Bakarsak görürüz, son yüzyılda Batı, felsefe planında, düşünce planında çoğunca kendi durumunu haklılaştırmaya, hiç değilse bunun özürlerini bulup çıkarmaya yönelmiş yapıtlar veriyor. En katkısız bir bilimsel tavır içinde olması gereken yapıtlarda bile bir savunma siyasasının izlerini görmemek elde değil. Geri kalmış ülkelerin ele geçirilmesi, yerli halkların köleleştirilmesi, bu ülkelerin gelişmelerinde bir duraklama, kültürlerinde bir kesiklik yaratmıştır. Batı bu durumun sürüp gitmesi için uğraşıyor. Felsefesini buna göre ayarlıyor. Liberal ekonomi de Ricardo’dan sonra ekonomi gerçeğini tutkuyla araştırmaktan vazgeçmiş bulunuyor. Özellikle Anglo-Sakson, Fransız, Alman çıkışlı ekonomi bilginleri yapıtlarında araştırmadan çok bir savunu içindeler. Dünyadaki öbür halkların uyanışı, Batı’nın ayrıcalı aydınını kendi çıkarları ile düşünce arasında çukurlar kazmaya itmektedir. Çünkü Batılı da bilmektedir ki Batı artık dünyanın tek bilinci olmaktan çıkmıştır. Bir zamanlar aydınlıklar felsefesinin olanaklarıyla çıkışını ve yükselişini yapmış olan Batılı şimdi düşüncenin kendi karşısında olduğunu görüyor. Oysa kendisi de düşünmeye alışmıştır. Bu yönden, hem kendi çıkarlarından vazgeçmemeye, hem de bu çıkarlar doğrultusundaki düşüncesinin evrenselliğini dünyaya benimsetmeye çalışmakta.
Ama çok önemli bir yerde tökezleniyor Batılı. İnsanın tanımını kendine göre yapıyor. Nedir insan? İnsan, işte Batılı burjuvadır. Ya da aşağı yukarı onun gibi bir şeydir. Onun doğrusudur, onun özgürlüğünün doğrusudur söz konusu olan. Uygarlığın kurtuluşu, hiç değilse bugünkü durumuyla sürgit olması o doğruların savunulmasıyla gerçekleşecektir. Batılı için, kendi özel kültürü evrensellik adına işlemelidir. Daha doğrusu evrensellik adına savunulmalıdır. Bu tavır içinde, Batılı düşünürün, insan gerçeğini açıklamak yerine onu türlü kılıklar içinde göstermek istediğine tanık oluyoruz. Böyle yapacaktır. Bunun üstesinden gelemiyorsa bu kez düşüncenin yerine en amansız silahları koymaktan çekinmeyecektir. Kazanılmış haksız durumlar doğal bir üstünlüğün sonucuymuş gibi sunulmakta ve bu durumların topuna birden uygarlık adı verilmektedir. Ayrıcalıklar uygarlığın sonuçlarıdır. Hatta uygarlık temelde kendini bunlara borçludur. Öyleyse, uygarlığın sürmesi için, ayrıcalıkların, insanlar arasındaki ayrımların da sürmesi gerekir. Batılının bu yoldaki büyük çelişkisi ise şu temel gerçeği nicedir gözden kaçırmasından doğuyor: “Her sağlam düşünce zinciri bir şeyleri bozar.” Düşünce bugün Batılıdan yana değil. Başka insanlar da var artık. Batılı ideologlar ve siyasacılar düşünce planında onlara karşı sadece bir polemik olanağı içindeler. Oraya koydukları kanıtlar “gizli alkışlar”dan, ”karangu derinlikler”den başka bir şey olmuyor. Bütün olanakların, içinde bulundukları “başatlıklar”a karşın, bir yenilgidir bu. Artık bir İngiliz düşünürü kalkıp Devletler Hukukundaki “fiili işgal”i hukukileştiren “debellaçyo” kavramını eskisi gibi salt İngiliz çıkarlarına uygun olarak ortaya atamıyor. Atsa da, günümüz dünya düşünce ortamında bir anlam taşımıyor bu. Bir Toynbee’nin, saldırgan bir umutsuzluk içinde, uygarlıkların kozmos içinde dönen çevrimlere bağlı olduğu, Batı uygarlığından sonra her şeyin bellisiz ve biçimsiz bir yıkıma gideceği düşüncesi kimseyi ırgalamıyor.
Geçtiğimiz on, on beş yıl içinde Türkiye’de çok şey oldu. Bunun en olumlu sonuçlarından biri, Türkiye aydınının Batı kültüründeki sahici, insan yaratıcı özle, onun yalancı, sömürüye araç edilen birtakım görünüm ve biçimlerini ayırma olanağını kazanmış olmasıdır. Batı kültürü, uygarlığın en yüce çiçeklenmelerinden biridir, bunu biliyoruz. Ama Batı kültürü bir yerde sömürüye, aldatmacaya araç edilmiştir, bunu da biliyoruz. Her kültürün, dünya kültürü olarak belirdiği yerler, bir de özel bir kültür olarak kaldığı yerler vardır. Dünya kültürü bizim de kültürümüzdür. Ama özel bir kültürü edinmek ya da özümlemek yolunda eskisi gibi benimseme zorunluğu içinde değiliz. Razı oluş değil artık bizimki. Seçme dönemine girdik. Geçmişe demirleyiş değil, ileriye açılış dönemine.
Dünya Kültürü, Batı Kültürü, 8 Nisan 1976
Cemal Süreya – Toplu Yazılar 2 – ‘Günübirlik’ler