İşkence edilenin itirafının hiçbir değeri yoktur ya da çok az vardır. Şu basit nedenle ki acı herhangi birini büyük bir romancıya çevirir, bu yüzden işkence altında alınan bilgilerin ya da itirafların pek de inanılır olmadıkları Kutsal Engizisyon zamanlarından beri bilinir.
Buna karşılık, iktidar sistemi gerçek kimliğini uyguladığı işkenceler aracılığıyla itiraf eder. İşkence odalarında yönetenler maskelerini çıkarırlar.
Irak’ta böyle oluyor mesela. İraklılara rağmen ve İraklılara karşı Irak’ı ele geçirmek için işgal kuvvetleri gerçekçi davranıyorlar: Demokrasiyi ve özgürlüğü telkin ediyor, işkenceyi ve cinayeti uyguluyorlar. Amacı seven araçları da sever. Yoksa bir ülkeyi gasp etmenin başka yolu olduğuna inanan var mı?
Gerisi tam bir tiyatro: Törenler, açıklamalar, konuşmalar, vaatler, egemenliğin devir teslimi, Birleşik Devletler’den Birleşik Devletler’e geçişi.
İktidar söylediğini söylemiyor durumuna düşüyor. Mesela “Irak’ ta terörizm” dediğinde pek çok durumda “yabancı işgaline karşı ulusal direniş” demesi gerekirdi.
Fotoğraflar yayımlandığında ve skandal patladığında askeri ve politik iktidar zirveleri koro halinde kendi günah çıkartma ilahilerini söylediler: “Tekil vakalar”, “Patolojik vakalar”, “Birkaç çürük elma”, “Üniformayı lekeleyen ahlaksızlar”.
Alışıldığı üzere cinayetin suçu bıçağa atılıyor.
Ama mahkûmu elektrik vererek, başını boka batırarak, kıçını ayırarak delirten bu askerler ya da polisler, araçlardan başka bir şey değiller: iş saatlerinde görevlerini yaparak aylıklarını kazanan memurlar. Bazıları istemeyerek çalışıyor, bazıları ise şevkle; işkence ettikleri İraklıları aşağılarken fotoğraf çektiren ve onları bir sürek avı ganimeti gibi sergileyen şu heyecanlı hanımefendiler gibi. Ama hepsi, isteksizler de şevkliler de, insan eti kıyan devasa bir makinenin hizmetinde çalışan acı bürokratları. Deli olabilirler mi? Ya da sapkın? Mümkün; ama patolojik bahaneler, egemenliğini güvence altına almak ve genişletmek için işkenceye ihtiyaç duyan emperyal gücü beraat ettirmez, çünkü bu iktidar, kullandığı araçlardan çok daha deli ve çok daha sapkın. Ve zalimce adaletsiz olan bir iktidarın süregitmek için vahşice yöntemler kullanması hiç de anormal değil.
Yine bu vahşi yöntemlerin gerçek isimleriyle anılmaması da hiç anormal değil.
Avrupa, kaptanın emrettiği yerde yönetenin denizci olmadığını biliyor. Avrupa Birliği’nin Irak’taki işkencelere karşı açıklamasında işkence sözcüğünden hiç dem vurulmadı. Bu nahoş kelimenin yerini “suistimaller” kelimesi aldı. Bush ve Blair “hatalar”dan bahsettiler. CNN gazetecileri ve diğer kitle iletişim araçları yasak kelimeyi kullanamadılar.
Yıllar önce, Filistinli tutuklular yasal olarak ezilsin diye, İsrail Yüksek Mahkemesi “ılımlı fiziksel baskılar”a yetki vermişti. Latin Amerikalı subayların Las Americas Okulu’nda uzun yıllardan beri aldıkları işkence dersleri “sorgulama teknikleri” olarak adlandırılıyor. Askeri diktatörlük yıllarında bu konuda dünya şampiyonu olan Uruguay’da, işkencelere “yasadışı baskı” deniyordu ve hâlâ da öyle deniyor.
Uluslararası Af örgütü’ne göre dünyada işkence aletlerinin satışı Birleşik Devletler, Almanya, Tayvan, Fransa ve diğer ülkelerdeki pek çok özel şirket için çok parlak bir iş ama bu endüstriyel ürünler “kendini savunma araçları” ya da “suç kontrolü malzemeleri” olarak anılıyor.
2001 yılında, New York kulelerinin yıkılışından kısa bir süre sonra Birleşik Devletler nüfusuna sorular yönelten anketörler farklı olarak, evet, bütün harfleriyle işkence kelimesini söylediler. Ve nüfusun neredeyse yansı, yüzde 45’i, işkencenin “eğer bildiklerini söylemeyi reddeden teröristlere karşı uygulanırsa” onlara kötü gelmediğini söyledi.
Altı yıl önce, suç ortaklarının isimlerini vermeyi reddedince, Timothy McVeigh’e işkence yapmak kuşkusuz kimsenin aklına gelmedi. McVeigh’in Oklahoma’da koyduğu bomba çoğu kadın ve çocuk 168 kişiyi öldürdü ama McVeigh beyazdı, Müslüman değildi ve insanları canlı canlı pişirmeyi öğrendiği Birinci Irak Savaşı’ndan madalyası vardı.
Terörizme karşı her bedel ödenebilir. Bunu bin sefer açıkladı Başkan Bush ve yankısı Blair tekrarladı. İkisi haçlı seferlerinin başarısı için kadeh kaldırmaya devam ediyorlar. Dünyada ardı ardına bombalar patlarken ve her gün şiddet daha çok ve daha çok şiddet üretirken “Dünya şimdi çok daha güvenli bir yer,” demeyi sürdürüyorlar.
Guantanamo bizi bekleyen dünyanın simgesi. Altı yüz şüpheli, bazıları reşit değil, bu toplama kampında çürüyorlar. Hiçbir haklan yok. Hiçbir yasa onları korumuyor. Ne avukatları ne davaları ne de mahkûmiyetleri var. Kimse onlar hakkında bir şey bilmiyor, onlar da kimse hakkında bir şey bilmiyor. Birleşik Devletler’in Küba’dan gasp ettiği bir denizci üssünde ancak hayatta kalıyorlar. Terörist oldukları var sayılıyor. Öyle olmaları ya da olmamaları hiçbir önemi olmayan ufak bir ayrıntı.
General Ricardo Sanchez’in sonradan Irak cezaevlerinde de tesis ettiği “baskı ve yıldırma taktikleri” olarak anılan işkencenin otuz ilci biçimini öğrettiği yer burasıydı.
New York kulelerinin yıkılışından beri işkence sayısız övgüler alıyor. Her ne kadar asla ya da hemen hiç gerçek adıyla anmasalar da, bu kurumsal şiddet yöntemine açıktan ya da örtülü yandaş olan hukukçu ve gazetecilerden bir görüş bombardımanı yağdı. İktidardan ya da yakın kaynaklardan gelen bu alçaklığa övgüler işkencenin pusudaki tehditlere karşı korumasız halkı savunmak için yasal olduğunu savunuyorlar çünkü terörizmi uygulayan, özendiren ve asla gerçeği söylemeyen vicdansız katillere karşı bazen ahlaken şüpheli mücadele yöntemleri kaçınılmazlaşır.
Ama, eğer böyleyse, kimlere işkence etmek gerekir? Bu yirmi birinci yüzyılda en çok yalan söyleyenler kimler? Afganistan ve Irak terörist savaşlarında vicdansızca en çok masumu kimler öldürdü? Dünyada terörizmin kat kat artmasına en çok katkıyı kimler sağladı?
Şimdi şaşıranlar ve hoşnut olmayanlar çoğalıyor ama işkence Irak halkına karşı hatayla ya da tesadüfen uygulanmadı. İşgal birlikleri hep yaptıkları gibi çok yukarıdan emirlerle neyi, niye yaptıklarını bilerek uyguladılar.
Ne için? İşkencenin tek bir terörist salmadan kaçınmaya yaradığına dair hiçbir kanıt yok. Irak vakasında, önemli kaçaklardan tekini yakalamaya bile yaramadı. En önemlileri, Saddam Hüseyin, işkence sayesinde değil, bir gammazı satın alan para sayesinde düştü.
İşkence pek faydası olmayan bilgiler, gerçekliği şüpheli itiraflar çıkarır. Bununla beraber etkilidir. Bu yüzden uygulandı ve uygulanmaya devam ediliyor. Dünyada geçerli olan değerlere göre, etkili olan iyidir. İşkence sapkınlıkları cezalandırmada ve onuru aşağılamada etkilidir ve özellikle korku ekmede etkilidir. Kutsal Engizisyonun keşişleri bunu iyi biliyorlardı ve bizim zamanımızın emperyal maceralarındaki savaş şefleri de iyi biliyorlar: İktidar nüfusu korumak için işkence yapmaz, onu korkutmak için yapar.
Bakalım iktidarın inandığı kadar etkili olacak mı?
2004
Eduardo Galeano
Biz Hayır Diyoruz
Hazırlayan ve Çeviren: Bülent Kale (Metis Seçkileri)