Banka ve Sanat: Herkesin emeği var yazarın yok mu? – Cemal Süreya

Nicedir bazı büyük özel kuruluşların düşünce, sanat, edebiyat üstüne yayınlar yaptıklarını görüyoruz. Ancak, birkaç yararlı kitap sayılmazsa, bu tür kurumların, yayınlarıyla, düşünce ve sanat hayatımıza gerçek bir katkıda bulundukları söylenemez.

Düşünce yapıtı olarak yayımlanmış kitaplar için burda söz söylemek bile fazla: Belirli amaçlarla yazılmış, yazdırılmış, çevrilmiş düz propaganda kitaplarıdır bunlar. Sanat yapıtlarına gelince, bu konuda da bir adım ileri atılmadığı görülür. Özel bazı büyük kurumların kültür yayınlarında daha çok plastik sanatların, mimarinin yer aldığı, sözgelimi edebiyata hemen hiç yer verilmediği bir gerçek. Çağdaş edebiyattan söz etmiyorum burda, klasik edebiyata da yer verilmiyor. Klasik edebiyattan da, Divan edebiyatından da mı korkuyorlar bankaların kültür hizmeti yönetmenleri? Çıkarılan dergilere bakıyorsunuz, hepsi de iyi kâğıda basılmış, pahalı yayın organları. Ama hepsinin de içinde fotoğraflardan, bir de resim altı niteliğini aşmayacak yazılardan başka bir şey yok. Bence bu kurumlar o dergilerde yayımladıkları fotoğrafları biraz daha büyütseler, gönderecekleri yerlere tek tek gönderseler daha iyi ederler. Çünkü, hiç değilse, alanları, o fotoğrafları makasla kesip çıkarmak zahmetinden kurtarmış olurlar. Ayrıca çok kimsenin evinin duvarları süslenmiş olur. Ben iki bankanın çıkardığı iki dergiye baktım, pek bir şey bulamadım.

Ama burda asıl değineceğim nokta bu değil. Büyük bir özel banka bir şiir güldestesi yayımladı. Sanırım, ikinci baskısını da yaptı. Ama orda şiiri çıkan hiçbir şaire tek kuruş telif hakkı ödemedi. Böylesine büyük bir özel girişimin sanatçıyı sömürmesi yalnız parasal değil, daha öte bir anlam taşımaktadır. Banka, o yapıtta kâğıtçının, basımevinin, kâğıtları taşıyan hamalın, kendi kültür yöneticisinin ve onun yardımcılarının, şiirleri makineye çeken sekreterin çalışmalarını birer emek olarak kabul edip değerlendiriyor da, asıl yaratıcının emeğini sıfır olarak görmüş oluyor. Bunu yaparken de yaptığı işin “kültür hizmeti” olduğunu ileri sürmekten geri durmuyor. Hiç unutmam, güldesteye şiirleri alınmış olan Cahit Külebi buna çok sinirlenmişti. Hatta şiirlerinin yeni baskılardan çıkarılmasını isteyecekti.

Gerçekte, sanatçının böyle sömürülme, ekonomik planda hiçlenme durumu yurdumuzda çok yaygındır. Sözü edilen banka çok büyük bir kurum olduğu için, onu en ilginç örnek olarak andım burda.

Kapitalist toplumda sanat yapıtının bir “değişim değeri” taşımadığı yolundaki düşünceler doğrulanmış olmuyor mu yukardaki örnekte?

Büyük bir usta şöyle diyordu: “Milton, Yitik Cennet’i yazarken üretici olmayan bir emekçiydi. Tersine, kapitalist toplumda, yayımcının isteklerine uygun olarak çalışan ücretli bir yazar üretken bir kimsedir. Milton, Yitik Cennet’i ipekböceğinin ipek yapması gibi yapmıştı. Sonra da 5 sterline satmıştı. Oysa Leipzig’de yayımcısının ısmarladığı kitapları yazan bir yazarın emeği, ürettiği şey baştan itibaren sermayeye bağlı olacağı, sermayenin isterlerine uygun olacağı için, üretici bir emektir. Kendi adına iş yaparak sesini satan bir şarkıcı da üretici değil, ama aynı şarkıcı, bir girişimciye bağlı olarak bir ücret karşılığında çalıştığında üretici durumuna girecektir.”

Yukardaki örnekte banka asıl yaratıcıyı değil de, kendi isteğine göre güldesteyi hazırlayan kültür yöneticisini, güldesteyi düzenleyeni üretici olarak görüyor, emek olarak da onun çalışmasını değerlendiriyor.

Cahit Külebi’nin durumu Milton’unki gibi de değil. Milton, hiç değilse, 5 sterlin telif hakkı almıştı. Cahit Külebi sadece üretici sayılmamakla kalmıyor, aynı zamanda aşağılanmış, hiçlenmiş de oluyor. Hepimiz gibi.

Bence hiçbir yazar, hiçbir şair karşılığını almadan yapıtını bir yere vermemeli. Yoksa Béranger’nin dramı bütün yazarlarda sürüp gidecektir. Ne diyordu Béranger:
Şarkılar söylemek için yaşıyorum şimdi / Ama efendimiz işimden atarsa beni / Bu kez yaşamak için düzerim ezgilerimi.

Cemal Süreya
Günübirlikler

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz