AHMED ARİF: SENİ ANLAMAK, SENİ SEVMEK MÜHİM VE AZİZ BİR İŞTİR

Leylâ’m, Kardeş Çocuk!

Bu kadarı da çok oldu. Ne oluyorsun yahu? Gelince bir temiz ıslatıcam seni. Kendine gel! Sen, üzüntüye, kahra lâyık veya müstahak değilsin. Yaşaman, asıl senin yaşaman lâzım. Hiç kimse, yaşamayı senin kadar hak edemez. Anladın mı? Sen, öyle birisin işte. Bunu belle, buna inan. Şendeki altın yürek, altın da lâf mı, o cânım yürek, kimselerde yoktur. Seni, güzel eden, dost eden, dayanılmaz eden yine sen’sin. Bunu da öğren. Ve hiçbir kahraman, hiçbir aziz, hiçbir hergele, sana azâp veremez! Azâbı, sen kendin icat ediyorsun. Beni de böyle berbat ediyorsun.

Dün sana bir mektup gönderdim. Allah kahretsin, kardeşim taahhütlü yaptıramamış. İçinde parça parça şiir serpintileri de vardı. Aman, alıp almadığım hemen bildir. Ve bana yaz canım.

Yaz, sever misin, kızar mısın, küfür mü edersin, neylersen eyle ama bana yaz. Beni yıkacağından falan korkma. Ve beni korkutma. Bana yazmayacaksın da kimlere yazacaksın. Düşün, İstanbul’a gelme umudum olmasa, çoktan kendime kıyardım. Bilirsin, ölüm benim için çok önemsiz bir şey değilse de bu hususta sabıkalıyım da! Ölürüm ha! Ne güzel yaşıyorduk be! Nasıl da yaşatırsın. Kaç bin kere söyleyeyim, öyle yaşatan, öyle sevdirensin ki… Seni tanımak, seni bir kerecik bile görmek, milyarla yıl yaşamaktan daha dolu, daha hazlı ve daha değerlidir. Ama kime bu sözler, anlayana tabii. Seni anlamak, seni sevmek mühim ve aziz bir iştir. Zor da değil halbûki, ama İNSAN olmak lâzım.

Nerede beklediğim şiirlerin? Hep kulağıma, kalbime ve beynime fısıldayacaksın da ben mi yazacağım? Gerçi bu, değme şâire nasip değil ama, asıl seninkiler mühim. Buna da inan, bunu da bil, e mi? Sonra ben, böyle istiyorum. Ben, isteyince yapmaz mısın? Biraz da bunun için, bu sebeple yazmalısın. Alışıncaya, sende de yaratıcılığın altın kapıları, bütün kanatlarını açıncaya kadar. Sonrası ne benim ne de senin elinde. Soması, alıp götürür… Yalnızlığı, riyayı, canavar azgınlığı, o namussuz ölümü, yıkar, tarumâr eder. Kadeh hiç boşalmaz, rüya hiç bitmez (gerçekleşir çünkü), gençliğin ve güzelliğin, cihanlar durdukça devam eder…

Bu, beşinci mektubum. Yine 5-1 mağlubum. Benim de mağlup olmam mukaddermiş meğer. Niye yazmıyorsun hayatım? Canevim, en aziz, en sevgili ve en bir tanem? Bu, “sen” değilsin. Kendini topla, yine “sen” ol. Hemen geleyim mi? Sana ah, bir şeyler yapabilsem, bütün derdim bu şimdi. Şahsî dertlerimi, hastalığımı hep unuttum, bir kenara attım. Ablacığım! Oturup ağlayayım mı yani? Senden ayrı, ağlanamaz da! Hemi vallah, hemi billah bu böyle. Sensiz, “To be or not to be” bile olamaz, düşünülemez! Nefes alınır sanılır ama nefes değildir. Sensiz içilemez, yalnız kalınamaz, dövüşülemez. Sensiz ancak bu kafa, taşa çarpılır. Müstahaktır… Yoksa Kenyalarda, İsveçlerde misin? Aman Allahım! Geberdiğim, bittiğim gündür…

Ben, hâlâ buradayım. Bismil’de. Annemler evi onarmak için Diyarbakır’a gittiler. Ben de senin mektuplarını, sağlık haberlerini bekliyorum. Ay sonunda belki giderim. Hep, yaz diyorum ama hiç yazmıyorsun. Basarım kalayı ha! Bir kere bir iki tokadı hak ettin, görürsün bak saçlarını nasıl kökünden koparıcam. Seni gidi inatçı, seni! Kendine kıymakla, kendinden kaçmakla iyi halt mı ediyorsun, sanki.

Gözlerinden, burnunun, üst dudağına düşen fark edilmez incecik gölgesinden öperim canım. Öperim ömrüm. Yaşşa!

Senin, yine senin.

[İmza]
6 Haziran 1954 Bismil

Leylim Leylim
Ahmed Arif’ten Leyla Erbil’e Mektuplar
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2011

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Social media & sharing icons powered by UltimatelySocial