CARL GUSTAV JUNG: HEPİMİZ İLK GÜNDEN BERİ “SEVGİ”NİN ARAÇLARI VE KURBANLARIYIZ

Carl Gustav Jung’un Son Dönem Düşünceleri-3

Düşünme alanının yanı sıra, ondan daha geniş olmasa da en az onun kadar geniş başka bir alanın olduğu gerçeği, beni ondan söz etmeye zorladı. Bu gerçek, ne mantık yoluyla anlamanın ne de temsil edebilme biçimlerinin anlayacak bir şey bulabildikleri bir alandır. Sözünü ettiğim, Eros’un alanı. Bu tür şeylerin doğru dürüst anlaşıldığı klasik çağda, Eros’a tanrısallığı insanın sınırlarını aştığı için hiçbir biçimde anlaşılamayan ya da temsil edilemeyen bir tanrı gözüyle bakılırdı.

Benden önce gelenlerin yaptığı gibi ben de, faaliyet alanı Cennet’in ucu bucağı olmayan yerlerinden Cehennem’in karanlık uçurumlarına dek uzanan bu Şeytan’la ilgili bir yaklaşımda bulunabilirdim ama sevginin önceden hesaplanamayan çelişkilerini doğru dürüst ifade edebilecek sözcükleri bulmakta zorlanıyorum. Eros bir yaratıcı ve tüm bilincin annesi ve babası olan bir kosmogonos’tur. Bazen, Paulus’un, “Ve sevgisi yoktu,” demesinin, tüm anlayışların ilki ve tanrısallığın gerçek özü olduğunu düşünürüm.

“Tanrı sevgidir” sözlerinin entelektüel bağlamda yorumu ne olursa olsun, Paulus’un sözleri bunun karşıtını, yani complexio oppositorum’unu veriyor. Meslek deneyimimde ve özel yaşantımda sürekli sevginin gizemleriyle karşılaştım ama hiçbir zaman ne olduğunu açıklayamadım. Eyub gibi, “Sana nasıl yanıt verebilirim. Ağzımı elimle kapıyorum. Bir kez konuştum, yanıt alamadım, ikinci kez konuşamam artık,” diyeceğim. Bu alanda, en büyük ve en küçük, en uzak ve en yakın, en yüce ve en bayağı her şey var. Bir yönünü tartışıp öbürünü görmezden gelemeyiz. Bu çelişkileri anlatmaya sözcükler yetmez. Ne kadar tanımlamaya çalışırsanız çalışın, tümünü kapsayamazsınız. Bir bölümünden söz etmek ya çok az ya da çok fazla olur, çünkü ancak tümü anlamlıdır.

Sevgi “her şeyi taşır” ve “her şeye dayanır”. Bu sözler gerekeni söylüyor. Bunlara bir şey eklenemez çünkü en derin anlamıyla, hepimiz ilk günden beri “sevgi”nin araçları ve kurbanlarıyız. Sevgi sözcüğünü tırnak içine almamın nedeni, bu sözcüğü, çağrıştırdığı arzu, tercih, istek ve bunlar gibi duyguları değil, bireyden daha üstün olan bölünmemiş bir bütün anlamında kullandığım için. İnsan bir parça olduğu için bütünü anlayamaz ve iş sevginin merhametine kalır. Ona baş da kaldırsa, boyun da eğse, o, onu yakalar ve içine çeker. Ona bağımlı olur ve her şeyi, ışığı ve karanlığı o olur. Sonucu da bilemez. Meleklerin diliyle de konuşsa, bilimsel bir titizlikle bir hücrenin yaşamının en ince ayrıntısına dek inse de, “sevgi bitmez”.

İnsan, emrinde olan sözcükleri akıtarak sevgiyi adlandırmaya çalışsa da, bu sonu olmayan bir kendini aldatmaca olarak kalır. Bir damla aklı varsa, bu işten vazgeçer ve bu bilinmeze, ondan da büyük bir bilinmez olan Ignotum per ignotius, yani “Tanrı” adını verir. Böylece boyun eğdiğini, kusursuz olmadığını ve bağımlı olduğunu itiraf eder ama yaptığı, aynı zamanda, gerçekle yanılgı arasında seçim yapmakta özgür olduğunun kanıtıdır.

Carl Gustav Jung
Anılar, Düşler, Düşünceler | Otobiyografi
Almanca Aslından Çeviren: İris Kantemir (Can Yayınları)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz