KÜÇÜK PRENS: KEŞKE HERKESİN ÖMRÜ VİCDANI KADAR OLSA!

Dünyanın en çok satan ve okunan kitaplarından biri olan ve bir çocuğun bakış açısından yetişkinlerin hayatları ele alan Küçük Prens, Antoine de Saint-Exupery tarafından 1943 yılında yayımlandı. Önemli bir klasik haline gelmiş olan eser, aslında çocuk kitabı gibi görünse de her yaştaki okuyucuya dersler verecek nitelikte mesajlara sahip, edebi değeri olan bir yapıt. Toplamda yirmi yedi bölümden oluşan Küçük Prens kitabı, çöle düşen bir pilotun burada baş karakter ile karşılaşmasından sonra yaşadıklarını ve Küçük Prens’in gezegenlere yaptığı yolculuklarda gördüğü yetişkinlerin tavırlarını irdeliyor. Yazar, modernite ve 2. Dünya Savaşı’nın etkilerinin sürmekte olduğu topluma karşı çocuk dünyasının saflığı ve hayal gücü aracılığıyla büyüklerin hayat tarzları ve insanın doğasına yabancılaşan olumsuz yönlerini eleştiriyor. 

Müzik, tiyatro ve sinema başta olmak üzere farklı sanat dallarındaki eserlere ilham vermiş eserin bu alanlarda uyarlamaları da bulunuyor. New York’ta yazılmış olan eser yıllar içinde tüm dünyayı etkisi altına almış olmasıyla biliniyor. Fransa’da basılmış olan bazı banknotlar üzerinde resmi bulunan ve dünya çapında çeşitli yerlerdeki parklara heykeli yerleştirilmiş olan Küçük Prens kitabı bir fenomene dönüşüyor. Tüm dünyada en çok basılan ve satılan kitaplar arasına girmeyi başarmış olan bu eser, 10’un üzerinde filmi bulunmakla beraber 250’den fazla dile de çevrilmiş olma özelliğine sahip olmasıyla da öne çıkıyor. Japonya’da kendine ait bir müzesi ve Kore’de Küçük Prens temalı bir köy bulunuyor. Kitapta yer alan çizimler de kişisel bakış açılarına göre farklı şekillerde yorumlanabiliyor. Gerçekliğin ve gerçek olanın ne olduğu konusundaki felsefik mesajları da kitaba değer katıyor. Yetişkin dünyasındaki kişilerin günlük dertler ile çok fazla ilgilenerek dünyadaki ve hayattaki önemli şeyleri göremediklerini anlattığı da söylenebilen kitap, bu yönüyle de dikkat çekiyor.

Küçük Prens’ten Alıntılar

“Kendini beğenmişler, övgülerden başka hiçbir şey duymazlar.”

“Ya insanların gönlünü hoş tutmalı ya da onları yok etmelidir; çünkü insanlar uğradıkları küçük zararların öcünü alırlar, ama büyük zararların öcünü alamazlar; bu yüzden insana verilecek zarar, intikam korkusu yaratmayacak biçimde olmalıdır.”

“Kendini yargılamak başkalarını yargılamaktan daha güçtür. Kendini yargılamayı başarabilirsen gerçek bir bilgesin demektir.”

“Siz tıpkı tilkinin benimle karşılaşmadan önceki hali gibisiniz. Dünyadaki binlerce tilkiden yalnızca biriydi o. Ama ben onunla dost oldum ve şimdi artık o özel bir tilki.”
Güller bu duyduklarına çok bozuldular.
“Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.”

“Belki de gökyüzü, insanlardan uzak olduğu için bu kadar güzel…”

“Vereceğim sır çok basit: İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.”

“Ölene kadar sorumlusun, gönül bağı kurduğun her şeyden.”

“Büyükler sayılardan hoşlanır. Onlara yeni bir dostunuzdan söz açtınız mı, hiçbir zaman size önemli şeyler sormazlar. Hiçbir zaman: ” Sesi nasıl? Hangi oyunu sever? Kelebek toplar mı?” diye sormazlar. “Kaç yaşındadır? Kaç kardeşi var? Kaç kilodur? Babası kaç para kazanır?” diye sorarlar. Ancak o zaman tanıdıklarını sanırlar onu. Büyüklere: “Pembe kiremitten bir ev gördüm, pencerelerinden sardunyalar, damında güvercinler vardı” derseniz, o evi bir türlü gözlerinin önüne getiremezler. Onlara: “Yüz bin franklık bir ev gördüm” demeniz gerek. O zaman: “Aman ne güzel!” diye bağırırlar.”

“Birini güzel olduğu için sevmezsin ki, sen sevdiğin için güzel olur o.”

“Sadece evcilleştirdiğin kişiyi anlayabilirsin” dedi tilki. “İnsanlarınsa hiçbir şeyi anlayacak vakitleri yoktur. Her şeyi dükkandan hazır alırlar. Ve arkadaşlar dükkanlarda satılmadığı için de insanların arkadaşları yok artık. Eğer bir arkadaşın olsun istiyorsan, evcilleştir beni!”

“Bir çiçeği büyüten sevgi, insanı değiştirmez mi sanıyorsun?”

“Sahibi olmayan bir elmas bulursan, o elmas senindir. Sahibi olmayan bir ada bulursan, o ada senindir. Bir buluş yaparsan patentini alırsın, buluş senin olur. Madem ki yıldızlara sahip olmak benden önce kimsenin aklına gelmedi, yıldızlar benimdir.”

“Onu davranışlarıyla değerlendirmem gerekirdi, sözleriyle değil.”

“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim. Ama günün herhangi bir vaktinde gelirsen, seni karşılamaya hazırlanacağım zamanı asla bilemem. İnsanın gelenekleri olmalıdır.”

“Kelebeklerle tanışmak istiyorsam, bir iki tırtıla katlanmayı öğrenmek zorundayım.”

“Sadece çocuklar ne aradıklarını bilirler. Çocuklar şifon kumaştan bir bebekle saatlerce oynayabilirler. Eğer birisi o bebeği ellerinden alırsa o zaman o bebek onlar için çok önemli olur ve ağlarlar…”

“Hiç kimse bulunduğu yerden mutlu olmaz. İnsan istese bile fazla uzağa gidemez…”

“Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey, ona ayırdığın vakittir.”

“Anlaşmazlıklar dilden doğar.”

”Peki insanlar nerde?” dedi küçük prens. ” İnsan kendisini çölde çok yalnız hissediyor.”
‘‘İnsanların içinde de öyle hissedersin.” dedi yılan. ”Arada pek fark yoktur.”

“Bir yerde bir kuyunun saklı oluşudur çöle güzellik veren”

”Senin gezegenindeki insanlar” dedi Küçük Prens.
”Tek bir bahçeye beş bin gül dikiyorlar ama yinede aradıklarını bulamıyorlar…”
”Evet bulamıyorlar ” diye yanıtladım onu.
”Halbuki, aradıkları tek bir gülde ya da bir yudum suda olabilir.”
”Haklısın” dedim. Bunun üzerine küçük prens şöyle dedi:
”Ama gözler gerçeği görmez ki. Yüreğiyle aramalı insan.”

“Siz istiyorsunuz ki çöllerin ortasında susuz bıraktığınız insanlar, size gül bahçesi sunsun.”

“İnsanlar mı?” dedi. “Sanırım onlardan altı ya da yedi tane var. Birkaç yıl önce görmüştüm. Ama nerede olduklarını kimse bilemez. Rüzgâr sürüklüyor onları. Kökleri yok, bu yüzden de yaşam onlar için güç.”

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz