ANDRE MAUROIS’NIN, BORGES’İN “YOLLARI ÇATALLANAN BAHÇE” İÇİN YAZDIĞI SUNUM

“Sonra, insanoğlunun başına gelen her şeyin, tam ama tastamam şimdi’de geçtiğini fark ettim. Yüzyıllar geçiyor ve yalnızca şimdiki zaman’da oluyor her şey; havada, yerin ve denizin üzerinde sayısız insan var, ama gerçekte, olup biten her olay bana oluyor…”

Jorge Luis Borges yalnızca küçük denemeler ya da kısa hikayeler yazmakla yetinmiş büyük bir yazardır. Kısalıklarına karşın, yazdıklarının olağanüstü zekice ve ince buluşlarla dolu olması, üsûp açısından son derece inceden inceye hesaplanmış, neredeyse aritmetik bir kusursuzluk taşımaları, ona ‘büyük’ sıfatını yakıştırmamıza yetmektedir. Arjantin’de doğan ve duygu ve düşünüş açısından tam bir Arjantinli olan ama kaynakları tüm dünya edebiyatında bulunan Borges’in tinsel vatanı yoktur. Onun edebiyattaki yerini saptamaya çalışırken yalnızca kimi benzersiz ve kusursuz eserleri aklımıza getirmek durumunda olmamız, Borges’in öneminin en iyi kanıtıdır. Borges, Kafka ve Poe’yla, bazan da Henry James’le akrabadır, paradokslarını ‘kişisel metafiziğine’ yansıtmasıysa onun Valery’le birinci dereceden akraba olmasını sağlar.

“Zaman sayısız geleceğe doğru hiç durmamacasına çatallanıyor. Bunlardan birinde ben sizin düşmanınızım.”

I

Sayısız denecek kadar çok ve beklenmedik esin kaynağı vardır. Borges her şeyi, özellikle de günümüzde kimsenin okumadığı şeyleri okumuştur; Kabalacıları, İskenderiyeli düşünürleri, Ortaçağ düşünürlerini…

Okuduklarından biriktirdiği bilgi derin değilse de -daha çok kıvılcımlar çaktırmak, parlak fikirler bulup çıkarmak için yararlarnır bu bilgiden- son derece geniştir. Örneğin Pascal, «Doğa, merkezi her yer, çevresiyle kapsanamayacak kadar geniş olan bir küredir, » demiş değil mi; Borges bu benzetmenin izini sürer, çağlar boyunca aldığı biçimleri saptar.

Giordano Bruno’nun 1584’te şunları söylediğini bulur çıkarır: «Evrenin tümüyle bir merkez noktası, bir orta nokta olduğunu ya da evrenin merkez noktasının ya da orta noktasının her yer, çevresinin ise kapsanamayacak kadar geniş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.»

Öte yandan Giordano Bruno, 12. yüzyılda yaşayan Fransız dinbilimcisi Alain de Lille’in bir eserinde Corpus Hermeticum’dan (3. yüzyıl) ödünç alınmış şu tanımı okumak şansına ermiştir: «Tanrı, orta noktası her yerde ve çevresi kapsanamayacak kadar geniş olan, varlığı akılla kavranabilir bir küredir.»

Çin, Arap ya da Mısır kültürlerinde böylesi araştırmalara girişmek Borges’e büyük hazlar verir ve hikâyelerinin konularını bulup çıkarmasını sağlar.

Ustalarının çoğu İngiliz’dir. Wells’e büyük bir hayranlık duyar ve Oscar Wilde’ın onu ‘bilimsel bir Jules Verne’ diye nitelemesi karşısında küplere biner … “Büyük ve kalıcı olan her kitapta belirsizlik, çokanlamlılık vardır,” der Borges; “kitap, okurunun çehresini belirginleştiren bir aynadır, ama yazar eserinin önem ve anlatımından habersizmiş gibi davranmalıdır.”

Borges’in yazarlığının dört başı mamur tanımıdır bu. «Tanrı dinbilimle uğraşmamalı; yazar da insana özgü akıl yürütmelerle sanatın bizden beklediği imanı yok etmemeli.»

Wells’e olduğu kadar, düşsel korku hikayeleri yazarı ve polisiye hikayenin babası Poe’ya ve Chesterton’a da hayrandır.

Kafka ise Borges için doğrudan bir esin kaynağı olmuştu.

Şato’nun yazarı Borges de olabilirdi, ne var ki, o bu romanı hem o şahane tembelliğinden, hem de kusursuzluk tutkusundan dolayı, on sayfalık bir hikayeye sığdırırdı. Kafka’nın öncüleri kimdi derseniz, Borges’in bilgi dağarı, size onların Elea’lı Zeno, Kierkegaard ve Robert Browning olduğunu söyleyecektir. Bu yazarların hepsinde biraz Kafka vardır, ama eğer Kafka diye bir yazar var olmamış olsa, hiç kimse bunun farkına varmayacaktı – buradan da şu son derece Borges’ci paradoksa varılır: «Her yazar kendi öncüllerini yaratır.»

Ona esin kaynağı sağlayan yazarlardan biri de İngiliz yazarı John William Dunne’dır.

Dunne zaman’ı konu edinen garip kitaplar yazmış, bunlarda geçmiş, şimdiki zaman ve geleceğin, rüyalarımızın da kanıtladığı gibi eşzamanlı olarak varolduklarını öne sürmüştür. «Schopenhauer”, diyor Borges, “yaşamımızla rüyalarımızın aynı kitabın sayfaları” olduğunu yazmıştır; onları sırayla okumak yaşamaktır; şöyle bir karıştırmaksa rüya görmek. Öldüğümüzde yaşamımızın bütün anlarını yeniden keşfedecek ve onları rüyalarda olduğu gibi keyfimizce bağdaştırabileceğiz . Tanrı, dostlarımız ve Shakespeare yardım edeceklerdir bize.”

Borges’e en büyük keyfi veren şey, “zihinle, rüyalarla, uzam ve zamanla” böyle oynamaktır işte. Oyun ne kadar karmaşıklaşırsa o kadar çok keyif alır. Sırası gelince rüyayı görenin de rüyası görülebilir…

“Zihin rüya görüyordu; gördüğü rüya Dünya’ydı.”

Demokratius’dan Spinoza’ya, Schopenhauer’den Kierkegaard’a kadar bütün düşünürlerde paradoks niteliği taşıyan entelektüel olasılıkları arar durur Borges.

II

Valery’nin not defterlerinde sık sık şöyle notlara rastlanır: «Bir korku hikayesi için konu: Kanserin tek çaresinin canlı insan eti olduğu anlaşılıyor. Sonuçları.»

Tam Borges’e göre bir ‘kurgu’ konusu. Antik ve modern düşünürleri okurken, öne sürülen bir düşünce ya da hipotezde duralar Borges. Kıvılcım çakar. Bu anlamsız koyut (postulate) mantıki sonuçlarının en ucuna kadar götürülse,» diye sorar merakla; nasıl bir dünya yaratılırdı acaba?»

Örneğin bir yazar, Pierre Menard, Don Quixote’yi -yeni bir Don Quixote değil, bildiğimiz, Cervantes’in Don Quixote’sini- yazmaya kalkışır. Yöntemi mi? « İspanyolca’yı iyi öğren, Katolik dinini yeniden benimse, Avrupa tarihini unut – kısacası Miguel de Cervantelo.»

Bu giderek öylesine mutlak bir örtüşme olur ki, 20. yüzyıldaki yazar, Cervantes’in romanını gerçekten, kelimesi kelimesine, üstelik de özgün metne hiçbir göndermede bulunmadan yeniden yazar. Borges şu şaşırtıcı sözleri söyler hikâyenin bir yerinde: Cervantes’in metniyle Menard’ınki kelimesi kelimesine birbirinin eşi olmakla birlikte ikincisi neredeyse sonsuz zenginliktedir.» Söylediklerini büyük bir başarıyla da kanıtlar yazar, çünkü görünürde saçma olan bu düşünce aslında gerçek bir olguya dikkatimizi çeker; ister Flaubert’in Madame Bovary’si ister, Cervantes’in Don Quixote’si, okurun malı olduğu andan başlayarak her roman yazarının olmaktan çıkar. Yirminci yüzyılda her okur, geçmiş yüzyılların başyapıtlarını ister istemez yeniden yazar kendince …

Çoğu kere bizi şaşkınlıktan şaşkınlığa düşürmesi gereken bir paradoks, düşünürlerin sunduğu soyut biçimiyle hiç de şaşırtmaz, etkilemez bizi. Borges böylesi bir paradokstan somut bir gerçeklik çıkarır … Metafiziği son derece çekici bulan, ama hiçbir sisteme gerçek gözüyle bakmayan Borges, her türlü metafizik öğretiyi bir zihin oyunu haline getirir. Kendinde iki eğilim olduğunu saptar: « … Biri… dini ve felsefi düşünceleri, estetik değerleri, hatta belki yalnızca büyülü, harikulade yanları için sevmek. Belki de onulmaz kuşkuculuğumun kanıtı. .. Öteki… insanın hayal gücünün sınırlı sayıda mesel ya da benzetme çıkarabileceğini baştan kabul etmek, ama bu az sayıdaki buluşun herkes için değişik anlamlar taşıyabileceğini de görebilmek.»

Bu mesel ya da düşünceler arasında bazıları Borges’i özellikle ilgilendirir. Sonsuza Dek Yinelenme ya da -Nietzsche’nin kendine çok yakın bulduğu bir konu olan- tüm dünya tarihinin döngüsel biçimde yinelenmesi izleği; rüya içinde rüya; yaşayana dakika gibi gelen yüzyıllar, yıl gibi gelen saniyeler (Gizli Mucize); yaşanan dünyanın sanrısal niteliği.

Novalis’in şu sözlerini aktarır Borges: «En usta büyücü, sanrılı düşlerini; bağımsızlık varlıkları olan hayaletler gibi gösterecek kadar güçlü bir büyüyü, kendi kendisine yapabilen büyücüdür herhalde. Yoksa bizim başımıza gelen de bu mu?»

Borges bu sözlere karşılık olarak başımıza gelenin tıpatıp bu olduğunu söyler; evreni düşleyen bizden başkası değildir.

Borges’in hikâyelerinde çatallanan yollar vardır, başka koridorlara çıkan koridorlar göz alabildiğince uzar gider. Borges bu imgeleri neden-sonuç zinciri boyunca sonsuza kadar yol alan (sonsuzluğu bir türlü tüketmeyen) ve belki de insanlık dışı bir şey olan ‘kader’ karşısında şaşırıp kalan insan düşüncesini simgelemek için kullanır. Peki neden gezinip durmalı bu labirentlerde? Gene estetik nedenler için, çünkü hep şimdiki zamanda varolan bu sonsuzlukta, bu ‘başdöndürücü simetrilerde’ trajik bir güzellik gizlidir. Biçim, içerikten daha önemlidir.

III

Borges’de biçim çoğu kere Swift’i akla getirir; saçma’yı anlatırken takınılan o ağırbaşlı hava, ayrıntılardaki kesinlik, kusursuzluk… Borges, olmayacak bir keşfi kanıtlamak üzere en titiz bir bilim adamının üslûbuna sığınır, hayal ürünü yazılarla gerçek ve kişisel bilgisini birbirine karıştırır. Koskoca bir kitap yazmaktansa, -bunu son derece sıkıcı bulur- gerçekte hiç varolmamış bir kitabın çözümlemesine girişir. Anlatılması bir iki dakika sürecek bir düşünceyi geliştirmek üzere neden beş yüz sayfa yazı yazmalı?» diye sorar Borges.

Örneğin, Tlön, Uqbar, Orbis Tertius gibi garip bir başlık taşıyan hikaye bunlardan biridir. Bunda, «oyun kâğıtlarına, konuşulan dillerine, hakanları ve denizlerine. madenlerine, kuşları ve balıklarına, cebiri ve ateşine, bütün dinbilimsel ve metafizik sapkınlıklarına» kadar hiçbir şeyi eksik olmayan, bilinmeyen bir gezegen anlatılır. Bu yeni dünya, hikâyeden anlaşıldığına göre gökbilimcilerden, mühendislerden, doğabilimcilerden, metafizikçilerden ve geometricilerden oluşan gizli bir topluluğun buluşudur. Yarattıkları Tlön adlı bu dünya yalnızca içsel yaşamın varolduğu Berkeleyci ve Kierkegaardcı bir dünyadır.

Tlön’de herkesin kendi gerçeği vardır; dışsal nesneler herkes nasıl istiyorsa öyledir. Dünya basını bu buluşu dört bir yana yayar ve çok geçmeden Tlön denen dünya bizim dünyamızı silip yok eder. Düşsel bir geçmiş, dünyamızın geçmişinin yerini alır. Tek başına uğraşıp didinen bir bilim adamları topluluğu evreni değiştirmişlerdir. Bütün bunlar çılgıncadır, ama hepsi de son derece inceden inceye hesaplanmıştır, bizi sonsuz düşüncelere götürmeye yeter.

Borges’in öbür hikâyeleri arasında gizemli, hiçbir zaman tam anlamıyla anlaşılamayacak meseller, Chesterton tarzında polisiye hikâyeler vardır. Olay örgüleri her zaman son derece entelektüeldir. Suçlu, dedektif yöntemleriyle olan tanışıklığından yararlanır. (‘Ölüm ve Pusula’) «Dupin, Dupin’e karşı ya da Maigret Maigret’ye karşı» diye özetlenebilir bunlar …

Bu tür hikayelerden birinde (‘Gizli Mucize’), bir idam mahkumu beklentilerin hiçbir zaman gerçeğe uymadığını fark ederek kendi ölümünün ne gibi koşullarda olacağını düşlemeye koyulur. Bu koşullar böylelikle birer beklenti haline geldiklerinden artık gerçek olamayacaklardır.

Borges’in ‘buluşları’ hep son derece arı, son derece bilimsel bir üslûpla kaleme alınır. Bu da bize “Valery’i doğuran Mallarmé’yi doğuran, Baudelaire’i doğuran» Poe’yu hatırlatır ki, Borges’i doğuran da Poe’dan başkası değildir.

Ardarda yığdığı hikâye kipini sık sık kullanmasıyla bazan Flaubert’i, sıfatlarının benzersizliğiyle St. John Perse’i hatırlatır. “Bir kuşun avuntu bulmaz çığlığı.»

Bunların hepsi bir yana, Borges üslûbunun düşünceleri gibi son derece özgün olduğuna da işaret etmek gerek. Tlönlü metafizikçiler için şunları söyler:

“Tlönlü metafizikçiler gerçeğin, hatta gerçeğe benzerliğin bile değil, daha çok şaşırtıcı olanın arayışı içindedirler.»

Borges’in büyüklüğü ve sanatı bundan daha iyi özetlenemez.

Andre Maurois
Fransız roman, hikâye, deneme, biyografi, tarih yazarı

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz