Ahmet Nesin’den ‘Din ve Sol’ Üzerine Değişik Düşünceler

“Türkiye’de Ateistler bırakın propaganda yapmayı, yıllarca Ateist olduklarını bile sakladılar. Türkiye’de Ateist olduğunu televizyonda ilk açıklayan Aziz Nesin’dir, sonra ben açıkladım, benden sonra da Mina Urgan açıkladı. Oysa bu çoktan yapılması gereken bişeydi, Ateistlik öyle öcü gibi bişey değil. Ateist olup da solcu olmayan dünya kadar insan var ve dünyada eğitimli insan sayısı arttıkça da ateist sayısı artıyor. Zaten köktendincilerin (Her dinden) son yıllarda fazlaca ortaya çıkma nedeni de bu, köktendincilerin sayısı artmıyor, sadece dünyadaki ateistlerin sayısı artıyor. Dincileri de korkutan bu, okuyan insan korkusu…”

“(…) Atatürk’ün cenaze namazı kılınmamıştır, cenazesi camiye götürülmemiştir. Ölmesine karşın yapılmaması büyük bir olasılıkla şifahi olarak vasiyet etmesinden kaynaklanıyor. Atatürk’ten sonra İsmet İnönü’de politikasına dini hiç karıştırmamıştır.”

Solun dine bakış açısı arasıra tartışılan ve sonra da unutulan yada ara verilen önemli konulardan birisidir. Bu tartışmayı yaparken solu ikiye ayırmak gerektiğine inanıyorum. Solu ayırırken Müslümanları da ikiye ayırmak gerekiyor. İkinci olarak da tartışmayı Türkiye ekseninde, doğal olarak da Türk solu ve İslamiyet’le yapmak gerekir diye düşünüyorum.

Türk solu dendiğinde CHP, Sosyal Demokratlar ve sosyalistleri birbirinden ayırmak gerekiyor. CHP ve Sosyal Demokratlara baktığımızda dindar bir tavan ve taban görüyoruz. Ancak dindar olmasına karşın ne tavan ne de taban politikalarını dinle birleştirmemiş. Bunu CHP’nin kuruluşundan itibaren görüyoruz. Çok detaya girmeye gerek yok, ama bikaç örnek verebilirim. Mesela Atatürk’ün cenaze namazı kılınmamıştır, cenazesi camiye götürülmemiştir. Ölmesine karşın yapılmaması büyük bir olasılıkla şifahi olarak vasiyet etmesinden kaynaklanıyor. Atatürk’ten sonra İsmet İnönü’de politikasına dini hiç karıştırmamıştır. Kendisine “Dinden bahsetmiyorsunuz.” diyenlere karşı “Allahaısmarladık yada Allah rahatlık versin diyorum ya…” diyerek din işinin politikadan farklı olduğunu anlatmaya çalışmış.

CHP’nin sonrasına baktığımızda da aynı şeyleri görüyoruz, Bülent Ecevit (DSP dönemi ve o dönemde Fethullah Gülen’e yaklaştığı dönem hariç), Erdal İnönü, Altan Öymen, Necdet Calp, Murat Karayalçın ve Aydın Güven Gürkan’ın başkanlık yaptığı dönemlerde de partinin dinle bir bağlantısı yoktur.

CHP ve Sosyal Demokratların dışındaki sosyalist sola baktığımızda da farklı bişey yok. Sosyalist solun tamamı diyemesek de büyük bir çoğunluğu ateisttir. Ateistler de dini hiçbir şekilde politikalarında kullanmadılar.

Solun dine bakış açısı tartışılırken konu değişik bir tarafa çekiliyor. Bunun en güzel örneğini Vatan Gazetesi yazarı Ruşen Çakır 3 gün önce yazdı: “Sol ile İslamiyet arasındaki ilişki veya ilişkisizliği herhalde en kolay kendi hayatımızdan örneklerle anlatabiliriz. Kişisel deneyimlerimden biliyorum ki Türkiye’de solun en güçlü olduğu 1970’lerin ikinci diliminde İslam dini sol tarafından düşman görülmezdi ama önemsenmezdi de. Buna bağlı olarak hiçbir sol grup veya çevrenin gündeminde dindarlar yer almazdı. Halbuki Türkiye muhafazakâr bir ülkeydi (hâlâ öyle), görmek istemesek, küçümsesek de İslam ve dindarlar her yerde, hatta yanıbaşımızdaydı. Örneğin Şubat 1981 ile Ağustos 1982 arasını İstanbul’da Siyasi Şube ve üç ayrı askeri cezaevinde geçirdim ve bu süre zarfında namaz kılan veya oruç tutan tek bir arkadaşımla karşılaşmadım. Buna karşılık birçoğumuzun ailesi dışarıda bizler için dua ediyor, kurban kesiyordu. Görüş günlerinde, özellikle annelerimiz, içlerinden dualarını okur ve tel örgülerin arasında suratımıza üflerdi.

Sanırım Ruşen Çakır Sol’un yada Sosyalist Sol’un ne olduğunu anlayamamış henüz. Ayrıca İslam Dini’nin de ne olduğunu tam olarak anladığını söyleyemem. İslam dinine bakış açısını Türkiye’de iki farklı açıdan irdelemek gerekiyor. Türkiye’de İslam bana göre dinciler ve dindarlar olarak ikiye ayrılıyor. Dinciler şeriatı savunan, ülkenin İslamiyet’e yani Kur’an’a göre yönetilmesini isteyenler, dindarlar ise Müslüman olduklarını söyleyenler, ama Kur’an’da yazılı olan hiçbir şartı yerine getirmeyenler. Türkiye’de bilhassa AKP hükümetiyle birlikte başlayan laisizm tartışmasına bakarsanız zaten ağırlıklı olarak bu iki grubun karşı karşıya geldiğini görürsünüz.

Ruşen Çakır bilhassa 1950’lerden itibaren Türkiye Sol’una ve Sol’a yapılan saldırılara bakarsa bu saldırıların ilk başta ülkücülerden çok dinci akıncılardan geldiğini görecektir. Geçen günlerde TV’de bu saldırıların Kanlı Pazar’la başladığı ve bugün hükümette olan ve Çankaya’da oturan kişinin de bu olaylarda olabileceği söylendi… Bunu söyleyen de 12 Eylül döneminin MHP’li bakanlarından Yaşar Okuyan. Oysa olaylar daha da öncesine gider, Türkiye İşçi Partisi’nin toplantıları dinci gençlik tarafından basılmıştır daha çok. Bu açıdan baktığımızda sol İslam dinini düşman olarak görmezdi yada Müslümanları düşman olarak görmezdi ama saldıran dincileri, sarıklıları her zaman düşman olarak görmüştür.

12 Eylül sonrası hapis yatan Ruşen Çakır dönemin devrimcileri arasında namaz klan yada oruç tutan devrimciye rastlamamış. Neyi bekliyordu Çakır anlamadım, çoğunluğu ateist olan ve aklınıza gelecek her türlü işkenceden geçen ve arkadaşları idam edilen, işkencede öldürülen, hatta bunların her an başına geleceğini düşünen bir gençliğin bütün işini gücünü bırakıp namaz kılmasını mı, oruç tutmasını mı?

Bu yazı sanırım bikaç gün sürecek. Bu konuya Birikim Dergisi de katıldı, ancak yaşadığım ilçeye gelmiyor o dergi ve arkadaşımdan istettim. Türkiye’de sol ne kadar kendini tam olarak anlatamamışsa, bence din de tam olarak anlaşılmamıştır. Türkiye’de Müslüman ne kadar Müslümandır, bunlar tam olarak ortaya dökülmeli.

DİN VE SOL 2…  (Mart 16, 2010)

Din ve Sol tartışmasının en ilginç yanı bir karşıtının olmaması esasında, yani bugüne kadar Din ve Sağ diye bir tartışma pek yapılmıyor. Hâlâ var mı bilmiyorum, eskiden siyasi şubede “K Masası” vardı. Açılımı “Komünizm Masası”ydı, hep neden karşılığının olmadığını düşünmüşümdür, “F Masası” yada “Ş Masası”, yani “Faşizm Masası”, “Şeriat Masası” neden yoktu. Diğer iki masanın olma olasılığı yoktu, çünkü ikisine de akıl almaz bir hoşgörü vardı…

Din konusunda hoşgörü Adnan Menderes dönemiyle başladı ve gelinen nokta ortada, bugün “Sol niye İslam’a yaklaşmadı? İslamı niye anlamaya çalışmadı?” diye bir tartışma yapılıyorsa bunun nedenlerini iyi okumak gerekiyor. Burada demokrasiyi iyi anlamak ve okumak gerekiyor. CHP, Sosyal Demokratlar ve sosyalistler bugüne kadar dindarlarla hiçbir zaman çatışmaya girmedi… Bugün var olan çatışma dindarlarla değil, dincilerle.

Türkiye ne zaman “Din” tartışmasına girdi, 1970’lerde CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in Milli Selamet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’la girdiği koalisyonda, Süleyman Demirel’in 1. ve 2. Milliyetçi Hükümet koalisyonlarında, Necmettin Erbakan-Tansu Çiller koalisyonunda ve son olarak da AKP hükümeti zamanında. Milli Selamet Partisi’nden önce kurulan Milli Nizam Partisi, 12 Eylül’de Milli Selamet Partisi (Gerçi bütün partiler kapatıldı, ama MSP yine şeriatçılığından dolayı kapatıldı), Refah Partisi, Fazilet Partisi şeriatçı olduğu için kapatılan partiler. AKP ise şeriatın odağı olarak cezalandırılmış bir parti. Necmettin Erbakan şeriatçılıktan siyasetten men edilmiş, İstanbul Belediye başkanlığı döneminde Recep Tayip Erdoğan hapse mahkum edilmiş ve siyasetten men edilmiş. Ve şimdi kimileri Türk Sol’unun neden dini anlamak istemediğini, neden dine gericilik olarak baktığını soruyor.

Ruşen Çakır (Yada başkaları) bu yazıları yazarken kusura bakmasınlar ama çok dürüstçe sormuyorlar. Türk Solu’nun anlaması gerektiği din derken Türkiye’de yaşayan Müslümanlar mı, yoksa bu kapatılan partilerin lider kadrolarının ortaya attığı ve gerçekleştirmeye çalıştığı şeriatçılık mı?

Sol’un bütün dünyada tek derdi vardır, o da demokrasidir. Demokrasiyle dini bütünleştirmek olası mıdır acaba? O zaman ben bu yanıtı AKP Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan’dan alıntı yaparak vereyim: “Müslümanım diyorsanız laik olamazsınız…” İşte sanırım bütün ömrü yaşamımda Erdoğan’la hemfikir olduğum tek konu da bu, İslamiyet ile laisizmi birbiriyle kaynaştıramazsınız, laisizmi kaynaştıramadığınız yerde de demokrasiden bahsedemezsiniz. Böyle bir ülke varsa ben bugüne kadar duymadım, Ruşen Çakır’ın bildiği bir ülke varsa umarım yazar.

Kur’an’da eşitlik yoktur, en azından kadın hakları ve erkek hakları eşit değildir. Kurban dediğiniz olay yada bayram eşitsizliğin bir açılımıdır. Çünkü kurbanı ancak zengin olan kesebilir ve başlıca görevi fakire et vermektir. Dolayısıyla Kur’an’da sınıflar ayrımı vardır. Hacca gitmek, zekat vermek de aynı şekilde zenginlerin yapacağı dini bir işlemdir. Zekat dediğiniz olay Ankara vergi rekortmeninin Bursa vergi rekortmenine verdiği bir para değildir. Zekat olayında sınıf ayrımı vardır. Bu ayrımların olduğu bir olayda, eşitsizliğin değişmez ayetler yada yasalar olarak yazıldığı bir din ile solcuların birbirlerini anlamasını nasıl bekleyebiliriz.

Ruşen Çakır Türk Solu’nun dini hep gerici olarak gördüğünü yazmış. Sanırım Çakır gericiliğin ve ilericiliğin ne olduğunu da tam olarak anlayamamış. Yarın da bu soruya ve bana göre Türkiye’de kaç çeşit Müslüman olduğuna dair yazıyla devam edeceğim. Zaten Müslümanların ayrılması konusu da Recep Tayip Erdoğan ve çevresindekilerin kafasını karıştırıyor ya, formel mantığa bakarsak, onların dediği gibi yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede türban tartışmasının bu noktaya gelmesi anlaşılmaz bişey, ama tartışma çok aleni bir şekilde, daha çok dindarlar arasında…

DİN VE SOL 3… (Mart 17, 2010)

Türk Solu’nun dine bakış açısını tartışırken Türkiye’de kaç çeşit Müslüman olduğunu anlamak gerekiyor. Bunu anlamak için “Nasıl Müslüman olunur?”un yanıtını vermek çok önemli. Bu konu çok tartışılacak bir konu değil, en basit anlatımıyla Kur’an’da yazılı 5 kuralı yerine getirmek zorundasınız, Kur’an’da yazılı ayetler yoruma açık değil, Kur’an’a inanıyorsanız “Canım namaz kılmak istemiyor, havamda değilim oruç tutmayacağım vb…” gibi şeyleri söyleme hakkınız yok. Sağlık sorununuz yoksa bunlar yapılması gereken ibadet çeşitleri. Ayrıca maddi durumunuz uygunsa Hac, kurban ve zekat gibi ibadetlerinizi yerine getirmeniz gerekiyor. Bu şartlar yoruma açık değil.

Eskiden yüzde 99’u, şimdilerde yüzde 95’i Müslüman denilen Türkiye’ye baktığımızda bunlar ne kadar yerine getiriliyor. “Müslümanım” diyen halkın çoğu bunları yerine getirmiyor. Peki bu insanlar inançsız mı, hayır değiller, bu insanların ciddi bir şekilde Allah’a inançları var, ama dine yada Kur’an’a dediğiniz zaman orada kocaman bir soru işareti var. Bana göre Türkiye’de gerçek anlamda Deist (Allaha inanan ama dine inanmayan.) var. Deistlerin mahalle baskısından dolayı kendilerini Müslüman olarak nitelemelerini bir kenara bırakırsak Türkiye’de ne kadar Müslüman olduğunu tekrar gözden geçirmek gerekir.

Türk Solu’nun geçmişine ve bugününe bakarsak dindarlarla (Bana göre büyük kısmı deistlerle) bugüne kadar hemen hemen hiç sorunu olmadı. Dindar ve deist insanlar zaten hep yakınlarındaydılar, ailelerinde vardı ve onlarla sorunları yoktu. Ama Müslümanlığı Kur’an’a tam olarak inanarak algılayanlarla (Ki gerçek Müslüman’ın böyle olması gerekiyor.) hiçbir zaman iç içe olmadılar, onlar yakınlarında değildi, ailelerinde yoktu. Yada çok az Müslüman (Dinci) ailesinin çocukları yada yakınlarından solcu yada devrimci çıktı. Bütün dünyaya baktığımızda ilericilik, solculuk ve devrimcilik eğitimle gelişen bir olay, dolayısıyla dincilerin ailelerinde fazla görülmüyor, çünkü eğitim onların oldukça uzağında.

Dinciyle dindarın farkı da işte burada ortaya çıkıyor. Dinci çok rahat bir şekilde oruç tutmayan bir genci öldürebiliyor ve bunu yaparken sevap işlediğine inanıyor. Oysa solcuyla dindarın yada deistin böyle bir sorunu hiç olmamış. Daha önce de belirttiğim gibi Türkiye’de laisizm tartışmalarının daha çok dincilerle dindarlar arasında olmasının nedeni de buradan kaynaklanıyor.

Din ve Sol neden uyuşamıyor yada uyuşması olanaksız. Sol dediğimiz düşünce ilericilik, gelişmek, demokrasi, sosyal demokrasi, sosyalizm ve Marksizm demektir. İlericilik dediğimiz olgu da kendisini devamlı geliştirmek, yenilemek zorundadır. En ütopik anlamda Marksizmi  baz olarak ele aldığınızda bile dünyanın ve bulunduğunuz ülkenin jeo-politik durumuna ve gelişmesine bakarak devamlı kendinizi yenilemek zorundasınız. Kendinizi ve inanışınızı yenilemeden demokrasiye ulaşmanız olanaksızdır. Peki aynı şeyi Kur’an’a inanan bir Müslüman olarak yapabilir misiniz? Müslümanlığı günümüz yada ülkeniz şartlarına göre uyarlama şansınız var mı? Böyle bişey olanaksız, bunu iddia ettiğiniz zaman Kur’an’ı değiştirmek, dolayısıyla inkar etmek zorundasınız.

O zaman gelelim Ruşen Çakır’ın dediğine, kendisini devamlı geliştiren sol ile, kendisini değiştirme olanağı olmayan dinci hangi ortak noktayı bulacak? Çakır bu şeilde bir ortak nokta biliyorsa söylesin ve yazsın. O yüzden daha ilk başlarda “Ilımlı İslam” diye bişey olamayacağını, bu iddiayı ortaya atanların “Ilımlı İslam” adı altında bir kitap yazmaları gerektiğini söyledim. Bu da olanaksız.

Türkiye’nin bu tartışmada başka bir sorunu var ve bence en büyük sorun da burada. Kur’an’ı Türkiye’de kaç kişi okumuştur. Okuyanlardan kaçı anlamıştır Kur’an’ın mealini. Bu sorduğum soru dinciyi, dindarı, deisti ve ateisti de kapsıyor. Hele yeni kuşak nasıl anlayacak Kur’an’ı, neden tam öz türkçesi yapılmıyor. (Çok eskiden yapılan bir tane var, ama onun da baskısı yok.) Türkiye büyük bir çoğunluğun okumadığı bir kitap ve din üzerinden tartışıyor.

Çoğumuz bilmediğimiz bir kitabın yada dinin haklılığını tartışıyoruz, o zaman okumuş bikaç ilahiyatçının dediklerinde sıkışıp kalıyoruz. Örtünme konusunda 31. Ayet tartışılıyor, ancak hemen hemen hiç kimse 30. Ayet’i (Erkeklerin edep yada cinsel yerlerini örtmeleri.) tartışmıyor. Oysa arka arkaya yazılı bu ayetlerde erkekle kadının örtünme yerlerinde hiçbir fark yok. Bütün sorun cinselliği nasıl kavramak istediğinize bağlı, eğer kadının yüzünü, bakışını etkileyici görüp kapatmak gerek diyorsanız, erkeğin de yüzü ve bakışı da aynı derecede etkileyici ve cinseldir. Bu etkileşim insanları birlikte olmaya yöneltir zaten yada olması gereken budur. Oysa tartışılan sadece kadının örtünmesi… Esasında yoruma kapalı olan Kur’an’da bu konuda yorum yapılıyor, kim yapıyor yorumu, erkek egemen toplum yapıyor, kadının örtünmesini söylüyor ve kendi söylediği tez üzerinden kadına tartışma hakkı vermeden kendi adına savaşımını veriyor.

Yarın da Ruşen Çakır’ın bugün yazdığı “İslam ile solun ortak arayışı: sosyal adalet” üzerine yazacağım. Sanki böyle bişey olabilirmiş gibi…

DİN VE SOL 4… (Mart 20, 2010)

Yazının başlığını “SON” diye atmıştım, ama 2 gündür ara verdiğimden dolayı Ruşen Çakır’ın yazılarını okuyamamıştım, okuyunca yarın sonlanacağını anladım. Kaç gündür Din ve Sol’un niye illa da birleştirilmek istendiğini anlamaya çalışıyorum esasında. Birbirine alternatif olan siyasetlerin nasıl birlikte siyaset yapacağını anlamak gerçekten zor. Solu yada Marksizmi sadece ekonomi açısından alırsanız belki iş kolay gibi görülebilinir, o zaman ortaya sadece ezilen sınıf ve halklar olayı olarak bakarsınız, onların da büyük bir kısmı dindar olabilir ve bu şekilde bir ortak siyaset çıkabilir.

Ancak Marksizm sadece ezilen emekçiler ve halkın maddi konumu demek değildir ki, işin içine Kadın Hakları, İnsan Hakları, Çocuk Hakları, Hayvan Hakları vb. gibi aklınıza ne geliyorsa girer. Oysa İslam’ın kimi şartlarını incelediğinizde bunlara karşı olduğunu çok rahat görebilirsiniz.

Ruşen Çakır’ın önceki gün yazdığı yazıdan iki bölüm almak istiyorum buraya: “Hatırlanacaktır Nabi Yağcı ve Nihat Sargın başta olmak üzere TBKP yöneticileri 1987 sonunda ülkeye dönmüş, bir süre hapis yattıktan sonra serbest bırakılmışlardı. O tarihlerde Dicleli’nin daveti üzerine TBKP’nin yönetici ekibinden küçük bir gruba Türkiye’deki İslami hareketleri anlattım. Sonunda, “bize ne yapmamızı önerirsin?” diye sorduklarında “Herhangi bir İslami cemaat liderinden randevu alıp kendisini ziyaret edin. ’Biz sizi tanıyoruz, sizden de bizi tanımanızı istiyoruz’ deyin ve bunu basına da duyurun” demiştim. Bana “henüz böyle bir şey için çok erken” diye tepki vermişlerdi.

TBKP Genel Sekreterleri Nabi Yağcı ve Nihat Sargın kendi partilerinin İslam’a karşı ne yapacağını bilmemeleri gerçekten çok üzücü bir durum, hem kendileri, hem de eski TKP ve TBKP açısından üzücü. O noktaya gelmiş iki yönetici ve yönetimdekiler ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlarsa bu benim önceki yazımda yazdığım bir tezimi doğruluyor, ne Türkiye Sol’u ne de Müslümanım diyen kitle İslamiyeti tam olarak bilmiyor. Solun İslamiyete karşı ne yapması gerektiğini anlamak için İslami cemaat liderlerinden randevu almaları gerekmiyor, İslamiyetin baş ve tek kitabı olan Kur’an’ı okuduğunuz zaman zaten ne yapmanız yada yapmamanız gerektiğini anlıyorsunuz.

Ruşen Çakır’a, Nabi Yağcı ve Nihat Sargın’a bişey sormak istiyorum, bugüne kadar herhangi bir cemaat lideri kendilerine başvurup da “Kardeşim Marksizm nasıl bişeydir, bize anlatır mısınız, aklımıza yatarsa biz sizinle işbirliği yapmak istiyoruz.” demiş midir acaba? Yada Çakır Yağcı ve Sargın’a verdiği brifingin tersini mesela Fethullah Gülen’e yada İsmail Ağa cemaatine vermiş midir?

Sanmıyorum, çünkü bu kişi ve cemaatler kendilerine gerektiği kadarını öğrenmiş, oradan işlerine gelen kimi bölümleri ve sloganları almış, gerisini değiştirerek anti-komünizm propagandası yapmışlardır. Bunun yanıtını esasında Ruşen Çakır yazısının ikinci bölümünde kendisi yazmış: “Yine bir anektodla konuyu açmak istiyorum: Yıllar önce ünlü İslam alimlerinden Sadrettin Yüksel ile tanışmak için epey uğraşmış ve Fatih’teki kitapçı bir dostum sayesinde kendisini ikna edebilmiştim. 2004 Aralık ayında kaybettiğimiz Sadrettin Hoca ilk olarak şaka yollu “sen komünistsin, ben şeriatçıyım. Sen iktidara gelirsen benim, ben gelirsem senin için iyi olmayacak. O zaman oturup neyi konuşacağız!” diye sormuştu. Kendisine “Nasılsa ne siz, ne biz iktidara filan gelmeyeceğiz. Onun için şurada sakin sakin sohbet edelim, birbirimizi tanıyalım” deyince uzun ve gerçekten keyifli bir muhabbet gerçekleştirmiştik.

Sadrettin Yüksel kendi niyetini (Şeriatın) çok güzel açıklamış, bu açıklamayı biz Ayetullah Humeyni iktidarında İran’da gördük. Yani şeriatçılar iktidara gelir gelmez ilk iş olarak İran Komünist Partisi TUDEH’in militanlarını tek tek astılar. Burada Çakır’ın sanırım karıştırdığı şeraitçilerle dindarlar. İkisinin arasında sayamayacağımız kadar çok fark var. Türk Sol’unun İran Devrimini anlamaya çalışmadılar, demesindeki hata da burada yatıyor zaten. Faşizme karşı şeraitin iktidara gelmesi nasıl devrim olabilir. Benzeri katliamları yaparak gerçekleşen bir devrim olabilir mi? Türk yada Dünya Solu buradan nasıl bir devrim anlayışı çıkarabilir?

Evet Cengiz Çandar ve kimi arkadaşları buradan devrimi gördüler ve sonunda 12 Eylül’ün bakanı Turgut Özal’ı da, şeraitten hapis yatan Recep Tayip Erdoğan’ı da devrimci sandılar. Onların devrim anlayışı bence şu: “Darbede bakanlık yapan Turgut Özal devrimcidir, bu gibi devrimcilere karşı darbe yapılamaz, yaşasın demokrasi…” Bana burada demokrasi mantığını bulan varsa lütfen yazsın, benim demokrasi anlayışım bu kadarını anlamaya yetmiyor. Sanırım Ruşen Çakır Marksizm’deki “Zıtların birliği” mantığını tam olarak anlayamamış. Umarım öğrenir bir gün.

DİN VE SOL SON… (Mart 22, 2010)

Bilhassa AKP hükümetiyle birlikte “Beraber yaşamak” diye bir istek ve tartışma başlatılmıştı. Bu beraber yaşamak birbirine tamamen zıt görüşteki insanların birbirlerinin hoşgörüsünü kapsamıyordu, doğal olarak zıt görüşteki insanların yaşam felsefelerine ilişkin istemleri de olacaktı. Ben o zamanlar “Biz Hiç Beraber Yaşamadık” diye bir yazı yazmıştım. Birbirinden bu kadar farklı ve uzak görüşlü insanların anlaşarak ve hoşgörüyle birbirleriyle yaşamaları olanaksızdır. Yaşama bakış açıları, yaşamdan aldıkları zevk ve beraber geçirecekleri zamanlardaki keyf asla birbiriyle uyuşmaz.

Hele bu konuyu politikaya döktüğümüzde iş iyice ortaya çıkar. Ortaya çıktığı gibi çığırından da çıkar, çünkü ortada paylaşabilecek bişey bulamazsınız. Ruşen Çakır bir hafta boyunca Sol’un İslamı, dini ve Müslümanları anlamadığını, onları hep gerici olarak gördüğünü yazdı. Sadece Tekel İşçilerine yapılanlara Türk Solu’nun ve AKP’nin yaklaşımını okusa demokrasi adına onlarla asla uyuşamayacağımızı anlaması gerekir. Demokrasi adına uyuşmadığım bir zihniyetle de niye beraber demokrasi savaşımı vereyim anlamıyorum.

Bir haftadır olan olaylara bakalım. Sola ve demokrasiye Ruşen Çakır’ın gözünden bakarsak bana göre artık sol ve demokrat olmasalar bile Ahmet Altan, Cengiz Çandar, Oral Çalışlar (Daha fazlasını yazmama gerek yok) Çakır’a göre solcu ve demokratlar. En azından bazıları hâlâ öyle olduklarını söylüyor. Peki ne oldu son günlerde Türkiye’de, hani nerede sol ile dincilerin ortak ekseninde gelişen demokrasi, birlikte gerçekleştirecekleri yeni Türkiye. Demokrasiden nasibini almamış Recep Tayip Erdoğan’ın yaklaşımını sanırım okumuştur Çakır. Beni şaşırtmıyor bu olanlar, çünkü demokrasiyi bilmeyen yada bilmek istemeyen birisiyle demokrasi savaşımı vermek gibi bir derdim hiç olmadı, bunun olamayacağını da aylar önce yazdım. Türban konusunda çok açık ifade ettim, Türban bildirisini imzalayan kimi demokratların niyetiyle, türban konusunu olmaz da olmaz noktasına getiren AKP’lilerin amacının farklı olduğunu belirttim. İşin kız-erkek öğrenci ayrımından, memurlara da türban iznine kadar gideceği belliydi. Zaten yasa Anayasa Mahkemesi’nden dönmeden önce Hak-İş bu konuda hemen yürüyüş bile yaptı.

Recep Tayip Erdoğan’ın Cengiz Çandar ve onun gibi düşünen kimi yazarlara terbiye sınırlarını aşan çıkışı da işte burada düğümleniyor. Var diyelim ki bu ekip Çakır’ın dediği gibi anladı dincileri, ne oldu sonunda, karşılarında kendilerini asla anlamayacak, sadece kendi görüşleri için onları istediği gibi kullanacak yada kullanmaya çalışacak bir insan buldular. Umarım diğer açılım girişimlerinin de palavra olduğunu anlamaya başlarlar, Türkiye’de darbe girişimlerinin sadece 2002’li yıllarda başlamadığını anlarlar… Geçici 15. Maddenin kaldırılmaya çalışılması da henüz tam olarak net değil, tek tek mi oylanacak Anayasa maddeleri, yoksa bütün olarak mı, o zaman göreceğiz bunun da bir kandırmaca olup olmadığını. 12 Eylül Anayasası gibi paket mi oylanacak, maddeler mi, zaman gösterecek.

Ruşen Çakır yazı dizisinin sonunda kimi öneriler getirmiş. Elimden geldiği kadar yanıtlamaya çalışacağım ve ben de şimdilik bu tartışmaya son vereceğim.

1) Dini, İslam’ı ve Müslümanları küçümsemeyin, onları ciddiye alın;

Sol hiçbir zaman Dini, İslam’ı ve Müslümanları küçümsemedi, tam tersine çok da ciddiye aldı, 12 Eylül öncesi Ülkücülerini saymazsak, Sola taşlı sopalı ve tabancalı saldıranlar her zaman dinciler olmuştur. Son Sıvas olayında bile tekbir getirerek saldırı vardır ve Belediye’nin o dönemde kimin elinde olduğunu, itfaiye merdiveninden inen Aziz Nesin’e kimin saldırdığını sanırım Ruşen Çakır anımsıyordur.

2) Türkiye’nin aslında dinsel anlamda muhafazakâr bir ülke olduğunu ve bu olgunun kolay kolay değişmeyeceğini kabullenin;

Türkiye muhafazakar bir ülkedir, zaten bütün sorun da bu olgunun kolay kolay değişmeyeceğini kabul eden döneklerle bizim aramızda değil mi? Benim dünya görüşüm ve demokrasi anlayışım bunları değiştirmek üzere Çakır, sen değiştirmek istemediğin sürece onlardan biri olur çıkarsın.

3) İslam’dan ve Müslümanlardan korkmayın;

İslam’dan ve Kur’an’dan korkuyorum Ruşen Çakır. Çünkü Kur’an’ın içindeki sevap işlemenin sonu ve sınırı yok, kimi düşüncedeki insanları öldürdüğünde de sevap işliyorsan ve buna inanan ciddi bir kitle varsa, benim de normal bir insan olarak korkmamam için bir neden yok. Aramızdaki fark, ben korktuğum için karşı çıkıyorum, sen korktuğun için yanaşıyorsun.

4) İslam hakkındaki bilgilerinizi gözden geçirin ve hatta sil baştan yapın;

İslam hakkındaki bilgilerimizi beraber gözden geçirelim. İçindeki kimi ayetlerin bugün için geçerliliğini tartışalım istersen. Sadece senin gibi düşünenlerle değil, ilahiyatçılarla da yapalım. Bu konuda çok yazı yazdım ve sorular sordum, ama yanıtlayan ulema olmadı şimdiye kadar.

5) İslam’ı hem temel kaynaklarından, hem de dindarların kendilerinden öğrenin;

İslam’ın tek temel kaynağı Kur’an’dır ve yeteri kadar okuduğumu sanıyorum. Zaten hep el altı kitabım olarak duruyor yanımda. Ama dindarlardan öğrenin dersen bu düşüncene katılmam, ama kendi öğrendiklerimi yada okuduklarımı tartışırım.

6) İslami hareketin yekpare bir yapı olmadığını, kendi içinde çok derin ayrılıklar, tartışma, rekabet ve hatta çatışmalar barındırdığını dikkate alın. Fakat yeri geldiğinde bu ayrılıkların rafa kaldırılıp birlikte hareket etme potansiyeline sahip olduğunu da unutmayın;

İslami hareket yekpare bir harekettir, Kur’an dediğinizde o ayrılıkların sıfıra ineceğini hepimiz biliyoruz. Ayrılıklar nasıl olacak, hangi dincinin Kur’an’daki bir ayeti değişik yorumlama, uygulama yada yok sayma hakkı var.

7) Dindarların, dinlerini daha özgürce yaşama yolundaki taleplerini önemseyin ve onlara destek verin. Üniversitelerdeki türban yasağı, katsayı adaletsizliği gibi sorunları kendi gündeminizin öncelikli maddeleri haline getirmekten çekinmeyin;

Türban konusunda çok yazdım, fazla yer kaplamak istemiyorum, ama katsayı olayını anlamak için iki noktada bilgi sahibi olmak gerekiyor. Birincisi İmam Hatip Lisesi öğrencilerinin  ders programlarına bakmak gerekiyor, o programla mezun olan bir öğrenci zaten sınava eşit girmiyor ve eşit girsin derken de siyasiler tarafından kullanıldığını bilmiyor. İkincisi yıllık 4 bin mezuna gereksinim duyulurken neden yüzbinlere çıkan sayıda öğrenci var ve mezun ediliyor, bunu anlamak gerek. Ayrıca mezun olup da meslek sahibi olamayacak kızlar neden bu okullarda okuyor. Gereksinim dışındaki sayı düz liselerde okumalı, çünkü buradan çıkan erkeklerin de normal lise eğitimini almadan üniversitelere girmeleri demokratik değil, onlara haksızlık, tam tersine öğrenmesi gerekenleri öğrenip de üniversiteye girmek isteyen öğrencilerin hakkını çalmak.

8 ) Nasıl dindar bir Hıristiyan, Musevi ya da Budist solcu olabiliyorsa dindar Müslümanların da olabileceğini kabul edin; sol hareketlere giren gençlerden ilk fırsatta dini inançlarından vazgeçmelerini beklemeyin; hele bunu dayatmayın.

Burada dini nasıl algıladığımız önemli, dindar mı, dinci mi? Dinci konumuna gelmiş birisinin, yani şeriatı şiar edinmiş birisinin solcu olma gibi bir derdi zaten yok, olmaması da çok doğal. Onun dışındaki dindarları bütün sol partilerde görmek zaten olası.

9) Ateizm propagandasını solculuk diye yutturmaya çalışanları aranızda barındırmayın.

İşte en önemli nokta bu, Türkiye’de Ateistler bırakın propaganda yapmayı, yıllarca Ateist olduklarını bile sakladılar. Türkiye’de Ateist olduğunu televizyonda ilk açıklayan Aziz Nesin’dir, sonra ben açıkladım, benden sonra da Mina Urgan açıkladı. Oysa bu çoktan yapılması gereken bişeydi, Ateistlik öyle öcü gibi bişey değil. Ateist olup da solcu olmayan dünya kadar insan var ve dünyada eğitimli insan sayısı arttıkça da ateist sayısı artıyor. Zaten köktendincilerin (Her dinden) son yıllarda fazlaca ortaya çıkma nedeni de bu, köktendincilerin sayısı artmıyor, sadece dünyadaki ateistlerin sayısı artıyor. Dincileri de korkutan bu, okuyan insan korkusu…

Kaynak: ahmetnesin.wordpress.com

1 Yorum

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz