İfadeler arasındaki ilişkileri betimlemeye giriştim. Bana önerilebilen ve alışkanlığın bana kazandırdığı bu birliklerden hiçbirini geçerli olarak kabul etmemeye özen gösterdim. Hiçbir süreksizlik, kopukluk, eşik ya da sınır biçimini ihmal etmemeye, söylemin alanındaki ifadeleri ve bu ifadeler arasındaki mümkün ilişkileri betimlemeye karar verdim. Görüyorum ki, iki problemler serisi hemen kendini gösteriyor: birisi -bunu bir an için bir kenara bırakacağım ve onu daha soma tekrar ele alacağım- ifade, olay, söylem terimleri hakkında gösterdiğim çekingen kullanımlarla ilgilidir; ötekisi geçici ve gözle görülebilir gruplarının içinde bıraktığımız bu ifadeler arasındaki meşru bir biçimde betimlenebilen ilişkilerle ilgilidir.
Kendilerini siyaset ekonomisine; veya biyolojiye ya da psikopatolojiye ait olarak -ve bunu kolayca tespit edebildiğimiz bir tarihten beri- gösteren ifadeler var örneğin; dilbilgisi ya da tıp adını verdiğimiz -hemen hemen başlangıçsız- bu binlerce yıllık sürekliliklere ait olarak kendini gösteren ifadeler de var. Fakat, bu birlikler nedir? Willis tarafından yapılmış baş ağrıları hakkındaki tahlil ile Çharcot’nun kliniklerinin aynı söylem düzenine ait olduğunu nasıl söyleyebiliriz? Pettıy’nin icadları Neumann’ın ekonometrisiyle süreklilik bakımından aynı mıdır? Port-Royal gramercilerinin yargı hakkındaki çözümlemeleri Hind-Avrupa dillerindeki sesli harflerin münavebeleri hakkındaki tespitle aynı alana mı aittir? O halde tıp, dilbilgisi, siyaset ekonomisi nedir? Onlar hiçbir şey değil midir, ki geçmişe yönelik bir yeniden gruplandırmadan dolayı çağdaş bilimler kendi geçmişleri konusunda yanılgıya düşmektedirler? Onlar tümü için bir defada gerçekleşmiş olan belirli bir zaman aralığında son derece gelişmiş bulunan biçimler midir? Onlar başka birliklerin üstünü yeniden kaplar mı? Hem birbirine yakın hem de sürekli bir biçim üzerinde anlaşılması güç bir kitle oluşturan bütün bu ifadeler arasında, hangi çeşit bağlar geçerli olarak kabul edilir?
Birinci hipotez -ilkin bana gerçeğe en yakın ve kanıtlanması en kolay görünen hipotez-: birbirinden farklı biçimlerinin içinde, zamanın içinde dağılmış halde bulunan ifadeler, eğer bir ve aynı nesneye bağlı iseler, bir birlik oluştururlar. Böylece psikopatolojiye ait ifadelerin tümü, bireysel ya da sosyal tecrübenin içinde farklı biçimlerde kendini gösteren ve delilik olarak ifade edebildiğimiz bu nesneye uygun düşüyor gibi görünmektedir, oysa çok çabuk fark ettim ki, «delilik» nesnesinin birliği, bu ifadenin bütününü belirlemek, ve onlar arasında hem betimlenebilir hem de sürekli olan bir ilişkiyi oluşturmak olanağım vermez. Bunun da iki sebebi vardır: deliliğin kendi varlığından, onun gizli muhtevasından, dilsiz ve yeniden kendi içine kapanmış gerçekliğinden, verilmiş bir anda onun hakkında söyleyebildiğimiz şeyleri isteseydik elbette yanılmış olacaktık; akıl hastalığı ona adını veren, onu bölen, betimleyen, açıklayan, gelişmelerini anlatan, çeşitli bağlantılarını gösteren, onu yargılayan ve akıl hastalığının kendi söylemleri olması için ortaya çıkması gereken söylemleri, kendi adıyla, telaffuz ederken sözü ona muhtemelen ödünç veren bütün ifadelerin toplamı içinde söylenmiş olan şeylerin bütünü tarafından oluşturuldu. Fakat dahası var: bu ifadeler bütünü, hepsi için bir defada oluşmuş olan tek bir nesneye ait olmaktan, ve onu bitip tükenmek bilmez ideallik ufku olarak sonsuzca muhafaza etmekten uzaktır. xvıı. ya da xvm.yüzyılın tıbbî ifadeleri tarafından, onların korelatları olarak, öne sürülmüş bulunan nesne hukuksal kararlar ya da polisiye tedbirler arasında görülen nesneyle aynı değildir; hatta psikopatolojik söylemin bütün nesneleri Pinel’den ya da Eskuiroi’dan Bleuler’e değiştirildi: bunlar şurda ya da burda sözü edilen aynı hastalıklar değildir; bunlar sözü edilen aynı deliler değildir.
Nesnelerin bu çokluğundan, «delilikle ilgili söylem»in, bir ifadeler bütünü oluşturmak için geçerli bir birlik olarak, kabul edilmesinin mümkün olmadığı sonucunu çıkarabiliriz ya da belki de çıkarmamız gerekecek. Belki de, bir ve aynı nesneye sahip olan tek tek ifade gruplarıyla yetinmemiz gerekecek: melankoli üzerine, ya da nevroz üzerine söylemler. Fakat bu söylemlerden her birinin, kendi sırasında nesnesini oluşturduğunu ve onu bütünüyle dönüştürünceye kadar çalıştığını çabuk kavrayacaktık, öyle ki problem, bir söylemin birliğinin bir nesnenin sürekliliği ve tikelliği tarafından oluşturulup oluşturulmadığını bilmekle ortaya çıkar. Delilikle ilgili bir ifadeler bütününü belirlemek olanağını verecek olan karakteristik ilişki, o halde, tasvirler, tahliller, tespitler ya da hükümler adı verilen çeşitli nesnelerin eşzamanlı ya da ardışık doğuş kuralı olmayacak mı? «delilik» konusundaki söylemlerin birliği «delilik» nesnesinin varlığnıa, ya da nesnellik hakkında tek bir ufkun oluşmasına dayanmayacaktı; bu, verilmiş bir dönem boyunca nesnelerin ortaya çıkışını mümkün kılan kurallar oyunu olacaktı: ayırma ve bastırma ölçüleriyle bölünmüş nesneler, günlük yaşantıda, hukuk biliminde, teolojide, doktorların tanısında farklılaşan nesneler, patolojik betimlemelerde görülen nesneler, tedavi, inceleme yöntemi ya da yolları, sorumluluklar tarafından sınırlandırılmış nesneler ayrıca, delilik konusundaki söylemlerin birliği bu farklı nesnelerin dönüşümlerini, onların zaman aralığındaki eşitsizliklerini, onlarda meydana gelen kopukluğu, onların sürekliliklerini askıya alan iç süreksizliği tanımlayan kurallar oyunu olacaktı. Onun bireysel olan hakkında sahip bulunduğu şeyin içindeki bir ifadeler bütününü tanımlamak, paradoksal bir biçimde, bu nesnelerin dağılmasını betimlemek onları birbirinden ayıran bütün aralıkları yakalamak, onların arasında bulunan mesafeleri ölçmekten -bir başka deyişle, onların bölünme yasalarını dile getirmekten-ibaret olacaktı.
İfadeler arasındaki bir ilişkiler grubunu tanımlamak için ikinci hipotez: ifadelerin ard arda geliş biçimleri ve tipleri. Örneğin, xıx.yüzyıldan itibaren tıp bilimi bana, ifade etmenin sürekli gerçek bir karakteriyle, belirli bir stiliyle olmaktan daha az nesneleri ya da kavramlarıyla kendini belirginleştiriyor gibi görünmüştü. İlk defa olarak, tıp artık bir gelenekler, gözlemler, ayrışık usuller toplamı tarafından kurulmuyor, fakat şeylere dayanan bir bakışın kendisini, algısal bir alanı bölgelere ayırmanın kendisini, vücudun gözle görülebilir olan yerine bağlı patolojik olgu hakkındaki çözümlemenin kendisini, söylediğimiz bir şeyde algıladığımız şeyin kaydedilmesi sisteminin kendisini (vokabülerin kendisini, metaforlar oyununun kendisini) varsayan bir bilgiler bütünü tarafından kuruluyordu; kısacası, bana tıp bir betimsel ifadeler serisi olarak örgütleniyor gibi görünmüştü. Fakat yine de, bu hareket hipotezini bir kenara koymak ve klinik söylemin bir betimlemeler bütünü olduğu kadar hayat ve ölüm konusundaki hipotezlerin, ahlaksal tercihlerin, tedaviyle ilgili kararların, kurumsal yönetmeliklerin, öğretim modellerinin bir bütünü olduğunu; betimlemeler bütününün her halükârda ötekilerden soyutlanamayacağını, ve betimsel ifadelerin sadece tıbbî söylemin içinde mevcut dile getirmelerden biri olduğunu kabul etmek gerektir: bazen Bichat’dan hücresel patolojiye, basamaklar ve işaretler değiştirildiği için; bazen gözle incelemeden, kulakla dinlemeden ve elle muayeneden mikroskobun ve biyolojik testlerin kullanılmasına, bilgi edinme sistemi değiştiği için; bazen da basit anatomi-klinik ilişkisinden psikopatolojik süreçlerin son çözümlemesine, işaretler sözlüğü ve onların çözümlenmesi bütünüyle yeniden kurulduğu için; nihayet bazen doktor bilginin bellekte tutulmasının ve yorumlanmasının yerine yavaş yavaş kendisi olmayı bıraktığı, ve kendisinin yanında, yöresin de, kullanmak zorunda bulunduğu, fakat hastanın karşısında ba kan öznenin durumunu değiştiren belge yığınları; ilişki defteri ve çözümleme teknikleri oluştuğu için.
Bugün bizi belki de yeni bir tıbbın eşiğine getiren bütün bu değişmeler, xıx.yüzyıl boyunca, yavaş yavaş tıbbî söylemin içine girdi. Bu söylemi, dile getirmenin derli toplu ve normatif bir sistemi olarak tanımlamak istiyorsak eğer, bu tıbbın ortaya çıktığı anda bozulduğunu ve onun sadece Bichat ve Lannec’de dile getirilme olanağım bulduğunu kabul etmek gerekir. Birlik varsa eğer, onun ilkesi ifadelerin belirli bir biçimi değildir; bu, daha ziyade, tamamıyla algısal olan betimlemeleri, bunun yanısıra aletlerle gerçekleştirilmiş gözlemleri, laboratuvar denemelerinin protokollerini, istatistik hesaplarını, bilgi-kuramsal ya da demografik tespitleri, kurumsal yönetmelikleri, tedaviyle ilgili yönergeleri de eşzamanlı olarak ya da sırasıyla mümkün kılan kuralların bütünü olmayacak mı? Belirtilmesi ve belirlenmesi gereken şey, bu dağınık ve ayrışık ifadelerin birlikte varoluşu; bölünmelerini idare eden sistem, birbirine verdikleri destek, taşıdıkları ya da taşımadıkları biçim, uğradıkları dönüşüm, meydana gelişlerinin, yok oluşlarının ve birbirlerinin yerini almalarının oyunu olacaktır.
Araştırmanın bir başka yönü, bir başka hipotez: oyuna sokulmuş bulunan sürekli ve tutarlı kavramlar sistemini belirlemek suretiyle, ifade grupları ortaya koyamaz mıyız? Örneğin, dilin ve dilbilgisel olguların çözümlenmesi klâsiklerde (Lancelot’dan xvııı. yüzyılın sonuna kadar), içeriği ve kullanımı hepsi için bir defada gerçekleştirilmiş olan kavramların belirli bir sayışma dayanmaz mı?: Her cümlenin genel ve normatif biçimi olarak tanımlanmış hüküm kavramı, adın en genel kategorisi altında yeniden gruplandırılmış olan özne ve sıfat kavramları, mantıksal bağ kavramının dengi olarak kullanılan//// kavramı, vs. Klâsik dilbilgisinin kavramsal yapısını böylece yeniden kurabiliriz. Fakat yine de sınırları tespit etmeyi gerçekleştirmiş olacağız: hiç kuşkusuz Port-Royal müellifleri tarafından yapılmış çözümlemeleri bu elemanlarla ancak açıklayabiliriz; yani kavramların ortaya çıkışını tespit etmeye daha fazla zorlanacağız; kavramlardan bazıları belki söz konusu çözümlemelerden ‘türemiş olabilirler, fakat başka kavramlar onlardan ayrışıktır ve bazıları da onlarla bağdaşamaz. Doğal olan ya da olmayan sözdizimsel düzen kavramı, (XVIII. yüzyıl boyunca Bauze’e tarafından kullanılmış”olan) tümleç kavramı şüphesiz hâlâ Port-Royal gramerinin kavramsal sistemine eklenebilir. Fakat ne seslerin başlangıçtaki anlamlı değeri hakkındaki fikir, ne kelimelerin içinde gelişmiş ve onlar tarafından belirsiz bir biçimde iletilmiş olan bir ilkel bilgi kavramı, ne sessiz harflerin değişimi içindeki bir düzenin kavramı, ne bir eylemi ya da bir faaliyeti gösterme olanağını veren basit ad olarak fiil kavramı, Lancelot’nun ya da Duclos’un kavramlar bütünüyle bağdaşabilir. Bu koşullarda, dilbilgisinin ancak görünüşte tutarlı bir biçim oluşturduğunu; bir asırdan daha fazla bir zamandan beri bu ad altında devam edip gelen bu ifadeler, çözümlemeler, betimlemeler, ilkeler ve sonuçlar, çıkarsamalar bütününün yanlış bir birlik olduğunu mu kabul etmek gerekir? Bununla birlikte, kavramların tutarlılığı bakımından değil, fakat onların eşzamanlı ya da ardışık doğuşları, aralıkları, onları birbirinden ayıran mesafe ve muhtemelen birbirleriyle bağdaşmazlıkları bakımından eğer onu araştır-saydık, belki kopuk bir birlik bulabilecektik. O halde, bütün ötekileri açıklamak ve onları aynı tümdengelimli yapının içine sokmak için, yeterince genel ve soyut bir kavramlar mimarisini artık araştırmayacağız; onların meydana gelişlerini ve dağılmaları oyununu çözümlemeye çalışacağız.
Nihayet, ifadeleri yeniden gruplandırmak, onların ardarda gelişlerini betimlemek ve altlarında takdim edildikleri birlikli biçimleri açıklamak için dördüncü hipotez: temaların aynılığı ve sürekliliği. Polemiğe o kadar yatkın, felsefî ya da ahlâksal tercihlere o kadar açık, bazı durumlarda siyasî kullanıma o kadar hazır olan ekonomi veya biyoloji gibi «bilimler»de belirli bir temanın ilk anda, bir söylem birliğini, yaşam için ihtiyaçları bulunan, yaşama iç gücüne ve olanaklarına sahip olan bir organizma gibi, kurmaya ve diriltmeye yetili olduğunu varsaymak uygun görünüyor. Örneğin, Buffon’dan Darwin’e evrimci temayı oluşturan herşeyi bir birlik olarak kuramaz mıyız? İlkin bilimselden daha fazla felsefî, biyolojiden daha çok kozmolojiye yakın olan tema; sonuçları adlandırılmış, sınırlandırılmış ve açıklanmış olan araştırmaları daha ziyade uzaktan yöneten tema; ayrıca hipotez olarak ya da istek olarak tasarlanmış olan şeyi önceden bilmediğimizi, fakat bu temel seçimden hareketle onu söylemsel bilgi haline dönüştürmeye çalıştığımızı daima varsayan tema, aynı şekilde fizyokratik temadan söz edemez miyiz? Her kanıtlamanın ötesinde ve her çözümlemeden önce, üç çeşit toprak gelirinin doğal karakterini isteyen; sonuç olarak toprak mülkiyetinin ekonomik ve siyasal önceliğini varsayan; endüstüriyel üretim mekanizmaları hakkındaki her çözümlemeyi dışarıda tutan; buna karşılık bir devletin içindeki paranın dolanımı, ve kendileri yoluyla yeniden üretime geri döndüğü kanallar hakkındaki betimlemeyi içinde taşıyan; nihayet Ricardo’yu bu üçlü gelirin ait olmadıkları durumlar üzerinde, onun kendilerinde oluşabileceği koşullar üzerinde düşünmeye ve sonuçta fizyokratik temanın keyfîliğini dile getirmeye götüren fikirden söz edemez miyiz?
Fakat benzer bir girişimden hareketle, tam tersi ve tamamlayıcı iki tespitte bulunmaya götürülüyor/uz. Bir durumda aynı tema, iki kavram oyunundan, iki çözümleme tipinden, birbirinden tamamıyla farklı iki nesne alanından hareketle ilişkilidir: en genel ifadesi içinde, evrimci fikir belki Benoit de Maillet, Bor-deu veya Diderot’da ve Darwin’de aynıdır; fakat gerçekte onu mümkün ve tutarlı kılan şey hiç de şu ya da bu aynı düzen değildir. xvın. yüzyılda, evrimci fikir başlangıçtan itibaren gerekli olan ya da zamanın açılması sayesinde devamlı olarak oluşan bir sürekliliği (doğanın yıkımlarından her biri onu kesintiye uğratacaktır) oluşturan türlerin bir yakınlığından hareketle tanımlanır. xıx. yüzyılda evrimci tema türlerin devamlılık arzeden tablosunun kuruluşuyla, süreksiz grupların betimlenmesi ve bütün elemanları dayanışma içinde bulunan bir organizma ile ona hayatın gerçek koşullarını sunan bir ortam arasındaki karşılıklı etkileşim biçimlerinin çözümlenmesinden daha az ilgilenir. Tek bir tema, fakat iki söylem tipinden hareketle. Aksine fizyokrasi-nin durumunda, Quesnay’ın seçimi, kesinlikle, faydacılar adını verebildiğimiz kişiler tarafından savunulan tam tersi düşünceyle aynı kavramlar söylemine dayanır. Bu çağda, zenginlikler hakkındaki çözümleme göreli olarak sınırlı ve herkes tarafından kabul edilen bir kavramlar oyununu içeriyordu (para hakkında aynı tanım yapılıyordu; fiatlar hakkında aynı açıklama veriliyordu; bir işin bedeli aynı şekilde tespit ediliyordu). Halbuki, bu önemli kavramsal oyundan hareketle, değiş-tokuşa ya da işin günlük ücretine bağlı olarak çözümlenmesine göre, değerin oluşumunu açıklamanın iki şekli vardı. Ekonomik teorinin içinde ve onun kavramsal oyununun kuralları içinde yer alan bu iki olanak, aynı elemanlardan hareketle, farklı iki seçime yer verdi.
O halde, bir söylemin belirlenmesinin ilkelerini, bu temaların varlığmda aramakla, hiç şüphe yok ki, haksızlık etmiş olacaktık. Onları daha çok söylemin serbest bıraktığı tercih noktalarının dağılımında aramak gerekmez mi? Söylemin açığa çıkardığı farklı anlamlar önceden varolan temaları yeniden hayata geçirmek, birbirine zıt stratejiler yaratmak, belirli bir kavramlar oyunuyla uzlaşmaz ilgilere yer vermek, izin vermek, farklı parçaları kullanmak olmayacak mı? Zaman aralığındaki temaların, imajların ve fikirlerin sürekliliğini araştırmaktansa, ifade birliklerini belirlemek için onların çatışmalarının diyalektiğini yeniden dile getirmektense, daha çok, seçim noktalarının dağılımını ortaya koyamaz, ve her seçimin tematik tercihin berisinde, bir stratejik olanaklar alanını tanımlayamaz mıyız?
Dört girişim, dört başarısızlık -ve onların vardiyalarını alan dört hipotez- karşısında, o halde, işte ben. şimdi bunları kanıtlamak gerekecek. Bizde alışkanlık halini almış olan -ve tıp, ya da dilbilgisi olarak gösterdiğimiz-, büyük ifade grubları konusunda, onların birliklerini neyin üzerine kurduklarını kendime sormuştum, nesnelerle, sımsıkı, sürekli, coğrafi bakımdan kopuk bir alan üzerine mi? Bana görünen şey, daha ziyade, eksik ve birbirine karışmış seriler, ayrım, mesafe, yerine geçme, dönüşüm oyunlarıdır. Tamamlanmış ve normatif bir ifade tipi üzerine mi? Fakat tek bir figürde bir araya gelebilmek ve birleşip duyabilmek için, ve, zaman aralığında, bireysel eserlerin ötesinde, kesintisi bulunmayan büyük bir metin imiş gibi göstermek için, çok farklı seviyelerden ve çok ayrışık fonksiyonları olan ifadeler buldum. İyi tanımlanmış bir kavramlar alfabesi üzerine mi? Fakat kendimizi yapı ve kullanım kuralları bakımından birbirinden ayrılan, birbirini bilmeyen ya da birbirini dışarıda tutan ve mantıksal bir yapının birliğinin içine giremeyen kavramlar karşısında buluruz. Bir temanın sürekliliğinin üzerine mi? Halbuki, daha ziyade, birbiriyle bağdaşmaz temaların aktiflik kazanmasına, yahut da farklı bütünlerin içinde aynı bir temanın kuşatılmasına izin veren çeşitli stratejik olanakları buluruz. Bu dağılmaların kendilerini betimlemek; elbette, ne sürekli bir yapı, ne zaman aralığında yavaş yavaş yazılan ölçüsüz bir kitap, ne kollektif bir öznenin eseri olarak örgütlenen bu elemanlar arasında bir düzeni tespit edip edemeyeceğimizi araştırmak fikri işte bundan dolayıdır. Onların ardışık görünüşleri içerisinde bir düzen, eşzamanlılıkları içindeki ilişkiler, ortak bir türün bir karşılıklı göreve tahsis edilebilir durumları, birbirine bağlı ve ayrışık dönüşümler. Böyle bir çözümleme, onun iç yapısını betimlemek için, bağlantı hücrelerini birbirinden ayırmaya çalışmayacaktı; o kendisini gizli çatışmalardan kuşkulanmakla ve onları açıklığa kavuşturmakla görevli olmayacaktı; o tekrarlama biçimlerini inceleyecekti. Yahut da: çıkarsama zincirlerim (bilimler ya da felsefe tarihinde yaptığımız gibi) yeniden kuracak yerde, farklı tablolar (dilbilimcilerinin yaptığı gibi) ortaya koyacak yerde, o dağılma sistemlerim betimleyecekti.
Belirli bir sayıdaki ifadeler arasında, benzer bir dağılma sistemini betimleyebileceğimiz durumda, nesneler, ifade tipleri, kavramlar, tematik seçimler arasındaki bir düzeni (bir düzen, ilişkiler, durumlar, görevler, dönüşümler) tanımlayabileceğimiz durumda, uzlaşma yoluyla, işimizin -böylece şartların, sonuçların çok ağır, öte yandan «bilim», «ideoloji», «teori» ya da «nesnellik alanı» gibi benzer bir dağılmayı göstermek için yetersiz olan sözcüklerden sakınan- bir kopuk oluşumla, olduğunu söyleyeceğiz. Bu bölüşümün elemanlarının (nesneler, ifade biçimi, kavramlar, tematik seçimler) kendilerine bağlandıkları koşullara oluşum kuralları adını vereceğiz. Oluşum kuralları verilmiş bir birbirinden kopuk bölünmenin içindeki varoluşun (birlikte varoluşun, devam ettirmenin, dönüşmenin ve dağılmanın da) koşullarıdır.
Şimdi katetmek zorunda olduğumuz alan bu; kanıtlamamız gereken kavramlar, yapmamız gereken çözümlemeler bunlardır. Biliyorum çözümlemeler az değildir. İlk tespit için, oldukça zayıf fakat yeterince birbirine yakın bazı gruplardan yararlanmıştım: ne çözümlemenin sonunda onları yeniden bulacağımı, ne sınırlanmalarının ve belirlenmelerinin ilkesini keşfedeceğimi hiçbir şey bana göstermiyor; birbirinden ayırt edeceğim kopuk oluşumların, genel birliği halindeki tıbbı, tarihsel kaderlerinin bütünlük eğrisi içindeki ekonomi ve dilbilgisini tanımlayacaklarından emin değilim; onların umulmadık kopmaları işin içine sokmayacaklarından emin değilim. Hatta, benzer bir betimlemenin, eleştiri noktası olarak aldığım ve başlangıçta belirli bir bilimsellik kuruntusuyla kendilerini gösteren, bu söylemsel bütünlerin bilimselliğini (ya da bilimsellik-dışılığını) açıklayabileceğini hiçbir şey bana göstermiyor; çözümlememin bilgi teorisine ya da bilimler tarihine indirgenemez bir betimlemeyi oluşturan, tamamıyla farklı bir seviyede yerini almayacağını hiçbir şey bana göstermiyor. Böyle bir girişimin sonunda, yöntem endişesiyle askıda tuttuğumuz bu birlikleri geri almamamız da mümkün olabilecektir; ki eserleri birbirinden ayırmak, etkileri ve gelenekleri bilmemek, başlangıç sorununu kesinlikle bir yana bırakmak, müelliflerin emredici varlığını ortadan silinmeye bırakmak unutulsun; ve böylece düşüncelerin tarihini kendi malı olarak kuran her şey ortadan kalksın. Sonuç olarak, tehlike, daha önce var olan şeye temel teşkil edecek yerde, bu yeniden dönüş ve bu son doğrulama ile rahatlayacak yerde, nihayet binbir kurnazlık ve bunca bilgisizlikten soma, her şeyin kurtarıldığını haber veren bu mutluluk dolu çemberi tamamlayacak yerde, birbirine çok yakın görüşlerin dışında, kendilerine alıştığımız güvencelerden uzak, henüz küçük parçalara ayırmadığımız bir zeminde ve önceden kestirilmesi kolay olmayan bir sona doğru ilerlemeye zorlanmamış olmamızdır. Şimdiye kadar, tarihin koruması altında bulunan ve alacakaranlığa kadar ona eşlik eden her şey (rasyonelliğin geleceği ve bilimlerin gayeliliği, zaman aralığındaki düşüncenin uzun, sürekli işi, bilincin uyanışı ve ilerleyişi, onun kendiliğinden sürekli olarak yeniden başlaması, toplanmaların tamamlanmamış fakat kesintisiz olan hareketi, her zaman açık bir kaynağa geri dönüş, ve nihayet tarihsel-aşkın bir tema), -çözümleme için beyaz, ayrımsız, ve ne içeriği ne de verilmiş sözü bulunan beyaz bir alan açtığından- ortadan kalkmak tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaz mı?
Michel Foucault
Bilginin Arkeolojisi
Fransızca Aslından Çeviren: Veli Urhan