Mayakovski’ye göre şiir yazmak için gerekli olan 5 koşul – Cemal Süreya

Şairin Donatımı

Valéry’nin roman okumadığını söylerler. Zaman kaybı olarak görürmüş roman okumayı. Daha çok anılar ilgilendirirmiş onu, şiirsel donatımını gerçekleştirirken en çok başvurduğu şey anı kitapları okumakmış. Julien Benda’nın da roman okumayı sevmediği bir yerden aklımda kalmış. Boyuna bilimsel yapıtlar okurmuş. Julien Benda’yı anlamak yine de olanaklı. Eninde sonunda bir bilim adamı o. Ama koca Valéry’nin hiç roman okumamış olması düşünülebilir mi? Herhal, roman sanatını izleyemediğini, sıkı bir roman okuru olmadığını belirtmek için söyleniyor bu söz. Ya da büyük tutkuyla anılara sarılışının nedenleri anlatılmak isteniyor. Her yazarın böyle bağlandığı türler vardır. Ahmed Arif de romana yaklaşmaz pek. Ama ondaki roman okumamak anlamında değil. Roman yazanlara bir türlü akıl erdiremiyor Ahmed Arif: “Roman yazmak hammallıktır” diyor. Oğuz Atay da, ilk romanı yayımlandığı sıralarda, kendisiyle yapılmış bir konuşmada, bizim edebiyatımızda romancılardan çok şairleri ilginç bulduğunu söylemişti.

Bizim kuşak şairlerine baktığım zaman şunu görüyorum: Resim sanatını yakından izlemişler; müzikle hiç de içli dışlı olamamışlar; roman ortadan kalkmış; denemeyle beslenmek istemişler (bu alanda da hep Montaigne çıkmış karşılarına); siyasal ve toplumbilimsel yapıtlara orta yaş sularında yetişebilmişler; sinemayı sevmişler, ama daha çok roman olarak görmüşler bu sanatı; eski Osmanlı yapıtlarına karşı zaman zaman tutkuları olmuş, ama onları da çoğunca birer antika olarak görmüşler. Yontu sanatına karşı bilinçsiz ve köksüz bir sevgi, bir tansıma beslemişler. Tiyatroya pek yaklaşmamışlar (oysa 1940 kuşağı şairleri tiyatroyu sevmişler, hatta ona koşullanmışlardır). 1940 kuşağında bir ansiklopedi tutkunluğu, biraz da ondan gelen bir bilgi dağınıklığı var. 1950 kuşağı şairleri ise daha çok tek tek kitaplara bağlanmışlar. Ayrıntı egemenliği gibi, uzmanlaşma gibi görünmesine karşın, bunun onlarda, düşünce planında, daha büyük bir dağınıklığa yol açtığı kanısındayım. Donatım ve avadanlıklar şaire göre değişiyor. Kuşağa göre de değişiyor. Önemli bu. 1950 kuşağı edebiyattan siyasaya pek köprü atamadı. 1960 kuşağı da siyasadan edebiyata köprü atmada zorluk çekiyor.

Avadanlık dedim. Mayakovski’nin, şairin avadanlıklarını anlatan Şiir Nasıl Yazılır? başlıklı bir yapıtı vardır. Şiirin raconundan söz eder.

Kuralları var mı bu işin? Mayakovski’ye göre var. Ama bunlar yalnızca başlama kurallarıdır. Satranç oyununa girerkenki gibi kesin bazı biçim formülleri. Satrançta ilk hamleler nasıl birbirine benzer, tıpkı öyle. Ama bir noktadan sonra hamleleri yaratmaya başlarız.

Mayakovski, şiir yazmak için gerekli koşulları ve donatımı şöyle açıklıyor:

1– Yalnız şiirle çözülebilecek bir sorun olacak;

2– Şair, bu sorun karşısında sınıfının genel duygusunu ve amacını saptayacak;

3– Bir sözcük malzemesi hazırlayacak;

4– Donatım (kâğıt, kalem, telefon, bisiklet, masa, ayrıca şairine göre pipo ya da sigara);

5– Bir sözcük görgüsü, sözcük hazinesi.

Elbet, bunlar şiire başlarkenki kurallardır. Mayakovski örnek de veriyor. Diyelim şair cephedeki erler için şarkı sözleri yazacak. Sorun o olacaktır. Sınıfsal amaç: Haksız düşmanın yenilmesidir. Malzeme: Erlerin söz haznesi. Tür: Kafiyelerle zenginleştirilmiş çastuşka.

Şairin böyle bir çalışmaya hazır olması için bir “şiirsel stok” gerek. Bu konuda şöyle diyor Mayakovski: “Bu stoku hazırlamak için günde 10-18 saatimi veririm.” Şiiri bir sanayi olarak görüyor. Bu yüzden şair her gün çalışmalıdır. Mayakovski not defterini de şart görüyor. Sonra da ekliyor: Gençler için şart değil!

Cemal Süreya
Günübirlikler

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz