Leylâ, Zalim Leylâ!
Bu, benimki dördüncü. Oysaki senden bir tek mektup aldım. O belâlı ve korkunç ilk mektubun, yani 4-1, ben mağlubum… Ben, belki yazamazdım da, melânkolim ve serseriliğim tutar da yazamaz, boş verirdimse, sen yazacak, “bu oğlan, öldü mü kaldı mı?” diye sen arayacaktm, değil mi?
Bari bu suskunluğun sebepli ve hayırlı olsa ve bana bu kadar kahırdan sonra, parıltılı şiirler göndersen. Öyle olacak elbette. Sen, osun çünkü. O, şâir, dost, en sevgili ve en kardeş… Başka türlü olamaz…
Mektuplarımı almıyor musun yoksa? Hep de taahhütlü gönderiyorum. Geçen gün coştum, annene bayram kartı ile hürmetlerimi gönderdim, ellerinden öptüm, söyledi mi?
“Bin yıl, bahar içre ömrünü sürsün,
Seni doğuran ana.”
Benim Lâmbo’da başladığım şiir, ne oldu biliyor musun? Hem de birdenbire ve yarı gece. Şimdi elli mısrâdan çok. Daha bitmedi. Ah, seninle beraberken bitebilir ancak! Elbette ki senin harikûlâde zevk ve anlayış sansüründen geçecek. Pasajlar hep “yeşil” diye bitiyor. Benim ve senin ne varsa, ikiz ruhumuzda ne varsa her biri birer hafif parıltılı taşla, kompozisyona giriyor. Kahrın, bulunmaz ve yaratılamaz güzelliğin, dost ve kahraman ve çırılçıplak samimiliğin, büyüklüğün, namluların yivlerinde fışkıran güller, birer nilüfer dizisi olmuş prangalar. Spartaküs’ün bukağısı, kol bağları. Kısır kadının anne oluşu ve çok uzak, kimselersiz bir yıldızda inleyen bir stradivarius. Dünya çarşılarının en küçük meyhanesi. Ve biz, milyarlarca, aşkın, yalanın, alçaklığın, kahramanlığın; kapıları, kapakları, kuş uçurmaz uzaklıkları ve ayrılıklarıyla, kahrolası yasaklarıyla, bu acayip kaos karanlığında, biz ikimiz! İki müthiş hasret, iki parça can… Ve canımda o ölüm namussuzu… Bütün bunları, abstrait şiir haysiyetine halel getirmeden işleyebiliyorum. Bana bu kudreti verdiğin, beni ben ettiğin için sana teşekkür etmek, galiba pek resmî kaçar. Hattâ ben, züppelik diyorum buna. Ben, senin için, ancak her şeyimi, bütün mevcut kıymet hükümlerini ve canımı fedâ etmekle belki biraz hafiflemiş olurum. Yine de ödemiş, karşılık vermiş olamam… Bu, hem çok acı, hem de şaheser bir ruh hali. Kimselere mecbur olmadım, olmam da. Yiğitliğim ve rivayet olunan erkekliğim, bundandır… Ama senin mecburun olmak, beni hiç mi hiç küçültmüyor. Aksine yüceltiyorsun, İNSAN ediyorsun, yaşatıyorsun…
“Sus kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aydım yarı gecede,
Yeşil bir yağmur sonra.
Yağıyor,
Yeşil.
Daha, üç ayrı pasaj var. Kompozisyonun bütünü içinde çok sağlam ve çok yeni duruşları var. Nedense bu şiiri çok seviyorum. “Suskun”u kullanmama izin verir misin; onsuz edemiyorum. Bir şey daha soracağım, final benim karakterimde acı ve melânkolik bir bohemde bitiyor. Bitiyor ama korkuyorum sen beğenmezsin diye. Nasıl bitireyim, umutlu mu, sevdalı mı, yoksa ağlamaklı mı? Bana yol göster ve mutlaka yaz. Kitabımızın adı “Suskun” olsun mu?
Bir de “Kara” diye bir kompozisyon var. Hayli çetin ve karanlık. Şimdilik altmış-yetmiş mısra kadar var. Her ikisini de iyice bitirmeden göndermek istemiyorum.
Perişan etmiş
Kara sütü, kara sevdayla seni.
Ve kara memelerinde dişlerin âsi
Karadır, upuzun yattığın gece.
Ve kan tadında bir konca
ezer şerbetini mısralarınca.
De be, aslan karam,
De, yiğit karam.
Hangi kaderin yazısı
Zorlu yazısı,
Belânda…
Vurmuş,
Demirlerin çapraz gölgesi,
Alnına, galip ve serin.
Künyen çizileli kaç yıldız uçtu,
Kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti.
Gelmemiş kimselerin…
De be, aslan karam,
De, yiğit karam.
Hangi zehirin meltemi,
Saran meltemi Hülyanda…
Hakikatli dostun muydu,
Can koyduğun ustan mıydı,
Bir uyumaz hasmın mıydı?
Ooofl de, bunlar olsun muydu.
De be, aslan karam De, yiğit karam.
Hangi kahpenin hançeri,
Saklı hançeri,
Yaranda…”
Affet, fazlaya kaçtım. Ama sen halden anlarsın. Şâir adam, ayrılıkta, o namussuz ayrılıkta, firaklı şiirler
vazmaz da ne yapar. Benim aziz Leylâm, sevgili belâm. Ya sen olmasan, ben ne bok yerim, neye yararım? Mânâsız bir otomatisme’in, mânâsız bir fiziğin, kahrolası boşluğunda, ben garip, ben duyan, ben yirmi dört saatte, yirmi dört bin parça olan, ne yapardım?
Gözlerinden öperim. O güzel burnuna yıldızlarca öpücük… Bana yaz! Ben daha buradayım. Eğer Diyarbakır’a yazdıysan, annem alır, açmadan bana gönderir. Ben giderken sana yazarım. Kendine iyi bak. Bir daha hiçbir ana doğurmaz seni. Bir daha hiçbir cihan bulamaz seni. Tekrar öperim.
Senin.
Kaynak: Leylim Leylim – Ahmed Arif
Ahmed Arif’ten Leylâ Erbil’e Mektuplar 1954-1957