Benim de bütün yazdıklarım senindir. Kabul etmeni dilerim. Zaten bundan böyle senin imzanla yayın yapmağa karar verdim. Takma ad sevmiyorum. Tabii sana göndermeden, kendiliğimden yapmam bunu. Kabul edeceğine ve ağzını sıkı tutacağına inanıyorum.
Sevgili ve Aziz bir tane Leylâ,
İlettiğin kazağı aldım. İki ellerinden öperim. Bundan önce yazdığım mektup için affını dilerim. Bazı çok çekilmez, çok şirret oluyorum. Bu gerçek. Bir an kendimi gebertmeyi aklettim. Sade bunun da saygısızlık, senin değerini bilmezlik olacağını anladım, caydım. Yoksa keşke o boku da yese miydim? Ha? İster istemez seviyesiz bir sualim olacak sana: Kazağı ne diye gönderdin, üç-beş kahve tanesi sana bir yük, bir minnet mi oldu yoksa? Haydi, bas kalayı şimdi sülâleme!
Aklına dar gelirliğim filân düşmesin. Biz Nezihe’yle birlik nafaka-boğaz (kör boğaz!) derdini çözümleyip gidiyoruz. Ayrıca alışığız fukaralığa. Lüksümüz, büyük hülyalarımız yok. Kendime bir de elbise yaptım. Karşına adam kılığında çıkmak isterim. Senden çok, senin çevrendekilere bu gerek!
Herhal yılbaşından önce sana geleceğim. Sonrasını düşünmek, niteliklerime aykırı. Seni dünya gözüyle bir göreyim, yeter diyorum. Bir de kopmak var oysa! Şimdiden bunu kurmak, dellendirir beni.
Nicesin, dilemin? (Bu Kürtçe bir deyimdir. Tam çevirisi olamaz. Kalbim, yüreğim anlamına gelir). Üşürsen soğuklan, hastaysan mikropları bana ilet. “Kadan alım, başan dönüm, vah kezeb!” Bana yaptıramayacağın hiçbir nen olamaz. Unutma. Bizim o biçim iş de uzadı gitti. Bu kadarı da görülmüş değil. Ne atarlar ne satarlar. Bir koz, bir Acem kılıcı gibi (iki ağızlıdır) kullanmayı tasarlıyorlar herhal. Kanıksadım. Bilim ve insan olma namusundan gayrı bir çıkar düşünmüyorum. Devler dize gelsin, tapınılanlar alçalsın isterse, senin Ahmed’in düşmeyecek, yıkılmayacak. Bana güven canım. Sana, senin yüzün suyu hürmetine katlandığım, dayattığım bu “dünya adlı gezegene” lâyık olucam. Ve dünyamızın kocaman bağrına senin adını, cehennem ateşinden harflerle yazacağım. Dante Alighieri de şaşsın işte!
SANRI’yı ezber edeyim mi? Yastığımın altında duruyor. Gece yatmadan okuyorum. Aynı sen! Kokun, havan, hüznün (buna içerliycen ama hüznün işte!), benzersiz yiğitliğin, yastığımın altında… Bütün yazdıklarını gönder bana, daktilo edeyim canım. Sana iletirim hepsini. SANRI’daki düzeltiler (daha doğrusu burun sokmalar) için hâlâ azâptayım. Beğeneceğim, karışamayacağım tek sanatçı, tek yazarsın. Kıyamıyorum. Ne var ki o kadar karıştık ki birbirimize, tereddütsüz her yazdığına imzamı atabilirim. Hızımı burdan aldım. Benim de bütün yazdıklarım senindir. Kabul etmeni dilerim. Zaten bundan böyle senin imzanla yayın yapmağa karar verdim. Takma ad sevmiyorum. Tabii sana göndermeden, kendiliğimden yapmam bunu. Kabul edeceğine ve ağzını sıkı tutacağına inanıyorum.
Bu konuda tez elden bir karara var. Sanırım dünyada ilk olacak bu! Elbet öyle olacak! Kimse bizim gibi sevemez, dayatamaz. Bu dediğim, sanat bâbında sade. Yoksa politik yazılarda değil seni belâya sokmak, bütün belâlarını, kadalarını kendim yüklenmek isterim.
İki ellerinden öperim. Yaz, ruhum.
Leylim Leylim
Ahmed Arif’ten Leyla Erbil’e Mektuplar