Ahmed Arif: Annenin, ablanın istediği tipte bir kadın olma yolunda hızla gidiyorsun

Leylim,

Mektubunla da başladın kırmağa beni. Vurmağa beni. Bi bakıma bu da gerekli. Biri gerek sana, provasız vurasın, kırasın diye. Beni seçtiğine iyi ettin. Katlanırım. Üzmem seni, yanıtlayıp çileden çıkarmam hiç değilse. Bak canım, her ikisine de bir saygısızlığım, bir özel sevisizliğim yok ama beni Said’Ie, Nevzat’la bir tutmam gene de -aşağılanma demeyeyim- “sıradan biri gibi tutulma” sayıyorum. Bunu, SENİN yapman asıl, yıkar beni. Yoksa başkaları bana ulaşamaz ki aşağılatsınlar ya da yüceltsinler.

“Tüm düzensizliğin suçlusu” sen değilsin. Utanmadan, sıkılmadan, salt kendine ait olmadığını düşünmeden nasıl söylersin bunu sen? Bir suçlu varsa ya da bir sevisiz-sıkıntılı hava varsa bu daha çok senin çevrenden sabah akşam katıldığın biteviyelik ve korkunç yalnızlığından. Yalnızlığını olsun paylaşmağa uğraştım ve galiba biraz başardım da. Ama sen inadına ters anlamlara vardıkça, bundan böyle sana yazmağa da korkarım. Bir beş dakkacık bile asıl yaraya dokunmadın, dokundurmak istemedin. Korktun. İnançsızlığını da alırım diye korktun. İnsan bağrındaki engereği böyle söküp atamaz. Boyuna kaçtın benden. Hep seni yatağa atmayı kurduğumu, tertiplediğimi sanıp kaçtın. Oysa bunu değil seninle, kerhane karısıyla bile karşı tarafın en az benim kadar arzu duyması halinde yaptığımı biliyordun. Koca, okyanus yüreklilerin kaldırabileceği koca bir SEVDAYI, diyelim bir saatlik et-ter-acı-diş-dil-dudak alışverişiyle söküp atmanın mümkün olduğunu nasıl düşünebiliyorsun hâlâ? İşi böyle tuttukça da bir çözüme varacağını ummam. Ve korkuyorum. Korkum şu: Annenin, ablanın istediği tipte bir kadın olma yolunda hızla gidiyorsun. Sana ÖLÜM’den İNTIHAR’dan sık sık açmamın asıl sebebi bu sevgilim. Sen bunu istemez, bundan tiksinirsin gerçi. Ama yaşayışın buna götürmeğe uygun bir eğilimde. O zaman da bana ölmek düşer. Ben hocalık ettim Leylim. Yüreksizlere, ikiyüzlü-iki kişilikli hastalara bile hocalık ettim. Bir muhasebe ya da bilanço meselesi olarak ele alınırsa sonuç kârlı oldu. Bu ara kendimde de yıkıntılar olmadı diyemem. Ama seni -bir ölçü bulamıyor, bir birim yaratamıyorum-öyle tuttum, öyle sevdim ki benim şartlarımda pek az adamın yaşayabileceği bir hayatı, fırlatıp atmak riskini göze aldım. Hâlâ da öyleyim. Buna değersin canım benim. Gelgelelim içini oyan o KORKU, o başkalarına benzemek, o tiksindiğin nenlere bulaşmak korkusu, seni de beni de yıkıp götüreceğe benzer. “Verem oluyordum, yalnızlıktan geberiyordum” diye sebepler buldun bana. Belki bunların da bir etkisi oldu ama asıl sebep senin yaşamayı kolay, hiç değilse en az zahmet verici yönünden ele almak isteğin. O günler, yanında olmadığımı, olamadığımı asla affetmiycem. Bu da benim gerçek anlamıyla tek ve korkunç SUÇ’um işte. Bunu da gene karım olmana, dolayısıyla seninle

yatmak arzuma yoracaksın ama yersiz ve saçma. Önce senin kurtulman, dünya adlı ayvayı dileğince dişlemen vardı ortada. Sonra da, benim arzum ya da hırsım ne olursa olsun, sana değer, sana denk sorgusuz sualsiz, beyninden, düşlerinden, yalnızlığından taa taşaklarına kadar sevebileceğin erkeği araman, bulman gelirdi. Tek suçlu benim bunda da. Geberesi, kopasıca başımın ağrısına düştüm. Sen de az saçmalamadın o sıra. Beni ortalığa kepaze etmeğe bile kalktın. Vay dünya … Vay … Beşerîydi gene her yaptığın.

“Seni seviyosam, senin yerini herkeslerden başkaca ayırmışsam” diye başlayan bir bölüm var mektubunda. Gereksiz bunlar canım benim, gereksiz ve doyumsuz. Beni sevmediğini söylemek ne diye üzer seni? Bu da bir gerçek. Sevgiyi yaratmak gerek. Bunda da bazan tek yönlü uğraşma, verme, ölümü göze alma, sonuç vermiyor. İster istemez işi bir “talih” meselesi olarak ben çoktan kabullendim. Üzme, zorlama kendini. Beni hiç sevmedin. Gene de benim yanımda ve ben yokken benim hayalimle kaldığında olduğun gibi kal. Örtünmelere, göstermeliklere başvurmadan, çırılçıplak kalabilmek arzunu gene ve sadece ben mümkün kılarım. Bu da bana gurur ve kıskançlık veriyor. Seni kıskanıyorum da. Ama Memed’in yerine koynuna ben gireyim diye kıskanmıyorum. Affet biraz acıma var bu duyumda. Seni kendimden bir parça, kendi canım bildiğim için kıskandım. Yitik sandım. Söyle yittin mi? Söyle! Yitebilir misin? Bir ömür bir korkunç yürek dayatması vereyim ben, sonra da kendimi, canımdan derin saklı seni sıradan birinin günlük yaşayışına salt bir ortak bulayım? Söyle bu musun sen? Ölümü, gebermeyi düşünmeyip de ne halt edeyim? Hayır, içinden öyle gelmedi, bir tecrübe, bir tahlil -üçüzlü bir tahlil- yapıyordun sen. Zalim. Said, sende bir yakınlık, korkusuz, işkilsiz, aldanmasız yatılabilecek bir kadın görüyordu. Nevzat’sa hiç sevmedi, etine buduna, harikulade benzersiz yüzüne ve biraz da ileri görünen davranışlarına meyil verdi. Memleketimde içinden bir şeyler yapmak, kendini bir şeylere vermek isteyen, ama bir tarafıyla bok makinesi bu düzene bağlı kalan, ondan kopamayan iki entelektüel tipi bunlar. Beşerî ve olağandır bu da. Ben onlar kadar okuyabilmek fırsatına eremedim. Dil de bilmem. Nem varsa şahsî kabiliyet ve yürek başkalığına borçluyum. Şimdi sana büyük bir laf edeyim: İster dost, ister arkadaş, ister sıradan bir tanış ve ister bir sevgili say. Ara da bul bakayım benim gibisini. Ah benim karayazım. Ah benim vurgunluğum. Sana öyle de, bir kadın olduğunu düşünerek, hattâ bunu ısrarla böyle arzu ederek de bakabilmemin yasağı neden? Sana asılmadıkça, seni sıkmadıkça, tiksindirmedikçe, bunun beşerî olmayan yönü ne? Yok istiyorsan, bunun sahiden bir kurtuluş olduğuna inanıyorsan, kesip atayım oramı canım… Zaten arzumca kullanamıyorum! Ha, benim bir kadınım vardı, bahsetmiştim, ARZU. Geldiğimi duymuş, haber salmış, gittim. Salmasaydı da gidecektim. Yattık. Allah kahretsin, hüngür hüngür ağladı sonunda. Kendisini sevmiyormuşum, bu yüzden kendimi veremiyormuşum. Doğru. Sevmiyorum değil. Ben Martin Carol da olsa yatamam gayri. Bu bahis yeter, affet.

Evet canım sevgilim, derdim-dinim-meselem bu işte. Ne diye derinlemesine, uçsuz-bucaksız-dipsiz bir SEVDA’yı ikide bir Fethi Bey’le falanca hanımın yahut

Memet Bey’le sabık metresinin fizyolojik kusma-kus-turma eylemi gibi ele alırsın? Niye? Niye? Hattâ ve hattâ Memet Bey’in halihazır hanımıyla haftada şu kadar saat, kendi kendilerini bi çeşit aldatma, uykuya varmak için zorunlu bir yorulmaya varma eylemi ne? “Bunsuz AŞK olmaz da ondan!” diyceksin belki. Eh nidelim hanımım, ben sana bağrıma taş basarım deyip kesmemiş miydim? Ne kadar, ne kadar söyledim. Çaresiz, kompleks haline getirmek için elinden geleni yapıyorsun. Beni de kendini de suçlu yapıp çıkıcan sonunda. İnancın bununla yitecekse, şimdiden ölmeyi tercih ederim. Sen nasıl inançlarını yitirebilirsin? İnanç, güven, beraberliğe sarılma konusunda, zindan ve tımarhane artığı ben gibi bir yıkıntıya örnek olan, beni kurtaran SEN! İnancın yittiyse, hâlâ nereme, neyime yazıyorsun benim? Seni seviyor, seviyor, seviyorum. Kız, köpür, itele ve kus hattâ dilersen. SEVİYORUM. Başkaca da yokum. Yahut başkaca da var isem, seni sevdiğim için, senin yüzün suyu hürmetinedir.

Sana, Yılmaz’ın mektubunu iletiyorum. (Bir dost, belki de tek dostum, galiba bu çocuklar sade sana değil, her şaire böyle mektuplar yazıyorlar dedi) diye senin kanaatini yazmıştım ona. İsim vermek âdetim olmadığından -sende bozuluyor bu âdetim- İlhan Berk’i, Attilâ sanıp veriştirmiş. Galiba İlhan Berk uydurmuş. Çocuğun yazdığı yok ona. Sakın bunu sana övünmek, çalım satmak için gönderiyorum sanma. Mahvedersin beni. Bilirsin mektuplarımı hep seninle doldurmak isterim. Başka neyim var bu dünyada, sen söyle sevgili? Ben de senin gözlerinden öperim.

1957

Leylim Leylim
Ahmed Arif’ten Leyla Erbil’e Mektuplar

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz