“BEKLEMEK ÇOK UZUN BİR KARŞILAMADIR…” SUSAN SONTAG KİTAPLARINDAN ALINTILAR

Bazı şeyler ancak insanların arasındaki sessizlikte ortaya çıkar.

Sakince sevebilmek, tereddütsüzce güvenebilmek, kendinle dalga geçmeden umut edebilmek, cesur davranabilmek ve enerjin tükenmeksizin zor işler başarabilmek kolay değildir.

Neticede, benim istediğim hayatımı hissederek yaşamak. Ger­çekten hayatının içinde olmaktan, adım attığın anı yaşamaktan, dünyaya -ki bu dünya seni de içerir- bütün dikkatini vermekten bahsediyorum. Dünya senden ibaret değildir, dünya seninle özdeş de değildir ama sen ona dahilsin ve dikkatini ona veriyorsun. Yazarın yaptığı budur. Yazar, dünyaya dikkatini verir. Belki de bütün soruların yanıtının insanın içinde olduğunu savunan tekbenci yaklaşıma tamamen karşı olduğumdan böyle düşünüyorum. Soruların yanıtı sende değil, sen parçası olsan da olmasan da dışarıda bir dünya var. Yaşamakta olduğun şey çok güçlüyse, başka bir şeye sığınarak kaçmayı denemektense ona odaklanmalısın bence. Böylece yazdıklarının olup bitenlerle ilgili gerçekleri yansıtması, yaşadıklarının metne nüfuz etmesi kolaylaşacaktır. Dikkatini başka bir şeye vermeye çalıştığında ikiye bölünürsün

İnsanın her şeye sahip olabileceğine inanmıyorum; bu yüzden de seçimler yapmak gerek

İnsanlar sürekli şunu söyler: “Bilmem neyi yapamam! Altmış ya­şındayım, benden geçmiş artık,” veya “Bilmem neyi yapamam. Yirmi yaşındayım, çok gencim.” Niçin? Kim demiş? Oysa kendini bütün seçeneklere açık tutmalısın. Elbette gerçek seçimler yapabilmek için özgür olabilmen de gerekir. Demek istediğim, insanın her şeye sahip olabileceğine inanmıyorum; bu yüzden de seçimler yapmak gerek.

Bazı şeyler yaşamadan anlaşılmaz.

Ben de herkes gibi, hatta belki insanların çoğundan biraz daha fazla kendimi suçlama eğilimindeyim ama bu halden hoşlanmıyorum. Nietzsche, suçluluk duymakla ilgili sözlerinde haklıdır: berbat bir his. Utanç duymayı tercih ederdim. Utanç daha nesnel ve kişinin onur algısıyla bağlantılı sanki.

Kitaplar yalnızca rüyalarımızın ve anılarımızın gelişigüzel derlemeleri değildir ..
Bizlere kendimizi aşmanın yollarını da sunarlar .. Kimileri kitap okumayı sadece bir kaçış olarak görür … ” gerçek ” dünyadan hayali bir dünyaya , kitapların dünyasına bir kaçış … Oysa kitaplar çok daha fazlasıdır … Onlar , tamamıyla insan olmamızın yoludur …

Kadınların erkek egemen mesleklerde kendilerini göstermeleri çok güzel. Ayrı bir kültür yaratma çabası, güç talep etmemenin bir yoludur ve bence kadınlar güç talep etmek zorunda. Geçmişte de belirtti­ğim gibi, kadınların özgürleşmesi eşit haklar elde etmeleriyle bitmiyor. Eşit güç elde etmeleri lazım ve halihazırda var olan yapılara dahil olmadan bunu elde edemezler.

Hepimiz öleceğiz, sindirilmesi başlı başına güç bir şey bu ve hepimiz aynı süreci yaşıyoruz. Normalde, düzgün koşullar altında ancak yetmiş veya seksen küsur yıl hayatta kalabilecek bir fizyolojinin içinde tuzağa düşmüş biri var sanki: Bilincin, kafandaki kişi. Hapsedildiğin vücut, bir aşamadan sonra çürüyor ve hayatının yarısını, belki daha bile fazlasını bu maddenin aşınmasını izleyerek geçiriyorsun. Yapabileceğin hiçbir şey yok. İçinde hapis olduğundan, o gittiğinde sen de gideceksin. Hepimiz kendimizle ilgili olarak bunu deneyimleriz. Altmış veya yetmiş yaşındaki yakınlarına kendilerini kaç yaşında hissettiklerini soracak olursan on dört yaşındaymış gibi hissettiklerini söyleyecektirler. Sonra aynaya bakar, yaşlanmış yüzlerini görürler. Yaşlı bir vücuda hapsolmuş on dört yaşındaki biri gibi hissediyorlardır kendilerini! Sen de yok olup gidecek bu kalıba mahkumsun. Mesele sadece hapsolduğun kalıbın belli bir süre dayanmak üzere tasarlanmış makineler gibi er veya geç pes etmesi de değil, yavaş yavaş bozulması ve yıllar geçtikçe bazı özelliklerinin daha kötü çalıştığını, cildin güzelliğini kaybettiğini, uzuvların yıprandığını bizzat gözlemlemek. Al sana hüzünlü bir deneyim… (Bilincin Kapısını Aralamak, Susan Sontag)

Çok şey bekleyip de azıyla yetinmek zorunda kaldığımda her seferinde umutsuzluğa sürüklenmek yerine şimdi hiçbir şey beklemiyorum, arada bir umduğum dan fazlasını bulduğumda seviniyorum. (Yeniden Doğan, Susan Sontag)

Veremi başlangıç aşamasındayken iyileştirmek kolay, anlamak zordur; ancak doğru bir zamanda teşhis konamazsa ya da doğru bir ilkeyle tedavisi yapılamazsa, bu sefer onu anlamak kolaylaşıp, iyileştirmek zorlaşır. Aynı durum devlet işleri için de geçerlidir; bu alanda ortaya çıkan güçlükler, eğer onları uzaktan görüp kavrama yeteneğine sahip kişiler tarafından üstüne gidilirse, kısa sürede halledilebilir; ancak, öngörüsüz devlet adamları tarafından ele alınırlarsa, sorunların herkesin çıplak gözle görebileceği ve artık çaresi bulunamaz bir boyuta ulaşması fazla sürmeyecektir.

Düşünceler, hayatın hizasını bozuyor. (Yeniden Doğan, Susan Sontag)

Ölümlülerin elinden çıkan hiçbir şey ölümsüz kalamayacağı halde, insanlar kendi akılları doğrultusunda hareket etselerdi, en azından, kendi topluluklarının iç hastalıklar sebebiyle mahvolmasını engelleyebilirlerdi… Bu yüzden, toplumları dış saldırılar yüzünden değil de iç karışıklıklar sebebiyle dağılacak olursa, bunun suçu, toplumun “Madde’sini” oluşturan insanlarda değil, “Yapıcıları” olan ve onları yöneten kişilerdedir.

“Aşk hastalıklı bir hal alırsa, yapabileceğimiz en iyi şey onu şiddetli bir ölümle sona erdirmektir; özlemi körükleyerek uzayıp giden ve tüketici bir tutkunun işkencesine dayanamam doğrusu.”

Öncelikle kendi benliğimi iyileştirmem gerekiyor… Bu da yalnız başına ve hemen yapılmalı. İyileşemememin kökünde bu yatıyor. Zihnim kontrol altında değil. (Metafor Olarak Hastalık, Susan Sontag)

Hakkın ve haklılığın bir tarafta, baskı ve adaletsizliğin diğer tarafta yer aldığına ve kavganın sürdürülmesi gerektiğine inananlar açısından önemli olan, tam da kimin, kim tarafından öldürüldüğüdür. … Militanın bakış açısıyla kimlik her şeydir.

Başkalarını suçlamayı sevmem çünkü kişinin kendisini değiştirmesi başkalarını değiştirmesinden çok daha kolaydır.

Modern beklentilerin ve modern etik duyguların temelinde, savaşın – durdurulamaz olsa bile- bir sapkınlık olduğu inancı; barış içinde yaşamanın – erişilemez bir hedef olsa bile- esas kuralı temsil ettiği düşüncesi yatmaktadır. Fakat bu saptama elbette tarih boyunca savaşa bu şekilde yaklaşıldığına işaret etmez. Çünkü tarihte hep barış istisna, savaş da kural olagelmiştir.

Günümüzde savaşlara son verilebileceğine kim inanır? Hiç kimse, hatta barış için mücadele edenler bile inanmazlar buna. Bizim bütün umudumuz (ki şimdiye değin boşa çıkmış bir umuttur bu), soykırımı durdurma, savaş yasalarını (savaşta tarafların uyması gereken ‘savaş yasaları’ diye bir şey vardır çünkü) ayaklar altına alıp çiğneyenleri adalet önüne çıkarma ve patlak vermesi muhtemel başka silahlı çatışmalar için görüşmelere dayalı alternatiflerin denenmesi için baskı yaparak bazı savaşları önleyebilme ihtimalinde yatmaktadır.

Başka bir ülkede meydana gelen felaketlerin seyircisi olmak, gazeteciler diye bilinen profesyonel, uzman turistlerin bir buçuk asrı aşkın sürelik maceralarında gittikçe katlanan birikimleriyle doğrudan ilintili olan, esaslı bir modern deneyimdir. Öyle ki artık savaşlar hepimizin oturma odalarında sükûnet içinde seyredilip dinlenen görüntü ve seslere dönüşmüş durumdadır. Bunun beraberinde getirdiği olgulardan biri, başka bir yerde gelişen olaylar hakkındaki enformasyonun (ki bu enformasyonun adına ‘haberler’ denmektedir aslan payının her zaman çatışma ve şiddet görüntülerine ait olduğudur. Tabloid gazetelerin ve 24 saat manşet patlatan haber programlarının baş tacı ettikleri düstur şudur: ‘Kan varsa, iş yapar.’ İlginçtir, her türlü sefaletin görüş alanımıza girmesinden itibaren, bu manzaralara vereceğimiz tepkiler de şefkat duyma, hiddete kapılma, için için sevinme ya da onaylama arasında gidip gelmektedir.

Ölüler, ayağa
Kalkın! “Bütün fedakarlıklarınız boşunaydı!” Savaşı kaybettik.

Hatırlamak etik bir edimdir, kendi başına ve kendisi olarak etik değeri vardır. Hafıza ise, acı verici olsa da, ölülerle kurabileceğimiz tek bağdır.

Açıktır ki, dünyada çok fazla adaletsizlik vardır. Ve gereğinden fazla hatırlamak insana acı verir.

Hatırlamak derinlere kök salmaktır, acı verir. (Başkalarının Acısına Bakmak, Susan Sontag)

Sessizliğin asıl kaynağı kadınların tanımlanma ve dolayısıyla çoğunlukla kendilerini tanımlama biçimlerindedir. Çünkü fiziksel olarak çekici, sabırlı,evcil, duyarlı ve babalara, erkek kardeşlere ve kocalara karşı saygılı olma yükümlülüğü, büyük bir yaratıcı gücün gelişebilmesi için gerekli ben merkezcilik, hırs ve kayıtsızlıkla karşı karşıya gelir ve mutlaka çatışmak zorundadır. (Alice Yatakta, Susan Sontag)

Kötülüğün olmasına izin vermek kötülüğe yardım etmektir. (Yeniden Doğan, Susan Sontag)

Kimsenin birbirine acımadığı, herkesin kolayca birbirinden nefret ettiği, birinin ötekine yardım etmeyi aklından dahi geçirmediği soğuk ve kasvetli dünyada yaşıyoruz. Yalnızlıktan korktuğumuz ama sürekli yalnız kalmaya çalıştığımız, yalnızlığımızın yetmediği ve bitmediği bir çağdayız.

Bir günlük tutarak, bir gün yeniden okuyacağı bir şey oluşturduğuydu, günlüğün bir nesne, bir anı olacağı bir gelecek zamanı ipoteğine alıyordu gizlice, o zaman geldiğinde günlüğü okuyabilirdi de, çünkü çektiği acıları ardında bırakmış olmayı isterdi.. Böyle Yaşıyoruz Artık, Susan Sontag

“Günlük, bir yazarın kendisine kahraman göründüğü yerdir.” (Yoruma Karşı, Susan Sontag)

Fotoğraf çekmek bir çerçeve çizmek, çerçeve çizmek de bazı şeyleri dışarıda bırakmaktır. (Başkalarının Acısına Bakmak, Susan Sontag)

Günümüzde her şey bir fotoğrafta sona ermek için vardır. (Fotoğraf Üzerine, Susan Sontag)

Sonda, hepimiz başlangıca döneriz. (Ben Vesaire, Susan Sontag)


Susan Sontag dünyaca tanınan Amerikalı deneme ve roman yazarı, kuramcı, eleştirmen ve insan hakları savunucusu. 2003’te Alman Yayıncılar Birliği’nin Geleneksel Barış Ödülü’nü kazandı. Çocukluk ve gençlik yıllarını Arizona ve Los Angeles’ta geçiren Sontag’ın ilk romanı The Benefactor 1963’te yayımlandı.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz