Değişim – Franz Kafka
1883’te doğan Franz Kafka, Çekoslovakya’nın Prag kentinde yerleşmiş, anadili Almanca olan bir Yahudi ailesinden gelmedir. Çağımız Alman yazarlarından en büyüğüdür. Onun yanında Rilke gibi şairlerle Thomas Mann gibi yazarlar cüce ya da alçıdan aziz heykelleri gibi kalırlar. Prag’daki Alman Üniversitesi’nde hukuk okudu ve 1908’den sonra bir sigorta şirketinin Gogol’a yakışır ofisinde küçük bir aylıklı, sıradan bir kâtip olarak çalıştı. Bugün çok iyi bildiğimiz Dava (1925) ve Şato (1926) gibi eserlerinden hemen hemen hiçbiri sağlığında yayımlanmadı. En büyük kısa öyküsü olan Değişim (Die Verwandlung) 1912 sonbaharında yazıldı, 1915 Ekim’inde Leipzig’de yayımlandı. Kafka 1917’de kan tükürdü ve yaşamının geri kalanı —yedi yıllık bir süre— Orta Avrupa sanatoryumlarında, dinlenme dönemleriyle geçti. Kısa ömrünün (41 yaşında ölmüştü) bu son yıllarında mutlu bir aşk yaşadı. 1923’te sevgilisiyle birlikte Berlin’de, benim oturduğum yerden pek uzak olmayan bir yerde oturdu. 1924’te, aynı yılın 3 Haziran günü gırtlak vereminden öleceği Viyana yakınlarındaki bir sanatoryuma girdi. Prag’daki Yahudi Mezarlığında gömülüdür. Dostu Max Brod’dan yazdığı her şeyi, hattâ basılmış olanları bile yakmasını istemişti. Allahtan, Brod dostunun bu isteğine uymadı.
Değişim üzerine konuşmadan önce iki görüş açısını tartışma dışı bırakmak isterim. Max Brod’un, Kafka’nın yazdıklarını yorumlarken, uygulanabilecek olan tek kategorinin edebiyat değil «azizlik» olduğu görüşünü tamamen konu dışı etmek istiyorum. Kafka her şeyden önce bir sanatçıydı ve her sanatçının bir anlamda aziz olduğu öne sürülebilirse de (ben kendim bunu açıkça hissediyorum), Kafka’nın dehasında örtük dinsel anlamlar aranabileceğini sanmıyorum. Konu dışı bırakmak istediğim öteki mesele de Freud’cu görüş açısıdır. Kafka’nın, Donmuş Deniz (1948) yazarı Neider gibi Freud’cu yorumcuları, Değişim’in, Kafka’nın babasıyla olan karmaşık ilişkileriyle ve yaşam boyu süren suçluluk duygusuyla temellendirilebileceğini söylemekle yetiniyorlar. Dahası, bunlar mitolojik simgecilikte çocukların haşarat ile simgelendiğini —bundan da kuşkuluyum— öne sürerek işi Kafka’nın böcek simgesini Freud’cu çıkış noktalarına uygun olarak oğul’u temsil etmekte kullandığını söylemeye vardırıyorlar. Böcek, diyor bunlar, Kafka’nın babasının varlığı karşısında kapıldığı değersizlik duygusunu tam anlamıyla özetlemektedir. Ben burada haşaratla ilgileneceğim, şarlatanlarla değil, onun için bu saçmalığı reddediyorum. Kafka’nın kendisi de Freud’cu görüşleri kıyasıya eleştirmiştir. Psikoanalizi (kendi sözleriyle söylüyorum) «düzeltilmesi imkânsız bir hata» olarak nitelendirmiş ve Freud’cu kuramları ayrıntılara, daha da önemlisi meselenin özüne hakkını vermeyen çok yaklaşık, çok kabaca çizilmiş taslaklar olarak nitelendirmiştir. Freud’cu yaklaşımı konu dışı edip bunun yerine ilgimi sanatsal yaratı üzerinde yoğunlaştırmamın bir nedeni de budur.
Kafka üzerindeki en büyük edebî etki Flaubert etkisidir. Cicili bicili düzyazıdan nefret eden Flaubert, Kafka’nın kullandığı araca getirdiği yaklaşımı alkışlardı mutlaka. Kafka, terimlerini hukuk ve bilim dilinden seçmeyi sever, onlara bir tür alaylı kesinlik verir, yazarın özel duygulanımlarının işe karışmasına izin vermezdi; bu da Flaubert’in benzersiz bir şiirli etki yaratmada kullandığı yöntemin ta kendisiydi.
Değişim’in kahramanı orta sınıftan Prag’lı bir ana babanın, Flaubert’ci anlamıyla philistine’ların yani yalnızca yaşamın maddî yönüyle ilgilenen, zevklerinde bayağı olan kişilerin oğlu olan Gregor Samsa’dır (Zamza okunur). Beş yıl kadar önce, ihtiyar Samsa parasının büyük bir bölümünü kaybetmiş, bunun üzerine oğlu Gregor, babasının alacaklılarından birinin yanına girmiş ve gezginci kumaş satıcısı olmuştur. Bunun üzerine babası çalışmayı tamamen bırakmıştır; kız kardeşi Grete zaten çalışamayacak kadar gençtir, annesi ise nefes darlığı çekmektedir; böylece genç Gregor bütün aileyi geçindirdiği gibi bir de onlara oturmakta oldukları apartman katını tutmuştur. Kesin adres vermek gerekirse Charlotte Sokağı’ndaki bu apartman katı, kendisi de parça parça bölünecek olan Gregor gibi bölüm bölüm ayrılmıştır. Orta Avrupa’da Prag’dayız, yıl 1912; hizmetçi tutmak ucuz olduğu için Samsa’lar on altı yaşında (Grete’den bir yaş küçük) bir ortalık hizmetçisi ve bir ahçı çalıştırabilmektedirler. Gregor çoğunlukla yolculuk etmektedir ama öykü açıldığında iki iş yolculuğu arasında evde bir gece geçirmektedir; o korkunç olay o sırada başına gelir:
«Gregor Samsa, bir sabah korkulu rüyalardan sonra uyandığı zaman yatakta kendini kocaman bir böcek olarak buldu. Arkası üstü yatıyordu. Sırtı bir zırh haline gelmişti. Başını birazcık kaldırınca, kubbe gibi şişmiş, rengi koyulaşmış, kavis biçimi bölüklere ayrılmış karnını gördü. Yorgan karnının üstünden kaymış, nerdeyse yere düşecekti. Koca bedenine karşılık ipincecik, sayılamayacak kadar çok bacakları parlaklıkları ile Gregor’un gözlerini kamaştırıyordu.
«Bana ne oldu böyle?» diye düşündü. Rüya görmüyordu. Odası gerçek bir insan odasıydı, yalnız biraz küçüktü; her zamanki dört duvarı içinde sessizdi. Masanın üzerine örnek kumaş parçaları serilmişti (Samsa bir gezgin satıcıydı); üst tarafındaki duvarda, kısa bir süre önce resimli bir dergiden kestiği, yaldızlı güzel bir çerçeveye yerleştirdiği bir resim asılıydı. Dimdik oturan bir kadının resmiydi bu. Kadının başında kürk bir şapka, boynunda bir boa vardı. Kollarını dirseklerine kadar bir manşonun içine sokmuştu.
Gregor, pencereye doğru baktı. Hava bulanıktı. Yağmur damlalarının pencerenin çinko çerçevesine düştüğü duyuluyordu. Bu bulanık hava onu iyice kederlendirdi. «Biraz daha uyusam da şu aptalca şeyleri unutsam nasıl olur?» diye düşündü. Ama olacak şey değildi bu. Çünkü o, hep sağma yatıp uyumaya alışıktı. Şimdiki haliyle sağma bir türlü dönemiyordu. Bütün gücünü toplayıp sağma dönmeye çalıştıkça, sallanıp sallanıp gene sırtüstü düşüyordu. Belki yüz defa denedi bu işi; titreyen bacaklarını görmemek için gözlerini20 yumdu hep. En sonunda, daha önce hiç bilmediği, hafif, ama derinden gelen bir acı saplandı böğrüne; sağma dönmeyi denemekten vazgeçti.
«Hay Allahım» diye düşündü, «Ne yorucu bir meslek seçmişim böyle! Her Allahın günü durmadan dolaş. Bir büroda oturup çalışmaktan çok fazla derdi var bu ticaret işlerinin. Durmadan yolculuk etmenin sıkıntısı da buna ekleniyor. Tren değiştirmek ve kaçırmak endişeleri, zamansız ve kötü yemekler; insanlarla durmadan değişen, hiçbir zaman sürekli olmayan, içtenlikten hep uzak kalan ilişkiler çekilir şey değil. Yerin dibine batsın hepsi.»
Karnının üstünde hafif bir kaşıntı duydu. Başını daha iyi kaldırabilmek için yattığı yerde sürünerek karyola demirine yaklaştı. Kaşınan yeri buldu; ne olduğunu bilemediği birçok küçücük beyaz noktacıklarla kaplıydı burası. Bacaklarından biriyle oraya dokunmak istedi. Ama dokundurmasıyla çekmesi bir oldu; bütün bedeni ürperdi.»
Peki, acaba zavallı Gregor, o kılkuyruk gezginci satıcı, birdenbire ne tür bir «haşarat»a dönüşmüştür? Anlaşıldığı kadarıyla böceklerin, örümceklerin, kırkayakların ve kabukluların ait olduğu «eklembacaklılar» (arthropoda) sınıfına dahildir. Eğer başta sözü edilen «sayılamayacak kadar çok bacak» altıdan fazla bacak anlamına geliyorsa, Gregor hayvanbilimsel açıdan böcek sayılamaz. Ama ben derim ki, sırtüstü uyanıp da havada titreşen altı kadar bacağı olduğunu farkeden bir adam altı bacağa sayısız denebileceği duygusuna kapılabilir. Demek ki Gregor’un altı bacağı olduğunu, onun bir böcek sayılması gerektiğini söyleyeceğiz.
Bir sonraki soru: ne böceği? Yorumcular hamamböceği diyor, bu da saçmalamak oluyor tabiî. Hamamböceği gövdesi yassı, geniş bacakları olan bir böcektir. Gregor ise kesinlikle yassı değildir; alttan ve üstten, yani sırttan ve karından bombelidir, ayaklan da ufaktır. Yalnızca bir açıdan hamamböceğini andırır; rengi kahverengidir. Hepsi bu. Bunlar dışında bölük bölük ayrılmış son derece şişkin bir karnı ve üzerinde kanat yerleri belirgin olan sert, yuvarlak bir sırtı vardır. Meyva böceklerinde bu kanat yerlerinin içinde gerektiğinde açılabilen ipeksi, küçük kanatlar gizlidir ve bunlar el yordamıyla uçan böceği millerce, millerce uzağa götürür. Gariptir, böcek Gregor sırtının sert kabuğu altında kanatları olduğunu hiçbir zaman farketmez. (Bu bence yaşamınız boyunca bir hazine gibi saklamanız gereken bir gözlem. Kimi Gregor’lar, kimi Joe’ larla Jane’ler kanatları olduğunu bilmezler.) Bunlardan başka güçlü çeneleri vardır. Bu uzuvlarını arka ayaklan, yani üçüncü ayak çifti (küçük, güçlü bir çift) üzerinde doğrulup anahtarı kilitte döndürmekte kullanır ki, bu da bize üç ayak kadar olan vücut uzunluğunu verir. Hikâye boyunca, yeni takımlarını —ayaklarını, duyargalarını— kullanmaya yavaş yavaş alışacaktır. Bu kahverengi, şişkin, köpek iriliğindeki böcek çok enlidir. Görünüşü aşağı yukarı şöyle olmalı:
Almanca metinde, yaşlı temizlikçi kadın onu «bokböceği» anlamına gelen Mistkäfer olarak çağırır. Kadıncağızın ona bu adı yakıştırmasının bir dostluk gösterisinden ileriye gitmediği açıktır. Bilimsel açıdan bokböceği sayılmaz. Sadece büyük bir böcektir. (Gregor’un da, Kafka’nında söz konusu böceği çok yakından görmemiş olduklarını da eklemeliyim.)
Değişimi daha yakından inceleyelim şimdi. Sarsıcı ve şaşırtıcı olmakla birlikte bu değişim ilk bakışta sanıldığı kadar da garip değildir. Aklı başında yorumculardan biri21 şunları söylemektedir: «Yabancı bir ortamda uykuya dalmışken, uyandığımızda bir an şaşalamamız, birden bir gerçekdışılık duygusuna kapılmamız doğaldır, böyle bir yaşantı da varoluş biçimi herhangi bir süreklilik duygusunu imkânsız kılan gezginci bir satıcının sık sık karşılaştığı bir durum olsa gerek.» Gerçeklik duygusu sürekliliğe, süre’ye bağlıdır. Aslına bakılırsa böcek olarak uyanmak Napoléon ya da George Washington olarak uyanmaktan pek farklı değildir (Brezilya İmparatoru olarak uyanan bir adam tanırım). Öte yandan yalıtılmışlık, gerçeklik denen şeyin dışında olmak; bunlar aslında hep sanatçıyı, deha sahibi insanı, kâşifi tanımlamakta kullanılan niteliklerdir. Düş ürünü böceğin çevresini saran Samsa ailesi dehayı çevreleyen vasatlıktan başka bir şey değildir.
Vladimir Nabokov
Kaynak: Edebiyat Dersleri