Milliyetçilik, din ve kadın gibi, toplumda en çok istismar edilen ve getirisi olan üç sektörden biridir. Bu istismarın muhafazakâr sağın tekelinde olduğunu söylemeliyim.
Masum, gülücükler saçan, dünyalar tatlısı bebeklerin Kafkavari bir metamorfozla içten pazarlıklı, sabit fikirli, üçkâğıtçı, vergi kaçıran, kadın döven, küfreden, hoşgörü ve empati yoksunu, hukuk tanımaz, şoven, göbekli ve bıyıklı Mahmutlara dönüşme sürecinin feedback’ini her zaman merak etmişimdir.
Neredeyse herkesin Kafka uzmanı kesildiği bir zamanın gebe olması düşünülen değişim ve dönüşüm sürecinin, “yok öyle birşeyciliğin” önderlerinden Samuel Beckett’deki hiç gelmeyenlere ve hiç olmayacaklara adanmış “godot’yu beklerken”e dönüştüğü bir toplumda, uç süreçler arasındaki bu sert geçişkenligin nedenini de merak etmişimdir.
Bu başkalaşmanın, ırkçı milliyetçilikten mütevellit bir kişilik zehirlenmesi olduğunu düşünüyorum.
Irkçı milliyetçiliğin evrimsel anatomiyle malul jargonu, “kanı bozuklar, sütü bozuklar, ciğeri beş para etmezler, soyu kırıklar, ” vs. gibi köşeli ve sert hissiyatlardan oluşur. Bu söylemlere son zamanlarda sıkça rastlıyoruz.
Muktedir siyaset dili ataerkil ve eril bir dildir, muktedirlerin beyanlarında dikkat çeken ırkçı ve faşizan söylemler negatif bir milliyetçilikten besleniyor ve sözüm ona bir imparatorluk özgüvenine yaslanıyor.
Kendimizi ne sandığımızla kendimizin ne olduğu arasındaki fark özgüven ile ego arasındaki farktır, ödül ve beğeniler bazen pergeli ego yararına açabilir, fakat ego ne kadar yüksekse özgüven de o kadar eksiktir kişide.
Kendine acımak depresif bir durumdur ve bir özgüven eksikliğine işaret eder, zira mücadele etmekten daha kolaydır.
Siyaset duygusallığı mı yoksa kendine acıma mı desem bilmiyorum ama genelde Doğu toplumlarında mağduriyet iyi getirisi olan bir şeydir ve mağduriyet üzerinden siyasi kimlik inşası yaygın bir tutumdur.
Kolektif hafıza şimdilerde Ergenekon’un bileşenleri içinde olan kişi ve derneklerle askeri ve sivil vesayetin tüm aktörlerine, eski katillere, tecavüzcülere, eskinin mağduru yeni zalimlere, eski zalim yeni mağdurlara temiz biyografiler atfediyor. Ana-akım medya da bu şahısları, kriminal geçmişleri ve politik kimliklerinden sıyırıp kitlesel tüketime elverişli zararsız bir ikon haline çevirerek ‘Ak biyografilerin inşasında işlevsel bir rol üstleniyor.
Müttefikler yer değiştiriyor, yeni ittifaklar kurulurken eskileri bozuluyor. Ben konjonktürel olarak sıkça müttefik değiştirenlerin mutlaka bir samimiyet ve inandırıcılık sorunu vardır, diye düşünürüm.
Mesela ordunun laikliğin müttefiki ve Atatürkçü olduğu savı kötü bir şehir efsanesidir. Aksine, Kemalist Devrim’in kazanımlarını yok etme sarmalında generaller ile muhafazakâr dinciler iki eski müttefiktir.
Sıkça müttefik değiştiren havuz medyası adeta RTE ile bir yazgı birliği yapmış durumda, bu yazgı birliği bence isabetli bir ittifaktır, zira geleceklerini ve sonlarını RTE’nin iktidar serüveninde görüyorlar.
Muhalif medyanın RTE’nin diploması hakkında yazdıkları, saray yalağında kendilerine ziyafet çekmekle meşgul ana-akım medyanın kullandığı ”reisçi” merceği, öngörüsüyle yapı bozumuna uğrattı. Ancak bu tartışma sınıf odaklı olmaktan çok Cumhurbaşkanı’nın seçilme yeterliliği üzerinden yürütülüyor. Lider partisi olan AKP’nin Erdoğan’ı devrilirse her şeyin iplik söküğü gibi çözüleceği var sayılıyor, bir an için Cumhurbaşkanı seçilmek için fakülte mezunu olmak koşulunun aranmadığını düşünelim, sizce böyle bir durumda RTE aday olursa yeniden seçilmez miydi? Dikkat çekmek istediğim şey, şahıslar etrafında sürdürülen tartışmaların büyük resmi gölgelemesi tehlikesidir; diploma tartışmalarının AKP iktidarının yeniden inşası yolunda işlevsel olmaya başlaması tehlikesidir.
Karadeliğin içine atom bombası atılırsa karadelik onu yutarak daha çok güçlenir. Türkiye’deki siyasal sistemi bir karadeliğe benzetiyorum, müttefik karşı müttefik yandaş muhalif, paralel, Ergenekon, havuz medyası, liberal, demokrat, faşist ne yutarsa yutsun buradan güçlenerek çıkıyor. Doğudaki son operasyonlar Kürtlerle Türkler arasında derin duygusal kırılmalara yol açmıştır, bu derin duygusal kırılmalardan sonra güvenin yeniden inşası zor gibi görünse de ortaya konulan direniş iradesinin siyasete tekabülü Kürt siyasal kimliğinin mağduriyetten direnişe doğru yeniden inşası olacaktır.
İhanet, ayrılık, aşkta umduğunu bulamama ve derin hayal kırıklıkları insanların hayatında duygusal ve sosyal kırılmalara yol açar. Bu tür travmalardan sonra insanların ‘sosyal libidoları’ küçülür, kendilerini dış dünyadan soyutlayarak, sevgi ve aşk ilişkilerinin olası iyileştirici etkilerine de kapalı olurlar.
Seçim ve kararlarıyla bir sosyal selektion gerçekleştirir insan, aslında sosyal düzlemde bir çeşit Darwinist süreçten geçer, bazı insanları çıkarır hayatından, bazılarını ise dâhil eder hayatına, ideolojik, coğrafi, beşeri, sosyal ve hatta dini aidiyetler belirler zaman zaman, evlenir, boşanır, ya zalimden ya da mazlumdan yana tavır alır, ya hürriyeti ya da tutsaklığı seçer, ya ölümü ya da hayatı, ama tüm bu seçimlerinin ayırdına, ancak neticeye bakarak varabilir ve seçimleri ne olursa olsun, ömrünün zorlu uğraklarına rağmen, hayatın derin anlatısı kazanır sonunda: İşte o anlatının adı umuttur.
Josef Kılçıksız
PhL (University of Tampere/Fınland)