamasına geçmeleri kişisel bir başarı olacaktır onlar için. “Aşka düşme” aşamasından sonra bu aşamaya “aşkla yükselme” diyebiliriz. Hayallerimizin, hayal kırıklıklarımızın ve farklılıklarımızın üzerine çıkıp kalbimize kendimizden farklı bir kişiyi alma kapasitemizi genişletiriz. Şimdi eşimize yeni bir gözle bakabiliriz. Onu, artık olmasını istediğimiz gibi değil, gerçekte olduğu gibi görürüz. Aynı zamanda, beklentilerimizi karşılama konusunda sınırlı olduğunun farkına varırız. Yaşamımızın bazı yönlerini kolayca paylaşabileceğimizi, bazı yönlerinde ise eşimizin kendimizden çok farklı olduğunu ve buralarda birlikteliğin mümkün olamayacağını anlarız. Çoğu kişi için bundan sonrası atılması zor bir adımdır. Fazlasıyla büyük bir mücadele gerektirir. Bu anlaşmazlık döneminden geçmeye dayanamazlar ve ayrılmayı seçerler. Bir bölümü de ilişkiyi Bader & Pearson’ın “düşmanca bağımlı çift” olarak adlandırdıkları duruma sokarlar. Bu durumda her iki eş de birbirinden hoşlanmaz, mutsuzluklarından diğerini sorumlu tutar ama yaşamı tek başına göğüslemektense kendilerinden ödün vererek birlikte yaşamayı sürdürürler.
Aşkla Genişlemek
Aşk ilişkisinin sürmesi için dışlamayı değil dahil etmeyi bilmek gerekir. İlişki genişleyerek daha fazla insanı kucaklamalıdır. Bir ilişki olgunlaştığında üçüncü şahıslar ilişki için tehdit unsuru olmaktan çıkıp ilişkiye davet edilirler. Ne de olsa ilişkiler doğa tarafından çocuğun beslenip gelişmesi için tasarlanmıştır ve hiçbir şey yeni doğmuş bir bebekten daha “işgalci” değildir. Bu yeni varlık, ana babasının yaşamına girdiği anda çiftin inziva hali ve özel hayatı sona erer. Çift yaşamlarına yeni birini sokarak aralarındaki ilişkiyi genişletir. Çocuğun doğumunun çoğunlukla ilişkinin gelişmesine yol açmasının nedeni de budur. Çifti bir arada tutacak yeni bir neden vardır. Sevgileri ve yaratıcılıklarının ortak bir amacı vardır ve böylece birbirlerini daha iyi tanıma fırsatı elde ederler. Çocuksuz eşler bu dönemde ilişkiyi ayakta tutmakta daha çok zorlanırlar. Birlikte büyüyüp gelişmek için birlikte yürütecekleri bir projeye, bir işe başlama ihtiyacı hissedebilirler. Bir aşk ilişkisinin dinamiklerini temsilen iki kişinin dizime her yerleştiriliş biçimi, ayrı bir durumu ifade eder. Örneğin eşlerin başka yönlere bakması, birbirlerinden çok üçüncü bir kişiyle ilgilendiklerini gösterir. Dizime dahil edilmesi gereken bu kişi, eski bir eş ya da köken aileden biri olabilir. Genel olarak sevgililer karşılıklı yüz yüze yerleştirilirler. Bunun nedeni daha önce de belirttiğimiz gibi gözlerinin birbirlerinden başka kimseyi görmemesidir. Ancak birbirlerine olan bu düşkünlükleri sonsuza kadar süremez ve eğer uzun süredir birlikte olan bir çift danışan tarafından bu şekilde karşı karşıya yerleştirilirse ilişkide ciddi bir çatışma olduğunu anlarız. Öte yandan eğer birlikte bir proje ya da hedef belirleyip tam anlamıyla “ortak” olarak, iş kurmuş ya da çocuk sahibi olmuşlar-sa, genelde yan yana yerleştirilir ve aynı noktaya ya da aynı kişiye bakarlar. Bu şekilde birbirlerini destekledikleri gibi ilgileri de kendilerinin dışında bir şeye yoğunlaşmıştır. Bir dizimde yer alan çocuklar dizimde en çok ebeveynlerini yan yana görmekten ve onlara yakın olmaktan hoşlanırlar. Eğer çift karşılıklı durup birbirlerine bakıyorsa çocuklar bir adım geri çekilip onlardan uzaklaştıklarında kendilerini daha güvende hissederler. Örneğin bir dizimde danışan, ana babasını karşılıklı yerleştirir; aralarında ciddi bir çatışma olduğu bellidir. İki çocuk da ebeveynine çok yakın, neredeyse tam ortalarında durmaktadır. Bu durumdan gergin ve mutsuz oldukları açıkça görülür. Terapist, çocukları ana babadan birkaç adım uzaklaştırdığında derin bir rahatlamayla nefes alıp birbirlerine bakar ve gülümserler. Çocuklar aralarından çekildiğinde anneyle baba birbirlerini görür ve bugüne kadar çocukların yardımıyla yüzleşmekten kaçındıkları bir şeyle yüzleşmek zorunda kalırlar.
Sınırlara Saygı Göstermek
İlişkiler gitgide baştaki hayal dünyasından, temeli gerçeklere dayanan, ayakları yere basan bir yöne doğru gelişir. Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi bu zor bir süreçtir. Aslında bu dönemde eşler artık hayali bir şeyi sanki gerçekmiş gibi gösterme çabasını bırakarak sonunda rahat bir nefes alırlar. Ne de olsa sürekli heyecan içinde yaşamak çok yorucudur. 30’lu yaşların ortasındaki Robert, danışmanlık seansına gelmişti. Sevgilisinin, başta umduğu kadar kendini ilişkiye veremediğini fark ettiğini belirtti. Balayı döneminde hissettiği yüksek beklentiden vazgeçmediğinden, sevgilisine içerlemekteydi. Seans sırasında düş kırıklığını bir başkasının varlığına gereksinim duymadan, tek başına göğüslemenin kendisine nasıl bir içsel güç kazandırdığını gördü. Sevgilisini annesinin yerine koyduğunu fark etti. Bu farkındalıkla, sevgilisinin kendi yaşamını sürmeye ihtiyacı olduğunu anladı ve bu anlayışla da kendi yaşamını sürme özgürlüğünü kazandı. Böyle bir durumda her iki eşin de ilişkiden ne istediklerini yeniden keşfetmeleri ve birliktelikleri için ortak bir zemin bulmaları gerekir. Çift daha önce “biz” kelimesini kullanırken artık “ben” kelimesi daha sık duyulur. Gerçekten de “biz” kelimesiyle “ben” kelimesi arasında bir denge olmalıdır. Çiftin ortak yönleri “biz”, bireysel yönleri ise “ben” ile ifade edilir. Eğer eşler sadece “biz” diyorsa, köken aileleriyle kilitlenmiş olduklarını, sadece “ben” diyorsa da bu, kendi kişiliklerini kaybetme korkusuyla eşlerini güvenli bir mesafede tutmakta olduklarını gösterir. Sağlıklı bir ilişkide hem “biz” hem de “ben” vardır. Böylece eşler hem kendilerini kaybederek diğeriyle bütün olabilirler hem de kendi sınırlarını ve kişiliklerini koruyabilirler. Kendi yaşamlarından tatmin duyan iki bütünleşmiş insan, ideal olarak, hem birbirlerini besleyen hem de birbirlerine ilham veren bir bağ oluşturmayı başarırlar. Her ilişki bu yönde gelişmez kuşkusuz. Eğer erkek hâlâ annesine bağlıysa karısının ihtiyaçlarını karşılayamamasına tahammül edemez. Eğer kadın hâlâ babasıyla aşk yaşıyorsa kocası Beyaz Atlı Prens gibi davranmadığında hayal kırıklığına uğrar. Böyle durumlarda genelde “Babanın Küçük Prensesi”yle “Annenin Küçük Prensi” eşleşirler ve ikisi de kendilerini tam anlamıyla ilişkiye veremez. Öte yandan eğer taraflardan biri büyümeye başlarsa örneğin babanın “küçük kızı” büyüyüp kadınlığa adım atarsa- ilişkinin devam etmesi için diğer eşin de büyümesi gerekir. Dengi dengine deyişi bu durumun güzel bir ifadesidir. Aşk ilişkisinde olup bitenlerden her iki taraf yüzde elli-elli sorumludur. Aşkı dansa benzetmek yerinde bir mecazdır. Eşlerden biri ileri adım attığında diğeri geri adım atar; biri sağa doğru hareket ettiğinde diğeri onunla uyum sağlamak için kendi soluna doğru hareket eder. Böylece eşler arasında sürekli bir hakimiyeti alma ve diğerine bırakma, ileri gitme ve geri çekilme, kişisel sınırları koyma ve diğerine teslim olma alışverişi vardır. İlişkinin ilerlemesi için enerjinin bu ileri geri dansı iki yöne doğru sürekli devam etmelidir. Sevgililer ne zaman ilişkide bir araya gelseler sevgilerinin sınırları olduğunu deneyimleyeceklerdir. Bu sınırları kabul ettikten sonra ilişkileri gerçekçi ve sürekli bir hale gelebilir. Buna ek olarak eşler kendi köken aileleriyle sorunlarını çözdükçe, ilişkilerinde karşılıklı olarak daha rahat iletişim kurarlar ve aşkları olgunlaşır. 30’lu yaşların başlarında olan Güney Amerikalı Claudia, çocuklarının kendisine ait sorunları taşıdıklarından endişe duymaktaydı. Dizimde kendisiyle kocasını yan yana, çocuklarını da hemen önlerine yerleştirdi. Ancak çocukların sırtı onlara dönüktü ve hepsi aynı yöne bakmaktaydı. Anne de baba da kendilerini rahatsız hissediyorlardı.
Ailesi hakkında biraz daha bilgi istediğimizde Claudia’nın annesinin 20 yıldır şizofren olduğunu öğrendik. Anneyi dizime eklediğimizde Claudia ağlayarak ona sarıldı. Çocukları çiftin yanına, kendilerini daha iyi hissettikleri yere yerleştirdik. Bu şekilde anneyle baba yüz yüze geldiler, annesi de Claudia’nın yanında durdu. Kocası bir karmaşa yaşadığını belirtti ve amcasının şizofreni hastası bir erkek kardeşi olduğu ortaya çıktı. Babasını yanına yerleştirdiğimizde kendini daha iyi hissetse de karısına fazla yaklaşamadı. Her ikisi de aileleri adına yük taşıdıklarını ve bu kilitlenmelerin birbirlerine fazla yaklaşmalarına izin vermediğini gördüklerinde aralarında yeni bir denge kuruldu ve bu da belirli bir rahatlama getirdi. Diğerine ve diğerinin ailesi için yaptığına saygı duyarak aralarında belli bir mesafeye razı oldular. Bir sonraki adımda Claudia’nın, annesinin çektiği acıyı görmesini, ona teşekkür ederek onunla arasına mesafe koymasını istedik. Böylelikle annesine yardım etme ihtiyacından kurtulabilecekti. Claudia annesine “Benim için yaptıkların yeterli, sana teşekkür ederim. Artık yaşamımı gayet iyi idare ediyorum. İki oğlum var ve onlarla gurur duyuyorum” dedi. Gururla oğullarına baktı ve kendi sorunlarını onlara aktarma endişesi taşımadan onlara gülümseyebildi.
Dengesi Bozulan Sevgi
Her iki tarafın hayal dünyasında yaşadığı bir ilişki sorunlu olabileceği gibi uyumlu da olabilir. Ancak eğer bir taraf hayal dün-yasındayken diğer taraf uyanıyor ve bilinçleniyorsa sorun çıkması kaçınılmazdır. Eğer birlikte kalırlarsa iki olasılık söz konusudur: Ya daha az olgun eş, diğerindeki değişimle cesaretlenerek kendini geliştirmek ister ya da daha olgun olan eş, geri adım atarak ödün vermeye başlar. Ayrılık korkusu fazla ise ikinci olasılık gerçekleşecektir. Gerçek olgunluk ise kişinin ayrılık korkusuna yenik düşmeden, kendi başına kalmaya hazır olmasıdır. Günümüzde bir ilişkinin yürümesi ve sağlıklı gelişmesi için, balayı döneminden sonra, her iki eş için de ilişkinin öncelik haline gelmemesi gereklidir. Aksi halde bu, diğer kişiyi gözünde büyütmek, ondan çok şey istemek ve ona da çok vermek anlamına gelir. Sonuçta siz de, eşiniz de beklentileri karşılayamadığınız gibi ilişkiyi çıkmaza sürükleyen bir gerginliğe neden olursunuz. Başka bir ifadeyle: Sevgilinizi kendinizden ne kadar yükseğe yerleştiriyorsanız onu o kadar ebeveyniniz yapıyorsunuz demektir. Romeo ve Juliet ya da Sinderella ile Beyaz Atlı Prens gibi birbirini yücelten iki “olağanüstü” insan arasındaki ilişki muhtemelen kısa sürer ama sıradan zaafları olan iki sıradan insanın beraber gelişme şansları yüksektir. Eğer danışan, sevgilisinden ayrılıp ayrılmama sorunuyla danışmanlık seansına gelirse, hangi yolun olgunlaşmaları için daha doğru olduğuna bakmak gerekir. Sevgilisiyle birlikte kalıp deneyimledikleri zorlukları beraber göğüslemeleri, çatışmayla baş edebilecek yetiyi geliştirerek evlilikte tek başına ayakta durma gücünü bulmaları mı daha doğrudur? Yoksa er ya da geç her ilişkinin bir sonu olduğunu anlayıp birbirleriyle işlerinin bittiğini ve artık yollarının ayrıldığını kabullenmeleri mi? Karşılarına çıkan ilk engelde eş değiştirmek, sevgi bittiği halde diğerine yapışıp kalmak kadar çocukçadır. Her ikisi de ebeveynden birine bağlılığın devam ettiğini gösterir — çoğunlukla erkek annesine, kadın da babasına bağlıdır. Doğası gereği sevgi değişken bir olgudur. Kadınla erkek arasındaki sevgi diğer sevgi türlerinden daha da değişkendir. Ebeveynle çocuk arasındaki ilişki biyolojik olduğundan daha sağlamdır. Kendi seçimimiz değildir. Doğumla kurulmuştur, dolayısıyla değiştirmek elimizde değildir. Ancak bir kadınla bir erkek arasındaki ilişki özgür seçimle olur. Seçimi kendimiz yaparız, işte bu nedenle bu kadar hassas bir denge söz konusudur. Bizi bir araya getiren gizem bizi her an birbirimizden uzaklaştırabilir de. Bu hassas denge aşkla gelen endişeyi de açıklar; bu kadar hassas bir şey kolaylıkla bozulabilecektir. “Bir ilişkide artık büyüyemiyorsanız ayrılma zamanı gelmiştir” cümlesi, ilişkiler hakkında söylenecek son sözdür.
Eski Eşleri Saygıyla Anma
Bir aşk ilişkisini öfkelenmeden ve çirkin davranışlara kapılmadan bitirebilmek gerçek bir sanattır. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını anladığınızın, ikinizin de yeni durumu kabullendiğinizin ve ayrı yollarda ilerlemekte anlaştığınızın göstergesidir. Özen gerektiren bu dönemde, ayrılığa neden olan davranışlarınızın sorumluluğunu almak ve kendi sorumluluğunuzdan ne daha azı ne de daha fazlasını taşımamak çok önemlidir. Daha azını taşımak, çocuk gibi davranıp suçu diğerine yüklemektir; daha fazlasını taşımak ise haksız bir sorumluluğu yüklenerek, eşinize sorumluluk bırakmayıp ona çocuk muamelesi yapmaktır. Geçmiş ilişkilerin yükünü taşıdığınız sürece gelecek ilişkileriniz de yürümez. Ailenizle oluşturduğunuz olumsuz bağ nedeniyle onlardan kopamamanız gibi eski sevgilinizi, “eğer farklı davransaydı beraberliğimiz sürerdi” şeklinde suçlamak da hâlâ bir hayal dünyasında olduğunuzu gösterir. Tayvanlı Lin Shu’nun ilk evliliğinden 21 yaşında bir oğlu ile 17 yaşında bir kızı vardı. Çocuklarıyla birlikte ikinci kocasıyla yaşıyor ama ilk eşine hâlâ öfke duyuyordu. Dizim öncesindeki konuşmamızda kendisi 10 yaşındayken annesinin intihar ettiğini öğrendik. Dizimi açtığımızda ilk eş resmin dışındaydı -yani dışlanmıştı. İkinci eş sanki çocukların babası oymuş gibi asıl babanın durması gerektiği yerde durmaktaydı. Danışanın temsilcisi ise kendi de bir çocukmuş gibi çocuklarının yanında duruyordu. İkinci eş de, çocuklar da kendilerini son derece rahatsız hissediyordu. İlk kocayı dizime ekleyerek onu tüm grubun karşısına yerleştirdiğimizde herkes rahatladı. Çalışmanın devamında Lin Shu’nun, dışladığı ilk eşini saygıyla anmasına ve bilinçsizce annesini ölümünde izlemek isteğinden dolayı ilk eşine kendini verememesinin sorumluluğunu üstlenmesine yardımcı olduk. Bu yeni anlayış hem danışanın hem de ilk eşin birbirlerine açılmalarını sağlayarak ayrılıkları hakkındaki suçlamaları ortadan kaldırır. Sonraki adım Lin Shu’nun bir anne olarak sorumluluk almasına yardımcı olmaktı. Kendi annesi bunu yapamadığından intihar etmişti. Burada davranış kalıplarının kuşaktan kuşağa nasıl geçtiğini görürüz. Tıpkı annesinin kendinden önceki bir aile bireyini izlediği gibi, kendisi de annesini izlemekteydi.
Lin Shu’ya güç vermek için annesine duyduğu öfkeden kurtulmasına ve onu sevgiyle bırakmasına yardımcı olmamız gerekiyordu. Bunu ancak annesinin kendi köken ailesiyle kilitlendiğini anladığında yapabilecekti. Bu süreç içinde çocukların rahatlayıp rahatlamadıklarını ve annelerine güvenmeye başlayıp başlamadıklarını adım adım gözlemledik. Çocukların tepkileri, Lin Shu’nun annelik sorumluluğunu üstlenip üstlenmediğini açıkça gösterecekti. Bu dizim, kişinin kendi ailesinden taşıdıkları yüzünden bir ilişkinin nasıl sona erdiğini gösteriyor. İyileşmenin ancak şimdi, şu anda gerçekleşebileceğini ve her iki eşin de huzur bulmaları için geçmişleriyle kilitlenmelerini kabul etmeleri gerektiğini de ortaya koyuyor. 42 yaşında olan Amerikalı Renee, kocasından ayrılmıştı. 13 yaşındaki kızları babasıyla kalmıştı. Kocanın daha önceki evliliğinden üç oğlu vardı. Renee, 4 aylıkken annesi tarafından evlatlık verilmişti. Temsilcilerin yerleşimi Renee’nin kızının dizimde fazla “büyük” olduğunu gösteriyordu. Annesine de babasına da kızgındı. Babasının ilk eşiyle özdeşleşerek babasına kızgın bir sevgili gibi davranmakta, Renee’nin kendisini evlatlık veren annesine duyduğu öfkeyi tekrarlayarak annesine de onu bıraktığı için kızmaktaydı. Bir süre sonra babanın ilk eşini dizime dahil ettik.
Kız, özellikle de babası ilk eşine duyduğu sevgiyi dile getirdiğinde rahatladı. Danışan olan anne, bu kadına, “İlk eş olarak seni tanıyorum. Lütfen kızıma dostça bak” diyerek onu ilk eş olarak onurlandırdı. Sonraki adım, Renee’nin, kendisini dünyaya getirdiği için teşekkür ederek annesiyle barışmasını sağlamak ve annenin kendisini verme kararını kabul ederek ondan uzaklaşmasına yardımcı olmaktı. Böylece kendini evlatlık alan anneye yönelebilecektir. Renee kendi kızına bakarak ona, “Seni vermedim” ve “Ben de başta anneme kızgındım” dedi. Bu Renee’ye güç verirken kızının da öfkesinden sıyrılıp ona doğru ilerleyebilmesine yardımcı oldu. Sonunda danışan, kızına gururla bakabildi. Kızı artık annesine yakın durmaktan hoşnuttu. Bundan böyle annesiyle beraber yaşamasının kendisi için daha doğru olacağı da ortaya çıkmıştı. Bu örnek, eski eşleri onurlandırmanın önemini gösterdiği gibi eşlerin yarım kalmış işlerinin ilişkilerini nasıl engellediğini de gösterir. Aynı örnekte, aileden bir çocuğun —Renee’nin kızı— ebeveynden birinin eski eşiyle nasıl özdeşleştiğini de gördük. Eski eş bir kayıp yaşamıştır ve kolektif vicdan bunu dengelemek için sonraki evlilikten olan çocuğun eski eşi temsil etme işini üstlenerek ebeveynine karşı kızgın ya da üzgün bir sevgili gibi davranmasına neden olur. Renee’nin ilişkisinin devam etmemesinin iki nedenine göz atalım: Renee, ikinci eş olarak, kocasının ilk karısına vefa duyar ve kendini kocasına tam olarak veremez —bu duruma özellikle ilk evlilikten çocuklar olduğunda rastlanır. Kendini tam olarak ilişkiye veremeyecek bir adam seçer. Onu bebekken evlatlık veren öz annesine duyduğu bağlılıktan dolayı kendini kocasına tam olarak veremez. Bu olay boşandıktan sonra kızını neden yanına almadığını açıklar — annelik gücüne ihtiyaç duymaktadır. Buradaki en önemli hareket danışanın, kendisini dünyaya getirdiği için annesine teşekkür ederek onu bırakmasıdır. Sonraki adımlar nispeten kolaydır: İlk eşten kızına dostça bakmasını istemek, kocasına kendisiyle bir çocuk sahibi olduğu için teşekkür etmek, ikisinin de ilişkiye kendilerini tam olarak veremeyeceklerini kabul ederek artık bir anne olarak çocuğunu desteklemeye hazır olduğunu ifade etmek.
Barış İçinde Ayrılmak
Eski eşten barış içinde ve sevgiyle ayrılmanın yolu, danışanın eski eşe şükran duyabilmesinden geçer. Bu da ancak, danışanın ilişkide yaşananları gerçekçi olarak kabul etmesi ve kendine düşen sorumluluğu üstlenmesiyle mümkündür. Eğer gerçek ifade edilir ve durum tüm gerçekliğiyle kabul edilirse yukarıdaki örnekte olduğu gibi her iki eş de rahatlayacaktır. Diğer durumlarda, danışanın eski eşine şu cümleleri söylemesini isteyebilirim: “Beraber geçirdiğimiz zamanı şükranla anıyorum. Verdiklerin için sana teşekkür ederim. Benimle kalacaklar. Sana verdiklerimi de sevgiyle verdim ve seninle kalabilirler. Yaşadığımız zorluklarda kendi payımı üstleniyor, senin payını da sana bırakıyorum. Artık yoluna gidebilirsin. Lütfen bırak, ben de yoluma gideyim.” Kimi zaman da kişinin, “Senin izlediğine de, kendi izlediğime de saygı duyuyorum” cümlesini söylemesini isterim. Burada “izlemek” sözüyle kastettiğimiz bazen yaşamımızı yönlendiren bizden büyük bir güç, bazen de köken ailedeki kilitlenmelerdir. Bazen de danışanı eski eşinin önüne yerleştirerek bir zamanlar birbirlerine duydukları sevgiyi onurlandırması için ifade edilmesi gerekenin ne olduğunu sorarım. Eski eşin temsilcisinin gösterdiği tepki, danışanın onu yürekten onurlandırıp onurlandırmadığını ortaya koyar. Eski eş onurlandırıldığını hissettiğinde her türlü bağı geride bırakıp resimden çıkmaya hazırdır. Bu, ayrılmanın sevgi dolu yoludur. Bu deneyimler bize, eski eşler yollarını ayırsa bile sevgi dolu bir tavrın sürebileceğini gösterir. Sevginin birlikte ya da ayrı olmakla bir ilişkisi yoktur. İlişkide olmakla birine karşı sevgi dolu olmak iki ayrı şeydir. Bunu boşanmış ebeveynlerde görebiliriz; artık ilişkide olmasalar bile çocuk sahibi oldukları için aralarındaki güçlü bağ devam eder. Deneyimlediğimiz pek çok seansın bize tam bir ayrılığın ancak sevginin kabulüyle gerçekleşebildiğini gösterdi. Diğer bir deyişle gerçek sevgi özgürleştirir.
Sevginin Kökleri – Svagito R. Liebermeister