Canım,
Mektubun geldi. Beni nasıl mutlularsın bilmem haberin var mı? Sana alabildiğine düşkünlüğüm, susmak, beni yanıtlamamak inadına sebep olamaz. Ya aklına öyle estiğinden ya da yanlış izlediğinden, bula bula bu “İNAT” kavramını buldum. “Kavramlarla bu uğraşın niye?” diyceksin. Ne kadar vurdumduymaz, ne kadar günübirlik yaşantıcı davranırsak davranalım; onlar olmadan hiçbir çözüme varamayız da ondan! Çözüm… Bu da ayrı bir kavram. Bence seninki -senin bile tanıyamayacağm bir kılığa- bir ayrı görünüşe bürünmüş bir GURUR. Yoksa İNAT değil. Bu konuda asıl önemli olansa mektuplarımın, tutkunluğumun sana usantı verip vermediğidir. Bunu bana bildirmeni istiyorum. Sen dürüst ve yiğit bir kızsın. Nevzat ve Sait, senin “ümit verip vazgeçen” tipte bir kız olduğunu iddia ederlerdi. Yanılmıyorsam ilk günden beri böyle bir hâl görmedim sende. Sende hiçbir çirkinliğe tahammülüm yok. Bunun etkisi bu belki. Ama “ümit” niye? İsteğin, hırsın, idealimizin çocuğu değil midir ümit? Aslında ne kadar zavallı bir kaytarma! Asıl güzel olan, şerefli ve yaşanmağa değer olan, arzulanma ve arzulamanın devam etmesi, bitmeyesiye hızlanışıdır. Seni arzuluyorsam, ölesiye ve iğrenç yalan düzenlerin,
yasakların hışmını takmıyorsam bu bana şeref verir. Hem biyolojik hem de psikolojik olarak hayat ancak böylelikle alelâdelikten kurtuluyor. Aynı bunun gibi sen de beni bu devamlı itiler ve çağıltılar, doymazlıklar düzeninde tutabildiğinden ötürü kutsallık ve erdemlilik, güzellik adına ne yücelikler varsa bunlara ermişsin demektir. “Bunlar” şendedir ya da… HAYATı başkaca nasıl güzel kılabiliriz? Halbûki mesele bu da değil. Aslında benim senden hiç kopamayışım, sensiz dünyayı hafif buluşumdur bütün mesele! Ama dediğim gibi, sevmediğin, tiksindiğin an yaz bana. İkimiz de SADAKAdan nefret ederiz. İkimiz de âsi, tedirgin ve yalnızız.
Beni hiç beklemediğim bir vakitte alıp götürürler diye adresini bir an önce öğrenmek istedim. Seni mektupla da olsa öpmek büyük şey. Daha bir süreli ve can tadında hem. Bütün o büyük yazarlar, biyolojistler aldanmış. Ayrılık ve zaman bende sana ait hiçbir ânı öldüremiyor, silemiyor. Ya da ben acayip bir yaratılıştayım. Eh istemiyorsan, sıkıntı kaplıyorsa içini, rastgelsem de rahatsız etmem seni canım. Katlanıveririm acılara, sürgünlere, yapayalnız ölümlere. Bütün i…lik bu “ölüm” kavramında. Sen büyük bir insansın, sürüden-sıradan değilsin. SIKINTIn da bu ölüm puştunun kulaktozumuzda ıpıssız çın çın edişinde. “Bir kez gelmişken dünyaya neden dileğimce, duyularım, düşünlerimce yaşamayayım?” diyorsun. En haklı ve en güzel felsefe bu aslında. Ama çok erken gelmişiz işte! Bizden daha erken gelenler de var. İSA, BUDA, Konfüçyüs, SAFO, SPARTAKÜS vs. Bunlar vakitsiz gelen cennet habercileri. Sade şu var ki -onlara benzemiş olmak için değil!- bir düzene girecekse bu namussuz hengâme, senin ve senin gibilerin varlığı ile olacaktır bu. Senin için pek bir çıkarlı olmasa da dünyanın diğer insanları için büyük bir çıkar. Yüzde yüz cennet veremeyiz. Ama boklukları, haksız ve canavar tutkulu budalalıkları şöyle bir törpüleriz. Gide gide bizden sonrakiler daha bir İNSAN ve YALANSIZ bir hayat yaşarlar elbet. Ne bizden sonrakiler be, biz yaşıycaz! Ellerimizle devredicez onlara. Böylece can sıkıntını bir nebze defedersin hem. Ah yanımda olsan. Başını kaşıycak vaktin olmaz. Uyumağa hasret kalırsın. Öyle aşk öyle şevk ile sarılırsın hayata. Sen ki hayatın ve aşkın yaratıcısı olan nadir bir insansın. Sana hep Kiyo’nun karısı Dr. May’dan bahsederim ya. Ona bir arkadaşı şöyle yazmıştı unutmadıysam: “Eskiden sabahları canım işe gitmeyi hiç istemezdi. Ölüme gider gibi giderdim. Şimdiyse işi bırakıp yemeğe, uykuya gitmemeyi ne kadar isterdim.” Tabii adamına, gerçeğine ya da yutturmacasına göre değişir bu. Ama mutlaka kendini ipe çekmez, canı sıkılanların hepsi. Seninle dünyayı, kasaba kasaba, kıyı kıyı dolanmak isterdim. Her gün bir yaş daha gençleşir, çocuklaşırdın! Yalan değil, olacak bu. Güvenim tam. Sade şu kara günlerimi bir çabuk atlatayım. Eh bu günlük dersimiz bu kadar. Bağışla beni. Çıkasıca huyumu yok edersin bir gün elbet!
İnadın bitince yazıver. Anlat. Dedikoduya hasret kaldım be. İstanbul havadislerin, Yenişehir gözlemlerin yok mu hiç?
Hiçbir düşün, hiçbir erek senin kadar beni ilgilendirmedi. Beni çarpmadı. Silkin, kendine geliver bir. Ben giderim, geberirim, kötülerim. Önemli değil bu. Sade şunu unutma: Doyulmaz ve vazgeçilmez güzellikte, sarhoşlukta hayatlar vardır. Acı bile olsalar onları yaşamak sana ve senin soyundan kimselere vergidir. Tanrının, tabiatın ya da kendi varlığının sana bağışladığı bu büyük şansı tepme. Hor görme.
Seni cehennem bir hasretle öperim.
Ahmet
[İmza]
Leylim Leylim
Ahmed Arif’ten Leylâ Erbil’e Mektuplar
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2011