“NE DESEM YALAN GİBİYDİ” EDİP CANSEVER NASIL YAŞAYIP, NASIL YAZDIĞINI ANLATIYOR

Bütün Mutlulukların Toplamı…

Günlük yaşamımda başarı grafiği yönlendirir beni. Sıradan bir uğraş olmayan şiirin düzenli ve sürekli bir çalışmayla elde edilebileceği düşüncesine oldukça yabancıyımdır. Gene de bazı zaman parçaları vardır ki (yaratma gücümün ağır bastığı) zorunlu olarak günlerim belli bir uyum içinde geçer. Öyleyse yirmi dört saatimi (ya da yirmi dört saatlerimi) bu ana çizgiden hareket ederek anlatmalıyım.

Geceleri geç yatar, sabahları erken uyanırım. 5-6 saatlik bir uykum vardır. Uyanır uyanmaz hemen kalkmam. Gazetelerin gelmesini beklerim. Yatakta gazete okumak yıllardır süregelen bir alışkanlık olmuştur benim için. Sonra kalkar, boş mideye sigara içmemek için küçük bir kahvaltı (buna kahvaltı denebilirse) yaparım. Kendime bir kahve pişirir, her zamanki koltuğuma oturur (bu hiç mi hiç değişmez), ilk sigaramla birlikte kahvemi içerim. Bu arada mutlaka müzik dinlerim bir süre. Tıraş olup giyindikten sonra çalışma odama geçmeye hazırımdır. Rasgele bir ev giysisiyle ve tıraşsız olarak masama oturduğum enderdir. Bu, şiire duyduğum özel bir saygı da olabilir, onunla anlaşmak için başvurduğum bir hile de.

Artık masaya oturma vakti gelmiştir. Odama geçerim, kapımı, penceremi kapatırım. Koşullanmadığım gürültüler en büyük engelimdir. Belki garip görünecek ama, “yazma korkusu”nu gidermek için, kendimi kalemlere kâğıtlara alıştırmak gibi bir huyum da vardır.

Çalışmaya başlamadan önce kitap filan karıştırmak adetim değildir. Yani yapay etkilenmeler hiç mi hiç ilgilendirmez beni. (Hatta odamda çiçek veya dikkatimi çekecek fazlalıklar bulundurmamaya özen gösteririm. Zaten bitki cinslerini iyi bilmem. Karım, sen karanfille gülden anlarsın, diye takılır bana.) Elimin altında hazır bazı taslaklar varsa ya da uzun bir şiiri sürdürüyorsam işim hem kolaylaşır, hem de daha iyi sonuçlar alabilirim. Yeni bir şiire başlamak güçlüğüyle karşılaşmam da ondan. Çoğu kez önceden yazdıklarımı yeniden yazmayı denerim. Bu da iki türlü sonuç verir: Ya şiiri büsbütün bozarım ya da yeni boyutlar katarak zenginleştirmiş olurum. Bozmuşsam yazmayı ertelerim.

Yeni bir şiire başlıyorsam, kafamda mutlaka sözcüklere dönüşmemiş bir ses akımı vardır. (Yokuş çıkan bir kamyonun ağır temposu da olabilir bu, yüz metre koşan bir atletin hızlı temposu da.) İlk birkaç dizeyi yazdıktan sonra, onları, içinde bulunduğum ruh haline yakınlaştırarak istediğim sesi ve kıvamı elde etmeye çalışırım. Çünkü ilk dizeler hemen hemen her zaman yabancıdır bana. Diyeceğim, ruh durumunun yansısı veya izdüşümü değillerdir. Sanki dizeler benimle değil de, ben dizelerle uyuşmak, onları uysallaştırıp evcilleştirmek zorundayımdır. İlk taslağı genellikle çabuk ve kolay yazarım. Kimi zaman da bir şiir günlerce uğraştırabilir beni. Ne var ki burada ne kadar açıklamaya çalışırsam çalışayım, sonuç olarak yaratma eyleminin çok karmaşık, hatta zaman zaman yaratıcısı tarafından bile anlaşılmaz bir eylem olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. (Şiirlerimin ilk okuru karımdır. Yıllar yılı ulaşılması güç bir şiir anlama yetisi kazanmıştır. En ufak bir kusuru bile bulup çıkarıvermek işten bile değildir onun için.)

Şiir çalışmalarım öğleye, bazen de geç vakitlere kadar sürebilir. Ama çoğu kez öğle saatlerinde bitirmiş olurum işimi. Sanırım şiir yorgunluğu (yaratma yorgunluğu da diyebilirim buna) başka yorgunluklara benzemez pek. Gereksiz bir “fazla mesai” şiiri olumsuz yönde etkileyebilir.

Öğle yemeğinden sonra biraz uzanırım. Ama kesinlikle uyuyamam. Kalktıktan sonra okurum (bazen de yatakta). Kitap seçiminde çok titizimdir. Hiçbir zaman okumuş olmak için okumam.

Artık gün bitmiş, güzelim bir akşam üstü başlamıştır. (Yaz olsun, kış olsun, akşamüstleri; her zaman güzeldir. Ya sonbahar ikindileri? Onlar F. Naci’nindir, izin almadan kullanılamaz.) Dışarı çıkar, Etiler yokuşunu yürüyerek iner, bir yerde bir iki kadeh içki içerim. (Niye saklamalı, içkiyi de, meyhaneyi de çok severim.) Daha sonra evde sürdürürüm içmeyi. Bu arada müzik dinlerim, iyi bir program varsa, televizyon seyrederim biraz. Bazen de bir dostuma giderim ya da bir dostum bana uğrar, söyleşiriz. İçkiliyken sanat üzerine konuşmayı yıllar var ki bıraktım. Hele şiir okumayı oldum bittim sevmemişimdir. (Üstelik çok kötü şiir okurum.)

Sonbahar ve kış en sevdiğim mevsimlerdir. Kapalı ve yağmurlu havalarda daha iyi çalışırım da ondan mı? Belki de. Yaz ayları, yolculuk, deniz… beynimi bir teyp şeridini siler gibi siliyor artık. Gerçi kaç yıl oldu tatil filan da yaptığım yok. Aslında yolculuğu pek sevmiyorum galiba. Ya da İstanbul’u çok sevdiğim için yolculuk çekiciliğini yitirdi benim için.

Kendimi düzenli ve sürekli çalışmaya verdiğim zamanlar yukarıda anlattığım geometrik yaşam biçimim aşağı yukarı doğrudur. Ama hiç yazamadığım günler, hatta aylar yok mudur? O zaman ne yaparım acaba? Benim için tek mutluluk olan “şiir yazmak”, mutsuzluk olan “şiir yazmamak”a dönüşür ki, hemen hemen okumaktan başka olumlu bir şey yapmam, yapamam. Sait Faik’in “Ne desem yalan gibiydi” sözüne uygun bir yaşam tutturmaktan başkaca bir seçeneğim kalmaz.

Sinemayı severim. Eskiden iyi bir tiyatro seyircisiydim. Şimdilerde ise iyi bir tiyatro okuruyum. Operaya, baleye bir türlü ısınamadım. Sanırım bir eğitim sorunu bu. Söz sanatları dışında en çok sevdiğim sanat dalı resimdir.

Yukarıda “benim için tek mutluluk şiir yazmaktır” dedim. Oysa bir şiirin verdiği mutluluk olsa olsa bir gün sürer. Olsun. Belki de bütün mutlulukların toplamı bu kadarcıktır.

Ağustos 1982
Hürriyet Gösteri 21

Edip Cansever
Şiiri Şiirle Ölçmek
Şiir Üzerine Yazılar, Söyleşiler, Soruşturmalar (YKY)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz