JOHN BERGER’IN HOŞBEŞ KİTABINDAN 15 ALINTI: ZENGİNLER ŞARKILARI DİNLER, YOKSULLAR SAHİPLENİR

Kendine acımak seni hep öfkelendirirmiş ve bir dostundan gelen bol sızlamalı bir mektuba cevap veriyormuşsun. “O halde, insan kalmaya bak. Temel mesele, insan olmak. Bu ise kararlı, dürüst ve neşeli olmak demek, evet, herkese ve her şeye rağmen neşeli olmak, çünkü sızlanmak zayıfların işidir. İnsan olmak demek, gerektiğinde tüm hayatını seve seve ‘kaderin büyük terazisine’ koymak, fakat aynı anda her aydınlık güne ve her güzel buluta sevinmek demektir.”

Medya, insanları yaşadıkları adaletsiz dünyayı sorgulamaya sevk edebilecek bir sessizlik kalmasın diye, uyduruk ve geçici şeylerle dikkat dağıtıyor.

Bombardımanı altında olduğumuz haberlerin bir başka faslındaysa dünyanın herhangi bir yerindeki şaşırtıcı,şoke edici,şiddet olayları ağırlıkta.Soygunlar,depremler,batan tekneler,ayaklanmalar,katliamlar.Bir kez gösterilenin yerini hemen bir başkası alıyor;duyarsızlaştırıcı bir art ardalıkla içerikleri boşaltılıyor.Hikayeler olarak değil,şoklar halinde geliyorlar.Buna medyanın seçtiği dili de ekleyelim.Her şeyi sayılara döken,nadiren işin özü ya da niteliğiyle ilgilenen bir dil.Yaşayan ya da acı çekenlerin değil,sadece sayıların dünyasına ait bir ses.Pişmanlıklardan dem vurmayan bir ses…”

Bir topluluğun güçlü bir kolektif kimliği varsa bunun meydana gelmesi daha zordur ve o zaman yöneticiler tevazularını korur. Ancak günümüzde herhangi bir kolektife katılma ya da ait olma deneyimi sık rastlanan bir şey değil. Tüketici yalıtılmış bir birey. Tarihse, Akademik Araştırmaların bir dalına indirgenmiş durumda. Günümüzde bir topluluk genelde bir yalnızlıklar toplamıdır.Bu yüzden yöneticiler kolayca kendini kaybediyor…

Şarkılar akıbetleri ve geri dönüşleri, karşılamaları ve vedaları anlatır. Başka türlü söylersek: Şarkılar bir yokluğa söylenir. İlhamlarını yokluk vermiştir ve yokluğa hitap ederler. Aynı zamanda ( aynı zamanda lafı burada özel bir anlam kazanır) şarkının paylaşılmasıyla yokluk da paylaşılır ve daha az keskin, daha az yalnız, daha az sessiz bir hal alır. Bu asıl yokluğun, şarkının birlikte söylenmesi sırasında, hatta söylendiğinin hatırlanması sırasında “azalması” ortak bir zafer duygusuyla yaşanır. Bazen mutedil bir zaferdir bu, çoğunlukla da örtülü bir zafer.

Zenginler şarkıları dinler; yoksullar şarkılara tutunur ve onları sahiplenir. Hayat zehir ve baldan ibarettir, demişti Evora.

Aynı şekilde bugün sürekli artan yoksulluk ve gezegen yağması, herhangi bir düzenlemeye tabi tutulmadan istediğini yapmaya bırakılmış Pazar Güçleri’nin garanti ettiği bir ütopya adına savunuluyor; Milton Friedman’ın kelimeleriyle “her erkeğin istediği kravat rengi için oy kullanabileceği” bir ütopya bu.
Her türlü ütopya vizyonunda mutluluk mecburidir.
Bu da gerçekte elde edilemeyeceği anlamına gelir. Onların ütopya mantığı içinde şefkat bir zaaftır. Ütopyalar şimdiden nefret eder. Umudun yerine Dogma koyarlar. Dogmalar taşa kazınmıştır; halbuki umutlar bir mum alevi gibi kırpışır.

Kelime dağarcığımız çok fakir olduğu için hayatta başımıza gelen pek çok şey isimsiz kalır.

Sadece hükümet taraftarlarına, parti üyelerine tanınan özgürlük- bu insanların sayısı ne kadar fazla olursa olsun- özgürlük değildir. Özgürlük daima farklı düşünenler için olmalıdır. Bağnaz bir adalet kavramı uğruna değil, siyasi özgürlükte eğitici, sağlıklı ve arındırıcı her ne varsa bu temel özelliğe bağlı olduğu için ve ‘özgürlük’ özel bir ayrıcalığa dönüştüğü zaman bütün etkisi ortadan kalktığı için.

Kalabalıklar büyüdükçe daha körlemesine hareket eder.

John Berger: Erkekler kadınları seyrederler; kadınlarsa seyredilişlerini seyrederler

On yıl önce Chaplin’in en sevdiği “irikıyım” ortağı Roscoe Arbuckle, dostu Chaplin’in “tam bir komedi dehası, kuşkusuz bundan yüzyıl sonra hakkında konuşulacak tek kişi” olduğunu söylemişti.
Yüzyıl geçti, ve “Şişko” Arbuckle’ın dediği doğru çıktı. Geçtiğimiz yüzyılda dünya ekonomik, siyasi ve toplumsal olarak köklü değişimler geçirdi. “Sesli film”in icadı ve Hollywood’un yeniden yapılanmasıyla birlikte sinema da değişti. Buna rağmen Chaplin’in yaptığı ilk filmler ne şaşırtıcılığından ne mizahından ne iğneleyiciliğinden ne de aydınlatıcılığından bir şey kaybetti. Dahası bugün sanki eskiden olduğundan daha manidar ve daha çok bize sesleniyor: Yaşadığımız yirmi birinci yüzyıla derinlemesine dokunan yorumlar bu filmler.

Dış dünyadaki mekânlara, bir hapishane hücresinin saydam ama geçirimsiz ve acımasız camından bakıyoruz.

Görünürde açıklanamayan şeylerin oranı günden güne artıyor. Genel oy hakkı için siyasi mücadele anlamsız hale gelmiş durumda, çünkü yerel siyasetçilerin söylemlerinin yaptıkları ve yapabilecekleri şeylerle bir bağlantısı yok artık. Bugünün dünyasını belirleyen temel kararların hepsi, isimsiz ve siyasi anlamda dilsiz olan finans spekülatörleri ve ajanları tarafından alınıyor. On yaşındaki çocuğun öngördüğü gibi: ‘Gündelik dertlerin peşinde koşuşturmaları, karşılanmamış ihtiyaçları, ket vurulmuş arzuları adlandırmaya ya da açıklamaya kelimeler kifayetsiz kalıyor.’

Modern işçinin mücadelesi tarihin,toplumsal ilerlemenin bir parçasıdır ve tarihin orta yerinde,ilerlemenin orta yerinde,kavganın orta yerinde öğreniriz nasıl mücadele edileceğini.

İnsan yetim oldu mu kendi ayakları üzerinde durmayı ve bunu yapmasını sağlayacak her türlü numarayı öğreniyor. Kendi işini kendi görüyor. Dört beş yaşlarından itibaren kendi işini kendi gören birisi olarak, karşılaştığım herkese kendim gibi yetimmiş muamelesi yaptım. Sanırım hala da öyle davranıyorum. Gizli bir yetimler ittifakı öneririm. Birbirimize göz kırparız. Hiyerarşiyi reddederiz. Her türlü hiyerarşiyi. Dünyanın pisliğini olduğu gibi kabullenir, buna rağmen nasıl hayatta kaldığımıza dair hikâyeleri paylaşırız. Münasebetsiziz biz, kopuğuz. Evrendeki yıldızların yarısından fazlası hiçbir takım yıldızına ait olmayan yetim yıldızlardır. Takım yıldızlarının hepsinden daha fazla ışık verirler.

 


John Berger, Hoşbeş, Çeviren: Aslı Biçen, Beril Eyüboğlu, Oğuz Tecimen, Metis Yayınları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz