Sevgi, kurtulunması gereken bir bağımlılık mıdır? – Brenda Schaeffer

Sağlıklı Sevgi

Erich Fromm, Sevme Sanatı adlı eserinde, bireyin kendi potansiyelini ve kişiliğini geliştirmediği sürece sevgide başarısızlığa uğrayacağını söyler. Fromm’a göre sevgi, “ilgi, saygı, sorumluluk, ve bilgiden kaynaklanan üretkenliğin ifadesi; sevilen kişinin gelişimi ve mutluluğu için çabalamaktır. Bizim sevgiyle bir arada düşündüğümüz kavramlar çoğu zaman düşkünlük, ilgi, değer verme, güven, kabul etme, kendinden verme, neşe ve incinebilirliktir. Sevgi kendi içimizden gelen ve dışarıya doğru yayılan bir durumdur. O enerjidir, karşılıksızdır, yayılgandır ve onun belli bir nesneye ihtiyacı yoktur.

İlk sevgiyi anne babamızla yaşarız. İdeal ortamda bu sevgi, çocuğun değerini ve yaşamını onaylar. Anne baba, çocuğun ihtiyaçlarını karşılar ve ona yaşamın, kendinin ve başkalarıyla birlikte olmanın değerini öğretir.

Sevgi ve Bağımlılığın yazarları Stanton Peele ve Archie Brodsky bağımlılığı, yeni ve coşturucu bir deneyim uğruna kendini reddetme zorunluluğu ile göze çarpan, düzensiz bir durum olarak tanımlarlar. Onlara göre bağımlılık, insan eğilimlerinin kötü bir sonucudur. İhtiyaçlarımız meşrudur. Ancak, zaman ve dikkatimizi önemli konulardan daha çok bunlara yönettiğimizde bunlar bağımlılık olurlar. Bağımlılıkla ilgili olarak genellikle, tutku, aşırılık, yıkıcılık, alışkanlık ve düşkünlük gibi sözcükler kullanılır. Eğer dikkat ederseniz, bunların aynı zamanda sevgi için de sıkça kullanılan sözcükler olduklarını görürsünüz. Bu bağlamda sevgi, kurtulunması gereken bir bağımlılık mıdır? Hayır, hiç de değil. Sevgiye olan ihtiyacımız gerçektir amacımız hayatımızdan sağlıksız bağımlılık unsurlarını çıkartıp, sağlıklı sevgiye yer açmaktır. Sevgi ilişkileri yalnızca siyah veya beyaz, ya da o veya bu değil, hem iyi hem de kötü unsurları bir arada bulundururlar. Hem sağlıklı ve hem de sağlıksız alışkanlıklar vardır.

Bağımlılık unsurları taşıyan alışkanlık ve davranışlarımızın çoğu aslında sağlıksız sayılmazlar. Muhtaç olduğumuza inandığımız şeylerin çoğuna yaşamamız için gerçekten gereksinimimiz vardır ve bu yüzden önemlidirler. Yiyeceğe, barınacak bir yere, dokunmaya, tanınıp kabul edilmeye ve kendimizi bir yere ya da gruba ait hissetmeye ihtiyacımız vardır. Bunların dışında gereksinim duyduğumuz şeyler ise çoğu zaman isteklerdir onlarsız da yaşayabiliriz.

Sevgide ise gereksinim kavramı karmaşıklaşır. Geçenlerde, birisinin yaşamamız için sevgiye gereksinimimiz olmadığını söylediğini duydum. Bu bir bebek için dahi doğru aslında; ona yalnızca sinir sisteminin çalışması ve büyümesi için, dikkat ve bakım gereklidir. Bu tür “yeterli” bakımı almış, ancak sevgi ve şefkatten yoksun yetiştirilmiş bir çocuk da şefkatli bir ortamda yetişmiş bir çocuk gibi büyüyecektir. Ancak ilk örnekteki, yani sevgisiz yetişen çocuğun, hastalanıp depresyona girme, hatta zihinsel özürlü olup sonu ölüme varan hastalıklara yakalanma şansı çok yüksektir. Bu bağlamda, basit anlamda hayatta kalmamız için sevgiye gereksinimimiz olmadığı söylenebilir, fakat çocuklukta sevgi almadan, sağlıklı bir yetişkin olmak da mümkün değildir. Sevgisiz yaşanabilir, ancak bu durumda sağlıklı ilişkilerin temeli sayılan kendini sevme, başkalarını sevme ve hayatı sevme gibi yetileri geliştirmek çok zor olacaktır.

Evet, insanlar sevgisiz de yaşayabilirler, bununla birlikte sevgi problemiyle kendini ya da başkalarını sevmek bana gelen hastaların çoğu, çocukluğunda anne baba sevgisinden uzak kalmış kişilerdir.

Sevgi, bize verdiklerine göre iyi ya da kötü olabilir. Burada bizim üzerinde duracağımız, sevgi bağımlılığı nedir? Sevgi nasıl bağımlılığa dönüşür? Bu kadar güzel bir şey nasıl olur da bu kadar kötü hale gelir? Sevgi mi bağımlılık mı? Ve sağlıklı ilişki nasıldır? Gibi sorulardır.

Deneyimlerimden çıkarttığım sonuca göre sevgi bağımlılığı, tatmin olmamış ihtiyaçlarımızı karşılamak, korkudan ve acıdan korunmak, problemlerimizi çözmek ve var olan dengeyi korumak amaçlarıyla, kendimizden başka birisine güvenmemizdir. Buradaki tezat şudur ki, hayatımızın kontrolünü ele almak için sevgi bağımlısı oluruz, ama bunu yalıtarak da bir başkasına teslim olur, kontrolü o kişiye veririz. Bu diğer insanlara olan “sağlıksız” bağımlılık genellikle “yeterli olmamak” hissiyle birlikte görülür. Sevgi bağımlılığı, bir tür pasifliktir kendi sorunlarımızı kendimiz çözmeyiz, yaşadığımız ilişkilerde birlikte olduğumuz kişilerin bizimle ilgilenip, problemlerimizi çözmelerini bekleriz. Kendi duygularımız pahasına başkalarıyla ilgileniriz..

Bağımlılık ilişkisindeki tarafların her birinin, bu ilişki için özel nedenleri ve yöntemleri vardır. Sevgi bağımlılığı kavramının, kurbanları için ne anlam taşıdığını öğrenmek, bundan kurtulmanın ve olgun sevgiye ulaşmanın ön şartıdır. Burada bulmacaya geri dönüyoruz. Bu kadar güzel birşey nasıl olur da bu kadar kötü hale gelir?

Bağımlı Sevgi

Bir psikoterapist olarak, hastalarımın duygusal ilişkilerinin, çocukluklarındaki anne babalarıyla olan ilişkilerinden çok etkilendiğini gözlemlemiş bulunmaktayım. Anna’nın hikayesi çocukluktaki travmaların yetişkinlikte gizli bir güç gibi kişiyi nasıl yönlendirdiğinin güzel bir örneğidir. Bu hikaye bazılarınıza aşırı gelebilir, ancak sevgide cinsel çekicilik ve uyumluluktan çok daha başka faktörlerin de etkili olabileceği gerçeğine ışık tutması açısından son derece önemlidir.

Anna 32 yaşında. 4 çocuk annesi, akıllı ve çekici bir kadındır. Kronik korkuları ve depresyonu için terapidedir. Melankolik halinin nedenlerinden birisi de 50 yaşındaki şefi Andrew’a duyduğu karmaşık hisleridir. Onu şefi olarak son derece saymasına rağmen, son zamanlardaki duygusal ve cinsel talepleri, Anna’ya kendini kötü hissettiriyordu. Onu reddedecek gücü kendinde bulamadığı gibi, kendini ona uymak ve onu sıkıntıya sokmamakla yükümlü hissediyordu ve sebebini de bilmiyordu. Böyle sağlıksız bir ilişkinin her ikisinin evliliklerini de tehlikeye sokacağı bir gerçekti, ancak Anna bir türlü kendini kontrol edemiyordu.

Bir akşam telaşla beni aradı. Birkaç gün önce Andrew ile iş ilişkisi dışında asla bir araya gelmemeye karar vermişti. Andrew’un kendisini aradığını, ve görüşmek için yalvardığını söyledi. “Onu görmeliyim, her yerim ağrıyor, bütün bedenim titriyor, eğer ona gitmezsem sanırım hastalanacağım, hatta delireceğim. Ne olur yardım edin, çok kötüyüm” dedi.

“Onu görmezsen ne olacağım düşünüyorsun” diye sordum Anna’ya.

“Bilmiyorum, ama sanki feci şeyler olacak, korkuyorum” dedi “ve tüm bunlar çok anlamsız” diye ekledi.

Onu sakinleştirip hiçbir şeyin olmayacağına ikna ettim. Bu seferlik krizi atlatmıştık. Daha sonraki bir terapi seansında Anna, Andrew’u görmeme sözünü yeniledi. Bunu söylerken titrediğini fark ettim. Niçin böyle olduğunu sorduğumda şöyle açıkladı “Size çılgınca gelebilir ancak, sanki onu terk edersem, ona kötü bir şey olacakmış gibi geliyor. Üzüntüsünden kendine zarar verebilir diye korkuyorum. Bana ihtiyacı var onun.”dedi.

Bense ona “Sen Andrew için endişeleniyorsun. Fakat senin korkunun nedeni nedir? Üzgün ve korku içinde olan sensin. Bu ilişkiden ne sağlıyorsun? Niçin bu adama bu kadar bağlısın?” diye sordum.

Bunların cevabı kolay çıkmadı. Zamanla terapide, çocukluk hikayelerini anlatırken şu anki durumuyla ilgili ipuçlarını verdi. Anna’nın Andrew için korkusu, zamanında, ona çok benzeyen bir erkek olan babası için duyduğu korkuyla benzerlikler gösteriyordu. Bir akıl hastası olan annesine karşı, babası Anna’nın sığınağıydı. Babası nazik ve duygusal bir kişi olmakla birlikte, Anna’dan aşırı talepleri vardı cinsel yakınlık da bunlardan birisiydi. Annesinin ihmalkarlığının karşısında, babasından aldığı ilgi ve korumanın bedelini çok ağır ödüyordu.

Artık Anna’da, babasının kendisine muhtaç olduğu, onsuz yaşayamayacağı ve babasını mutlu etmesi gerektiği fikirleri sabitleşmişti. İşte, Anna’nın depresyonu bu acılı çocukluğundan kaynaklanmaktaydı. Ensest’in acısı ve suçluluk duygusu, onun cinsellikten uzak bir yetişkin olmasına sebep olmuştu, ancak cinsel duyguları herhangi bir şekilde uyandığında da onları çok uzun süredir bastırdığı için hislerini ve arzularını kontrol edemez oluyordu. Bir insanın cinsel duygularının olmasının, onun bu konuda birşeyler yapmasını gerektirmediğini anlayamıyordu.

Ona niçin babasının cinsel ihtiyaçlarını karşılamak gereğini duyduğunu sorduğumda, “annemden beni koruyabilecek, güvenebileceğim tek insan babamdı; o beni seviyordu” dedi. Babasını, onunla cinsel ilişkiye girmek pahasına mutlu etmek, Anna’ ya kendisinin sevilebilir olduğunu hissettiriyordu. Devam eden seanslarda, Anna’nın ilk aşk ilişkisinin anne babası tarafından çok yanlış bir tutumla karşılandığını ortaya çıkardık. Anna, babasına olan sevgisi ile Ensest’in acı ve suçluluğunu bir türlü birbirinden ayıramıyordu. Sonuç olarak, babasıyla ve sevgiyle olan ilişkileri duygusal açıdan tam bir karmaşaya dönüşüyordu.

Bir gün “ babamı yakınımda tutmalıydım, bunun için de onun her istediğini yapmalıydım. Aksi halde beni bırakıp gidebilirdi, ki bu da benim için ölüm demekti.”dedi. Burada açıkça görülüyor ki, Anna hayatta kalmasını, bir başka kişinin varlığı ve onayına bu kişi ona cinsel tacizde bulunsa bile bağlı görüyordu. Bu inanç onun Andrew ile olan ilişkisinde de mevcuttur; onun istekleri karşısındaki paniğini ve çaresizliğini anlamamızı sağlar.

Bilinci Anna’ya Andrew’suz yaşayabileceğini, bilinçaltı ise onsuz bir hayatın sevgisiz, anlamsız ve amaçsız olacağını söylüyordu. Çocukluğunda, akli dengesini, hatta hayatını koruyabilmesi için birisiyle oldukça yakın bir ilişkide olması gerektiğine inanmıştı. Terapideki amacımız bu kötü olayın tekrarını önlemekti.

Anna, iç dünyasını keşfi sırasında, onun bugünkü duygularını ve Andrew gibi erkeklere olan ilgisini kontrol eden, bağımlı, ürkek çocuğu ortaya çıkardı. Onu korkutan bilinçaltındaki olaylarla teker teker hesaplaştı.

Ona “Artık küçük bir çocuk değilsin, büyüdün, öyle değil mi?” diye sordum.

“Doğru, ama her zaman öyle hissedemiyorum. Onunla beraberken küçücük bir çocuk oluyorum”

“Aslında kaç yaşındasın?”

“32”

“Peki bu kişinin seni korumasına gerçekten ihtiyacın var mı?”

Biraz düşündükten sonra “hayır” dedi.

“Sevilmeye değer olduğunu hissetmen için bu kişinin varlığı şart mı?”

Biraz tereddütlü bir şekilde “emin değilim, çünkü kendimi pek sevilmeye değer bulmuyorum” diye cevapladı.

“Seni seven başkaları var mı?”

“Evet, beni seven bazı insanlar var.”

“Peki Andrew hayatını anlamlı kılan tek insan mı?”

Düşündü ve “hayır” dedi.

“Yaşamak için ona ihtiyacın var mı?”

Başını hayır anlamında salladı.

Bu sorular, korkularını ve o korkulara yol açan düşünceleri açıkça ortaya koyuyordu. Artık, çocukluğundaki korku ve davranışlara sebep olan koşulların geçerli olmadığını anlamaya başlıyordu. Kısa bir zaman sonra, Andrew ile karşılaşıp ona bundan böyle kendisini taciz etmesine izin vermeyeceğini söylemeye hazırdı. Bu ilişkiyi bitirip, enerjisini ailesine ve işine yöneltti. Sonradan Andrew da davranış bozuklukları için terapiye başvurdu.

Çocukluğu çoğumuzunkinden daha sorunlu geçtiği için, özgüveni oldukça yaralanmış olan Anna’nın, güçsüz, aşırı talepleri olan ve onu suiistimal etmeye meyilli erkeklere daima zaafı olacaktır. Fakat, Andrew ile olan bu özel durumunu gayet iyi bir şekilde çözümlemiş olması hiç de küçümsenemeyecek bir başarıdır.

Anna’nın olayı aştı gibi görünse de, bu tür durumlara tahmin edilenden daha sık rastlanmaktadır. Bağımlı sevgi diye adlandırdığımız, tutkulu ve zarar verici öğeleri olan her ilişkide, bu bağımlılığın önemli bir amaca hizmet ettiği inancı vardır. Bilinçaltı için bağımlı sevgi, hayatta kalmanın tek yoludur. Sevgi bağımlısı için hastalıklı ilişkiler normal, hatta gereklidir. Korkularımızı keşfedip bağımlı sevgiye niçin gereksindiğimizi anladıkça, bunların üzerimizdeki etkisi ve gücü azalacaktır.

Bağımlı sevgi benmerkezcidir ve kişinin kendi gereksinimlerine hizmet eder. Çocuk Anna. babasını kendi gereksinimleri için sevdi; huzuru ve yaşamı için onun ilgisine ve varlığına muhtaçtı. Bu inanç çocuklukta bir anlam ifade etmiş olsa da, artık bir yetişkin olan Atina’nın kendini sevilmeye değer hissetmesi ve yaşantını sürdürebilmesi için babasına ya da onun gibi birisine ihtiyacı yoktu. O. artık eşit iki insanın arasındaki özgür ve açık sevgiyi yaşayabilirdi. Benmerkezciliği Andrew’la olan ilişkisinde de görülüyordu: onsuz, Anna’nın hayatının hiçbir değeri kalmayacak. her şey kötüye gidecek ve belki de ölecekti.

Kişideki sevgi bağımlılığının derecesi, çocukluktaki karşılanmamış ihtiyaçların yoğunluğuyla doğrudan ilişkilidir. Aşırı sevgi bağımlılığı, kendini sevmeyen insanlarda görülür. Bu tutku büyük bir tezadı ortaya koyar: kontrolümüzü kazanmak için bu tür İlişkilere ihtiyaç duyarız, fakat bunu yapmakla onu kontrolü kendi ellerimizle bir başkasına sunarız. Bu kontrolü verme eğilimi çeşitli korkulardan kaynaklanır: acıdan korkmak, karşısındakini hayal kırıklığına uğratmaktan korkmak, başarısızlıktan korkmak, suçtan, öfkeden veya reddedilmekten korkmak, yalnızlıktan korkmak, hastalıktan korkmak veya ölümden korkmak gibi.

Sevgi bağımlıları, girdikleri ilişkilerle korkularını ortadan kaldırabileceklerini zannederler. Bu kitapta bağımlılığın insanlar üzerindeki güçlü etkisini, bundan kurtulmanın neden kolay olmadığını, derinlerinde yatan karmaşık sebepleriyle inceleyeceğiz. Pek çok insan, Anna’nın da yaptığı gibi, bu tuzağa defalarca düşmektedir. Fakat bu nasıl gerçekleşmektedir? İşte bunun kökleri bizim biyolojimizde, eğitimimizde, ruhsal inanç ve arayışlarımızdadır.

Brenda Schaeffer
Sevgi mi Bağımlılık mı?

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz