Cemal Süreya: Necip Fazıl’ın ömrü daha çok Nâzım Hikmet’i karalamakla geçmiştir

Öykünenin Öfkesi

Çok tutulduğum şeylerden biri de bir sanatçının esinlendiği, hatta kimi zaman öykündüğü başka bir sanatçıyı ilk elde karalamaya, önemsiz göstermeye çalışması. Onun yapıtından yararlandığı, kimi öğeleri ordan devşirdiği halde hiç beğenmediğini belirten sözler söylemesi. Dikkat edersek, bunlar hemen her zaman yalınkat öykünmeciler arasından çıkıyor. Öykündüğünün bilincindedir bu tür sanatçı. Ana kaynağı karartırsa kendisinin özgün görüneceğini mi düşünmektedir acaba? Sanırım yalnız bizim ülkemizde rastlanan bir durum bu. Gerçek bir sanatçıdan böyle bir tavır beklenemeyeceği kanısındayım. Ancak ülkemizde, kısa dönemde de olsa, düzmece kişilerin de çoğunca öne çıktıkları düşünülürse, böyle bir durum söz konusu olmaktadır. Kendine güvensizlikten öte bir anlam buluyorum bu tavırda, bir kötü niyet. Çünkü esinlenmede de, öykünmede de en azından bir sevgi, bir beğenme duygusu vardır temelde. Kişinin tansıma duyduğu bir şeyi edindikten sonra ona karşı olması nasıl açıklanabilir? En önce kendini yadsıma anlamı da yok mudur bunda? Bundan bir yere gidebilir mi?

Nazım Hikmet: “İktidar yalakalığı yapma!”, Necip Fazıl: “Senin nene mukabele edeyim?”

Baudelaire, etkisinde kaldığı Poe için şunları yazmıştır: “Onun ilk kitabını okuduğum zaman büyük bir tansıma içinde irkildim: yalnız benim düşlediğim konuları değil, kimi yerde kurduğum dizeleri de olduğu gibi bulmuştum orda. Sanki ben yazmadan yirmi yıl önce o bana öykünmüş, yazacaklarımı yazmıştı.”

Rimbaud da Verlaine’le birlikte İngilizceyi Poe’nun şiirlerini okuya okuya öğrenmeye çalıştıklarını yazmıştır. Ama o sırada Rimbaud’nun şiiri bütün çizgileriyle çoktan ortaya çıkmış bulunuyordu.

“Sarhoş Gemi”nin bütünüyle Poe’nun “Arthur Gordon Pym” şiirinden çıktığını söyleyen eleştirmenler var. Elbet biraz aşırı bir yargı bu. Ama o iki şiir arasında büyük bir esin bağı olduğu da gerçek.

Ama Rimbaud’nun “Sarhoş Gemi”yle bir yandan gerçeküstücülere, bir yandan Mayakovski’ye, Brecht’e geçirdiği şiirsel öz Poe’nunkinden apayrı bir şeydir. Baudelaire’in terekesi ise Poe’nunkiyle ilgisi olmayan bir kösnül aşırı duyarlık olacaktır.

Bu şairler Poe’yu her zaman yüceltmişlerdir. Poe’nun etkisinde kalan Mallarmé ve Valéry de öyle. Bizden alalım: Ahmet Hamdi Tanpınar büyük ölçüde Yahya Kemal’den esinlenmiş bir şairdi; hep yüceltmiştir onu.

O ki şiirden aldık işi, sürdürelim. Bizde şairin kendi şiiri üstünde düşünmek istemeyişine bağlayabilir miyiz bunu? Bağlayamayız. Çünkü işine gelen yerlerde böyle bir düşünceye yanaştığı da görülüyor onun. Celâl Sılay benim önemsediğim şairlerdendir. Yeteneğine inanmışımdır. Bir gün konuşuyorduk, bir ara şiirinde başlangıçtaki Necip Fazıl etkisinden söz açacak oldum, çok öfkelendi, böyle bir şey olmadığını söyledi, hatta beni şiirden anlamamakla suçladı. Ama başka bir gün, Fazıl Hüsnü’nün şiiriyle olan ilişkisini karşılıklı etkileyişim olarak gördüğümü, bu bakımdan Fazıl Hüsnü’nün de kendisine bir ara borçlu kaldığını söylediğim zaman enikonu sevinmiş, beni doğrulamıştı.

Bu olumsuz tavra 1940 kuşağı sanatçılarında da rastlanıyor. Ama en çok bizim kuşak sanatçılarında, bir de 1960 kuşağı sanatçılarında söz konusu.

1940’tan önceki kuşaklarda daha sayrılı bir durum var. Yarışma olgusunun yozlaşması o dönem sanatçılarını kimi zaman çok sıkışık, çok yanlış planlara itmiştir. O planlar o sanatçılar için kimi zaman uğursuz bir yazgı olmuştur. Necip Fazıl’ın ömrü daha çok Nâzım Hikmet’i karalamakla geçmiştir. Peyami Safa için de aynı sözü söyleyebiliriz. Sürekli olarak Nâzım yanında kendisine bir yer aramıştır Peyami Safa.

Michelangelo, Leonardo da Vinci’yi ölesiye kıskanıyordu. Zaman zaman onun ölmesini de istemiştir herhalde. Ama Leonardo’nun sanatı soruldu mu, göklere çıkarmak için söz bulamadığını söylerler Michelangelo’nun.

7 Temmuz 1976
 Günübirlikler – Cemal Süreya

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz