Yüzyılı aşkın bir süre önce, modern psikolojinin kurucusu Sigmund Freud, çocuk-ebeveyn ilişkisinin psikolojik gelişimimizi en ince ayrıntısına kadar etkilediğini fark etti. Özellikle annemizle ilişkimizin bizi besleyip büyüttüğü kadar, nevroz, karmaşa ve ümitsizliğe de neden olabileceğini keşfetti. Böylece tüm psikolojik sorunlarımızdan annemizi sorumlu tuttuğumuz bir sürece girdik. Barındırdığı doğruluk payı, sorunlarımızın faturasını annelere kesmenin moda haline gelmesini körükledi. Terapi gruplarında ebeveyni, özellikle de anneyi suçlamak mutsuzluğumuzun alışılagelmiş izahı oldu. Derken, 1960’larda R.D. Laing ve Thomas Szazz gibi öncü psi-kiyatristler, yalnız ebeveynleri değil, tüm aile dinamiğini anlamaya çalışarak, küçükken aile ortamında deneyimlenen çelişkili mesajların nevrotik ve psikotik davranışlara neden olduklarını fark ettiler. Sorunlu çocukları ve mutsuz yetişkinleri, aile sisteminin bir parçası olarak tedavi etme yöntemi, psikoterapi dünyasında çoğunluk tarafından hızla benimsendi. Üzerinde düşündüğümüzde, bu söylenenler kulağa hiç de mantıksız gelmiyor.
Kuantum fiziğinde de gördüğümüz gibi, karmaşık sistemlerin atom parçacıklarından oluşan bölümleri, birbirleriyle karşılıklı etkileşim halindedir. Aynı şey küresel hava hareketleri, besin zincirleri ve insanlık ailesi gibi tüm büyük sistemler için de geçerlidir. Aile sistemlerini yöneten kurallar ve etkenler, Virginia Satir ve diğerleri tarafından daha da geliştirildi. 1990’larda, yenilikçi Alman psikoterapist Bert Hellinger, aile ve kurumlarla yapılan çalışmalara yepyeni bir boyut katarak dünya çapında dikkatleri üzerine çekti. Günümüzde 25 ülkede kurum ve aile dizimleriyle çalışan danışmanlar, terapistler ve pratisyenler Hellinger yaklaşımını kullanmakta. Klasik psikanaliz eğitimi almış olan Hellinger, psikolojik gözlem ve aile sistemi teorisini bir araya getirdi. Bunları, misyonerlik yıllarında gözlemlediği Güney Afrika’daki Zulu kabilelerinin aile ilişkilerine yaklaşımlarına ilişkin kişisel deneyimiyle bütünleştirdi. Bu farklı öğeleri bir araya getirerek, kısa ve etkin bir terapi sistemi olan Aile Dizimi ya da Sistemik Dizimler terapisini oluşturdu. Hellinger, yeni yönteminde, Jacob Moreno’nun geliştirdiği psi-kodrama ile Virginia Satir’in yarattığı aile heykelinin bazı öğelerini olduğu gibi, bazılarını da değiştirerek kullandı. Psikodrama, katılımcının çocukluğundaki duygusal sorunları sahnelemeyle ortaya çıkarır. Danışanın kendisi, bir grup katılımcıyla birlikte aile rollerini sanki sahnedeymişçesine canlandırırlar. Amaç, danışanın sorunlarını ortaya çıkarmak ve çözümlemektir. Çoğu zaman, ailede o sırada yaşanmakta olandan daha sağlıklı ve olumlu çözümler ortaya çıkar. “Aile Sistemi Terapisi’nin Anası” olarak bilinen Satir’in aile heykelinde katılımcılar, ailede yaşanmış olayları daha sembolik bir yöntemle canlandırırlar. İnsanlar arasındaki mesafelerin ve duruş şekillerinin, kişilerin birbirleriyle ilişkilerine ayna tuttuğunu ilk fark eden Satir olmuştur. Satir, çalışmalarına, katılımcının gerçek ailesini kullanarak başlamıştır. Ancak aile bireylerinin gelmediği bir gün, onlar için rasgele seçtiği temsilcilerin, aile bireylerinin duygularını aynı şekilde hissettiklerini keşfetti. Hellinger, gerçek aile bireyleri yerine sadece temsilcilerini kullanarak ve hatta onlara katılımcının kişisel yorumundan etkilenmeden, yalnızca içlerinden geldiği gibi davranma özgürlüğü vererek Satir’in bu keşfini bir adım daha ileri götürdü. Hellinger, aynı zamanda, transaksiyonel analizin kurucusu, Kanada doğumlu psikiyatrist, Eric Berne’in de çalışmalarından yararlandı. Berne, herkesin çocukluğunda yaratılmış gizli bir “yaşam senaryosuna” göre hareket ettiğini ve bu senaryonun günışı-ğına çıkarılıp bilincine varılırsa, değiştirilebileceğini gözlemlemişti. Ancak Berne, danışanın kişisel yaşamının gerisine bakmamıştı. Hellinger ise kişinin bu “yaşam senaryosunu” önceki nesilden devralıp sanki kendi yazgısıymış gibi sahiplendiğini fark etti. Gizli yaşam senaryosunun keşfiyle hem Berne hem de Hellinger “çözüm cümleleri” üreterek, kişiye belirli bir senaryonun bağlayıcılığından çıkmasında yardımcı oldular. Hellinger’in çalışması diğer terapi yöntemlerine çok şey borçludur. Ancak, Aile Diziminin parçalarının toplamından çok daha fazla olduğunu belirtmekte fayda var. Kendi içinde organik bir yapıya sahip olan bu sistem, bugüne kadar tasarlanmış en derin ve güçlü terapilerden biridir. 20 dakikalık kısacık bir seansta bile ailemiz ve kendimiz hakkında derin gerçeklerle yüzleşip yaşamımızın daha iyiye doğru gitmesini sağlayacak radikal değişimlerle iyileşme, dönüşüm ve özgürleşme yaşayabiliriz.
Dizim Nedir?
Aile Dizimi tekniği basit görünüşüyle insanı yanıltır. Aile dinamiğini görmek isteyen bir kişi, içlerinden aile bireyleri ile kendisine temsilciler seçeceği bir grup insanla bir araya gelir. Temsilcilere hiçbir açıklama ya da talimat vermeden onları içinden geldiği şekilde aile bireylerinin “yerlerine” yerleştirir. Böylece önümüzde bir ailenin portresi belirir: Her bir aile bireyinin diğeriyle yakınlık derecesi, birbirlerine duydukları sevgi, acı veya uzaklık hissi hakkında bilgi veren bir görüntü ortaya çıkar. Dizimde yer alan temsilciler, hiç tanımadıkları ve haklarında bilgi sahibi olmadıkları halde, yerlerini aldıkları aile bireylerinin duygularını çok kısa bir süre içinde hissetmeye başlarlar -bu olgu aile bireylerinin bildirdikleriyle birçok kez doğrulanmıştır. Temsilcinin, yerini aldığı aile bireyine ait bir fiziksel rahatsızlığı hissetmesi ve yaşamasına da oldukça sık rastlanır. Bir seferinde, katılımcının dedesini temsil eden kişi, sağ bacağında güçlü bir acı duyar. Sorguladığımızda dedenin savaş sırasında bacağından yaralandığını öğreniriz. Bir başka sefer ise boğazında acı hisseden temsilci, temsil ettiği kişinin boğularak öldüğünü öğrenir. Sık sık rastlanan bir başka olgu ise, temsilcilerin içlerinden gelen sözlerin tam da temsil ettikleri kişinin söyleyeceği türden sözler olmasıdır. Nasıl olduğunu mantıklı bir şekilde açıklayamasak da, bu eşzamanlılık olgusuna Aile Diziminde öyle sık rastlanır ki artık kanıksanmıştır. Sanki rasgele seçilen kimselerin, temsil ettikleri insanların hisleri ve
algılarına ulaşabildikleri özel bir enerji alanı vardır. Bir aile sisteminin enerji alanına ayak basarak, o sistemdeki ilişkilerin gerçeklerini anında algılayabiliriz. Bu olgu değişik uzmanlarca “morfojenetik alan”, “bilgilendirici alan” veya “bilme alanı” olarak adlandırılır. Seans sırasında, temsilciler yerlerini değiştirip verilen kısa cümleleri tekrarlarlar. Bu cümleler aracılığıyla temsil edilen aile bireylerinin arasındaki ilişkiler, gerçek boyutlarıyla ortaya çıkar. Seans ilerledikçe temsilciler birbirlerine göre konum değiştirerek kendilerini en rahat hissettikleri konumu bulurlar. Danışan, seansın büyük bölümünde edilgen bir gözlemci olarak kalsa da, çoğunlukla sona doğru kendi temsilcisiyle yer değiştirerek dizime katılır. Katılımı nasıl olursa olsun, çoğunlukla bu kişi, ailesiyle ilgili yaşadığı endişe, sorunlar ve baskı konusunda yeni bir bakış açısı kazanır ve rahatlar. Diğer bir deyimle, Aile Dizimi, çok kısa bir sürede danışanı olumlu bir iyileşme sürecine sokan oldukça etkili bir yöntemdir.
Kolektif Alanın Parçasıyız
Bu çalışmada deneyim kazandıkça, yoktan var olmuş, soyutlanmış bireyler olmadığımızı anlarız. İstesek de istemesek de ait olduğumuz aile sisteminin ayrılmaz bir parçasıyız. Ailemizin bizi büyüttüğü toplum ve kültürün de iliklerimize işleyerek bizi doğrudan etkilediğini keşfederiz. Bire bir terapiler danışanı soyutlar. Danışanın yaşamını şekillendirmiş ilişkiler üzerine onunla kendi başına, birey olarak çalışılır. Aile Dizimi ise bütüne bakar. Tıpkı zihin-beden ilişkisini dinamik bir sistem olarak ele alan holistik (bütüncül) tıp gibi, Aile Dizimi de bireyi, organik bir bütün olan aile sisteminin parçası olarak ele alır. Seans sırasında terapist, aile üyelerinin yerlerini veya birbirlerine söyledikleri cümleleri değiştirdiğinde, temsilcilerin bu değişimden nasıl etkilendikleri açıkça görülür. Örneğin, dizimin başında aile bireylerinin göremeyeceği bir noktaya yerleştirilen danışanın ölmüş erkek kardeşi, ailenin merkezine, herkesin görebileceği bir noktaya getirildiğinde, yarattığı etki yalnızca söz konusu temsilci üzerinde değil, tüm aile bireyleri üzerinde gözlemlenebilir. İnsanlar bariz bir rahatlamayla derin nefes alabilir ya da tam tersine rahatsız olup ağlamaya başlayabilirler. Aile Dizimi seansına katılan herkes, duygusal olarak bağlı olduğumuz kolektif alanın bir parçasını içimizde nasıl barındırdığımızın daha fazla bilincine varır. Huzurlu bir yaşama giden yolun, kendimiz ve ait olduğumuz geniş sistemle daha büyük bir ahenk içinde olmaktan geçtiğini anlarız. Aile Dizimi çalışması, kimsenin kendi başına bir ada olmadığını anlamamızı sağlar. Hiçbirimiz bağsız, soyutlanmış varlıklar değiliz. Bu dünyaya ailemizden bağımsız geldiğimiz ve bizden sonraki nesillerden de bağımsız olduğumuz düşüncesi bir yanılsamadır.
Her birimiz, özellikle de aile bireylerimiz ve onları tanıyalım, tanımayalım atalarımızla bağlantılıyız. Aile Dizimi bu deneyimi bize ilk elden yaşatır. Aile Dizimi, biz farkında olmaksızın yaşamımızı etkileyen atalarımıza kalbimizi açmamızı sağlayarak nesiller boyunca bize akan yaşam gücüyle köklerimizi derinleştirmemizi sağlar.
Aile Diziminden Kimler Yararlanır?
Öyle ya da böyle her birimizin bir ailesi vardır. Farkında olmasak da ailemizle ilgili çözümlenmemiş bir şeyler taşırız. Kısaca, annesi ve babası olan herkesin bu terapi yaklaşımından kazanacağı bir şey vardır. Hellinger yaklaşımına göre aile üyelerinin dizimini yapma fırsatı bulan herkes, aile bireylerinin birbirleriyle ilişkilerinin gerçeğe uygun bir şekilde yansıtıldığını ve saklı kalmış, kendisi için önemli bir mesajın gün yüzüne çıktığını fark eder. Ancak Aile Dizimi seansının tek konusu aile sorunları değildir. Bir sevgili bulamamanız ya da ilişkilerinizin kısa süreli olması; sevmediğiniz bir işte çalışıyor ya da geçim zorluğu çekiyor olmanız; hatta psikosomatik kökenli bir hastalığınızın olması ya da yaşamı boş ve anlamsız bulmanız gibi ailenizden bağımsız görünen sorunları da kapsar. Aile Dizimi yöntemiyle, yaşamınızda duygusal ya da işlevsel zorluğa neden olan her şeye bakabiliriz. Bu psikolojik zorlukların çoğu çözümlenmemiş aile sorunlarına dayanır. Mutlu yaşamamızı engelleyen sorunlar nedensiz ortaya çıkmazlar. Kişisel sorunlarımın, beraber büyüdüğüm insanlar ve önceki nesilleri de kapsayan genel bir uyumsuzluktan kaynaklandığını görmek rahatlamamı sağlar.
Aile Dizimi Oluşturmak
Diyelim danışan kişi, Aile Dizimi terapistine bir sağlık sorunu nedeniyle geldi. Örnek olarak, kökleri psikolojik sorunlara dayanan ve sık görülen bir cilt hastalığı olan sedef hastalığını ele alalım. Danışan, kocası ve çocuklarını içeren güncel ailesinin değil de içine doğduğu köken ailesinin dizimini yaparak hastalığı hakkında bir şeyler anlayacağını düşünüyor olsun. Dizimi oluşturmak için terapist öncelikle, danışanın köken ailesindeki önemli bireylerden biraz daha fazla sayıda kişiden bir grup oluşturur. Seansın başında danışan babası, annesi, kendisi ve belki de aile sistemine dahil olan bazı önemli bireyler için gruptan temsilciler seçer. Sonradan başkalarını da ilave etmesi istenebilir. Kimlerin önemli olduğuna ileriki sayfalarda değineceğiz. Danışan, sezgilerini dinleyerek her temsilciyi ellerinden tutar ve mekandaki alana yerleştirir. Bunu yaparken hiçbir şey söylemez ve tamamen içinden geldiği gibi, onları uygun gördüğü yönlere doğru yerleştirir. Temsilciler konuşmazlar ve özel bir şekilde durmaları istenmez. Her kişi yerleştirildiği yerde ayakta durur. Bu, dizim yapmanın klasik yoludur. Danışanın, aile içindeki ilişkiler hakkındaki içsel kanısı, mekanı kullanmasıyla kendiliğinden ortaya çıkar. Bir grubun olmadığı bireysel seanslarda terapist yastık, iskemle, kağıt, hatta ayakkabı gibi çeşitli nesneleri aile bireylerini temsil etmek için kullanabilir. Ancak aile sistemi bir grup çalışması kapsamında ele alınıyorsa aile bireylerini diğer katılımcılar temsil eder. Danışan bir kez ailesini dizdikten sonra oturur ve olan bitene edilgen bir gözlemci olarak katılır. Temsilcilerin yerlerini almalarıyla aile bireyleri arasındaki ilişkiler ortaya çıkmaya başlar. Terapistin ya da uygulayıcının işlevi, ailesinin diziminin gösterdikleri ışığında danışanın sorununun nereden kaynaklandığını bulmaktır. Böylece çözüme doğru bir hareket başlatabilir. Bu hareket sırasında temsilcilere bulundukları konumda ne hissettiklerini sorar ve onları sistem içinde daha uyumlu hissedecekleri şekilde yeniden yerleştirir. Şu anki amacım sistemin temel işleyişini göstermek olduğundan, bu örneği daha ileri götürmeyeceğim. Kitabın ilerleyen bölümlerinde seansların nasıl geliştiklerini görmek için pek çok fırsatımız olacak.
Tek Seans Metodu
Dizim, danışanın kendi sorununu anlamak veya içgörü kazanmak için samimi bir dürtüsü ya da acil ihtiyacı olduğunda en iyi sonuca ulaşır. Çoğu danışan, gerçek sorununun ne olduğunu bilmese ve ortaya çıktığında şaşırsa da, dizimi ne amaçla istediğini bilmesi çözüme yardımcı olur. Aile Dizimi, bir dizi seanstan değil, tek bir seanstan oluşur. Terapist ya da uygulayıcı — bu terimleri dönüşümlü kullanacağız -aile içindeki bir dinamiği ele alarak, danışanın ortaya çıkan çözümü anlamasına ya da yaşanan değişimi içselleştirmesine yardımcı olur ve seansı noktalar. Böylece yaşanılan deneyimi danışanın kendi kendine ve kendi zamanında içselleştirmesine olanak tanır. Bir süre sonra danışanın bilincinde yeni bir farkındalığın belirmesiyle yeni bir dizim ihtiyacı doğabilir. Ancak bu da kendi başına tek bir dizim olarak ele alınır. Aile üyelerini temsil eden katılımcıların daha önceden bir deneyime ya da danışanın geçmişi hakkında bir bilgiye sahip olmaları gerekmez. Genelde temsilcilerle temsil edilenlerin aynı cinsiyette olmaları dışında kimin kimi temsil ettiğini önem taşımaz. Seanstan sonra danışanın yapması gereken bir çalışma yoktur. Seansın, danışan üzerinde bıraktığı iz, bilinçaltının derinliklerinde sessizce etkisini gösterir. Danışanın kendi içinde derin bir yerle temasa geçmiş olması yeterlidir. Danışan dizim ertesi kendi aile dinamiğine ilişkin yeni anlayışı doğrultusunda yaşamında birtakım değişiklikler yapmak isteyebilir. Ancak bu entelektüel bir karar veya planla değil, kendiliğinden olacak, bir değişim söz konusuysa varlığının derinliklerinden yükselip onu ele geçirecektir. Değişimi başlatan anlayışımızın derinliğidir. Ağzınıza götürdüğünüz eriğin aslında bir taş olduğunu anladığınızda onu çiğnemezsiniz. Kişisel geştaltınızın değişmesine neden olan bir anlayışın sonunda artık eskisi gibi davranamayacağınızı bilirsiniz. Bazı aile çatışmaları göz ardı edemeyeceğiniz şekilde ortaya dökülmüş olabilir. Bunları değişik bir açıdan görerek nasıl davranmanız gerektiğini kavrayabilirsiniz. Dizim sırasında olanları algılayışınızın ve kabul edişinizin derinliği çok önemlidir. Diyelim seans sırasında eski eşiniz ve kızınızla ilişkiniz konusunda bir şey açığa çıktı. Seansın ardından kendi kendinize “kızımın sorumluluğunu daha fazla üstlenmeliyim” kararını verebilirsiniz. Bir baba olarak, kızınıza bundan böyle daha fazla destek vermek artık doğru gelebilir. Aile Dizimi terapisi, sorunları geleneksel psikoloji gibi “çalışarak çözme” tutumunu benimsemez. Bu terapi yönteminin farklı bir yolu vardır. Danışan, dizime kendisi için bir şeyin “çözülmesi” fikriyle başlayabilir. Ancak çalışmanın ana hedefi, kendimiz ve ailede yaşanan kilitlenmeye ilişkin gerçekle yüzleşmektir. Anlamlı bir şey görürüz ve bu kendi içinde yeterlidir. Genelde seanslarda ilişkiler değişir ve insanlar çözüme doğru ilerlerler ama böyle olmadığı zamanlar da vardır. İnsanlar sadece huzur ve uyumun önemli olduğunu düşünme eğilimindeler. Bunu anlayışla karşılasak da sığ bir düşünce olduğunu yadsıyamayız. Zor bir durumda kaçmadan kalabilmek ve anlayış ile içgörünün kendi süreçleri içinde olgunlaşmalarını beklemek daha doğrudur. Bazen terapist, dizimde hiçbir değişim olmadan dizimi sona erdirebilir. İstenilen sonuca ulaşmak için gerekli hareket tam da bu olabilir. Bizzat Hellinger pek çok kez danışana “Senin için bir şey yapamam” demiştir. Bu cümle kulağa ağır gelse de danışanı çözüme götürecek hareketi başlatacak yegane yol olabilir. Genelde gerçek değişim seanstan sonra olur, seans sırasında değil. Diğer bir deyişle, kendinize ilişkin eski, katı inanç ve fikirlerinizden kurtulursunuz. Daha doğal, daha özgür ve özgün olduğunuzu hissettiğinizde yaşamın büyük güçleri artık sizi yönlendirebilir. İçsel gelişim doğal bir süreçtir, planlı bir “edim” ile elde edilemez.
Tipik bir Aile Dizimi Seansı
40 yaşlarında bir Avusturyalı olan Max, insanlarla temas kurmakta zorlanmaktaydı. Kendisini içe dönük olarak tanımlıyor, iç dünyasında olup biteni ifade etmede yetersiz hissediyordu. Seansa başlamadan yaptığım görüşmede annesinin kendi babasını 3-4 yaşlarında kaybettiğini öğrendim.
25 kişilik gruptan kendisi ve ailesi için temsilciler seçip yerleştirmesini istediğimde Max, annesiyle babasını yan yana, kendini de önlerine, sırtı onlara dönük olarak yerleştirdi. Bütün temsilcilerin yüzü aynı yöne bakmaktaydı. Anne bakışlarını oğluna, oğluysa üzgün bir ifadeyle yere dikmişti. Temsilcilere nasıl hissettiklerini sordum. Anne oğlunun kendisi için çok önemli olduğunu ve kocasıyla pek ilgilenmediğini söyledi. Max’ın temsilcisi ana babasını göremediğini ve kendini çok üzgün hissettiğini ifade etti. Ölmüş büyükbabayı temsilen birini seçip oğlun önünde yere uzanmasını istedim. Anne oğluna bakmaya devam ederken oğul gidip dedesinin yanına uzandı. Anne bu durumdan rahatsızlık duydu, oğlu ise büyükbabasının yanında huzurluydu. Oğlu ayağa kaldırarak anneden kendi babasının yanına uzanmasını istedim. Anne yeni yerinde kendini iyi hissetti. Oğul ise derin bir nefes alarak babasının yanına gitti ve ona sarıldı. Herkesten ayağa kalkmalarını istedim. Anneyle babasını yüz yüze çevirdiğimde anne gözyaşlarına boğularak babasına sarıldı. Bunun üzerine herkesi yeniden dizdim. Bu dizime çözüm dizimi de diyebiliriz: Önce büyükbaba, sol yanına anne, sonra baba, son olarak da oğul. Bu noktada temsilcisini çıkarıp Max’ı dizime soktum.
Büyükbabasına bakıp önünde saygıyla eğilerek, “Sevgili dede, seni saygıyla hatırlıyorum!” demesini istedim. Sonra annesine baktı ve ona “Sevgili anne, babanın kalbimde bir yeri var. Ben sadece bir çocuğum ve babanın yerini alamam. Lütfen beni oğlun olarak gör ve babama gitmeme izin ver” dedi. Bunun ardından babasına gidip ona sevgi ve rahatlama hissiyle sarılarak “Sevgili baba, lütfen beni yanında tut!” dedi. Şimdi burada neler olup bittiğine bir bakalım: Annenin oğluna dikilen bakışları, onu oğlu olarak değil, kendi geçmişinden önemli bir insan olarak gördüğüne işaret eder. Oğlun yere bakması, bir ölüye baktığını belirtir —yere bakan kişinin ölmüş birine bakıyor olma olgusu pek çok dizimle doğrulanmıştır. Her iki gözlem de temsilcilerin hisleriyle desteklenir. Görünüşe göre oğul annesi için bir şey yapmaktadır. Annenin babasını küçük yaşta kaybettiğini bildiğimizden, Max’ın büyükbabasına baktığı sonucunu çıkarabiliriz. Sonraki bölümlerde değineceğim gibi Max, annesinin küçük yaşta yaşadığı kaybın yası tutulamamış acısını üstlenirken bir yandan da büyükbabasıyla özdeşleşmiştir. Annesinin babasını temsil ederek, annesiyle doğal olmayan duygusal bir bağ kurmaktadır. Bu bağ artık bir yetişkin olmasına rağmen annesinden ayrılmasını engeller; kendi babasıyla bir bağ kurmasını zorlaştırarak, içindeki eril güce kavuşmasına da imkan vermez. Bütün bunlar Max’ın dile getirdiği sorunu besleyen unsurlar olabilir. Başlangıçta yukarıda söz ettiklerimiz, ispatlanmamış bir hipotezden ibarettir. Geçerliğini anlamak için temsilcilerin davranışlarını gözlemlememiz gerekir. Bunun için de “kayıp” kişiyi —yukarıdaki örnekte büyükbabadır bu— dizime sokarak hipotezimizi sınarız. Eğer bu hareket temsilciler üzerinde bir etki yaratmazsa muhtemelen yanlış yoldayızdır. Ancak yukarıda olduğu gibi güçlü bir etki yaratırsa, hipotezimiz büyük olasılıkla doğru demektir. Yukarıdaki örnekte, Max’ın büyükbabasıyla özdeşleştiğini, temsilcisinin dedenin yanına gitmesinden anlarız. Bu hareketle sorunun çözümü de ortaya çıkar: Annenin kendi babasıyla yarım kalmış ilişkisini tamamlayarak onu kaybetmenin acısıyla yüzleşmesi, oğlunun da annesini bu acıyla bırakarak babasına yaklaşması gerekmektedir. Çözüme doğru atılan her adımla, temsilcilerin, özellikle de danışanın rahatlamasını tüm katılımcılar hissetmişti. Max omuzlarından ağır bir yük kalkmış gibi durmaktaydı. Tüm bunlar, doğru yolda olduğumuzu, sorunu anladığımızı, çözüme ve rahatlamaya doğru gittiğimizi gösteren işaretlerdir. Aile kilitlenmelerinin altındaki nedenleri anlamak onları çözmemizi sağlayan anahtarlardır. İlerleyen bölümlerde bunları inceleyeceğiz.
Svagito R. Liebermeister
Kaynak: Sevginin Kökleri