Mina Urgan: Bilim adamısınız, açık görüşlü olmalısınız

İlk ameliyatımı on dört yaşındayken geçirdim. Annem henüz boşanmamış, Ankara’daydı. İyi ki, bir rastlantı sonucu üvey babam Falih Rıfkı İstanbul’da bulunuyordu. O günlerin en ünlü cerrahı Mim Kemal Öke’yi yanıma alıp, yatılı okuduğum Arnavutköy Kız Koleji’ne geldi.

Beni ambulansla hastahaneye kaldırdılar. Meğer apandisit patlamış, peritonit olmuşum. Penisilin henüz icat edilmediği için, peritonitten kurtulmanın pek yolu yoktu o sıralarda. Gelgelelim Mim Kemal, bir Arnavut’u kurtarmış. Güzel mavi gözleriyle bana bakıp bakıp, “Arnavut yaşadı. Sen de yaşayacaksın” derdi. Nitekim sayesinde yaşadım da. Otuz yıl kadar sonra, Marsilya’dan İstanbul’a dönerken, vapurda onu gördüm. Tehlikeli bir kalp sorunu olduğunu, yakında herhalde öleceğini söylediler. Yanına gidip, onunla konuşmak, teşekkür etmek istiyordum. Ama bunu yapmaktan da çekmiyorum. Yolculuğun son günü, baktım Mim Kemal güvertede yalnız. Hafifçe çiseleyen yağmurun altında denize bakıyor. Çok yakında öleceklerini bilenler, çevrelerine garip bir sis yayarak, herkesi uzakta tutarlar sanki. O garip sis, Mim Kemal’in de çevresini sarmıştı. Gene de yanma gidip hayatımı kurtardığı için teşekkür ettim. Beni ilkin tanımadı elbette. Ama Kız Koleji, peritonit, Falih Rıfkı lâfı edince, hemen anımsadı. “Aman efendim, bunca yıl önceydi, nasıl olur da hâlâ unutmadınız” dedim. “Nasıl unuturum? Penisilinden önce, bir sizi bir de Arnavut’u peritonitten kurtardım” dedi. Sonra benim hiç bilmediğim bir şey anlattı: Ben kırk derece ateşle baygın yatarken, asistanlarından biri, “annesini boşuna çağırdılar Ankara’dan. Kız bu geceyi geçiremez” demiş. Her nasılsa bunu duymuşum ve sokaklarda futbol oynayan bir çocuğun zengin birikimiyle, ağız dolusu küfrederek, ölmeye hiç niyetim olmadığını bildirmişim genç doktora. Bu terbiyesizliğim, kendi de bir hayli küfürbaz olduğu rivayet edilen Mim Kemal’in hoşuna gitmiş. Çevresini saran sisten biraz kurtulur gibi oldu. Gözlerinin içi gülerek, “neler söylediğinizi tekrar edemem. Ama bunları duyunca, Arnavut gibi sizin de yaşayacağınızı anlamıştım” dedi.

Benim böyle küfretmemin genetik bir olgu olduğunu, yani elimde olmadan küfrettiğimi belirtmek isterim. Küfürbazlık olayı bizim soyda bir kuşak atlıyormuş. Babam hiç küfretmezmiş. Ama hiç tanımadığım dedemin ağzı öyle bozukmuş ki orduda “küfürbaz Asaf” diye ün salmış. Ben de ona çekmişim ne yazık ki. Hele beni akşamları tek başına TV haberlerine bakarken, elimi kolumu nasıl salladığımı görenler, neler söylediğimi duyanlar, “bu kocakarı kafayı fena halde üşütmüş” der. TV haberlerini dinlediğim sırada sahiden hafif tertip delirdiğim için, hakları da olur. 

Kalp krizi geçirdiğim sırada da, bir hayli komik durumlar oldu. Dr. Nejat, oburluk konusunda beni hep uyarırdı. “Yedi yedi, sonunda çatladı derler ya, o çatlayan mide değil, yürektir” diye açıklardı. Bana da buna benzer bir şey oldu anlaşılan. Yüreğim hafif çatladı. O günler Cerrahpaşa’da özel bir oda bulamadıkları için, beni bir koğuşa yatırdılar. İlk beş gün nerdeyse aç bıraktılar. Bulaşık suyuna benzeyen çorbalar verdiler sadece. “Doğru dürüst bir yemek yesem, kalbim hemen iyileşir” diye söylenip duruyordum. Çocukluk arkadaşım Halet Çambel sonunda bana acıdı. Çok güzel kızartılmış kocaman bir tavuk getirdi. Ama Halet aklıbaşmda bir insan, tavuğu bana vermedi. O güzel tavuk, kan torbaları, ilaçlar, lameller gibi çirkin şeylerin arasında, laboratuarın buzdolabına, benim erişemeyeceğim bir yere konuldu. 

Derken, doktorları kandırmak için küçük bir nutuk attım: “Hele bir deneyin. Bilim adamısınız, açık görüşlü olmalısınız. Denemede her zaman yarar var. Çocukluğumda, diyare geçirenlere bir yudum su verilmezdi. Şimdi boyuna su veriyorlar. Sarılık geçirenlere et yedirilmezdi. Şimdi yediriyorlar. Tıpta tedavi yöntemleri sürekli değişmekte. Benim gibi midesine düşkün bir insanı sadece tatsız çorbalarla ve yoğurtla beslemek, onu ruhsal bir çöküntüye sürükler, hastalığını ağırlaştırır dolayısıyla. Tavuğu yersem, inanın iyileşeceğim, aslan gibi olacağım” filan dedim. Söylediklerim tümüyle saçmaydı ama, açlığım yüzünden, kandırma yeteneğim iyice güçlenmişti anlaşılan. Tavuk, bu yüce tıp yetkililerinin izniyle laboratuardan getirildi. Doktorlar bir halka oluşturdu yatağımın çevresinde. Ben de oturup o tavuğun hepsini afiyetle yedim. Üstüne de hastahanenin üzüm hoşafını içtim. Bu tıbbi deneyden hemen sonra elektrom çekildi ve sahiden de eskisine nispetle çok daha iyiydi. Üç gün sonra da taburcu oldum.

Mina Urgan
Bir Dinozorun Anıları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz