Sadakanın gücü kalbimin derinliklerine ekiliyor ve ben biçip toparladığım buğday demetlerini aç olanlara dağıtıyorum. Ruhum üzüm şarabına hayat veriyor ve ben demetleri sıkıp suyunu susuz olanlara veriyorum.
Cennet fenerimi yağla dolduruyor ve ben karanlıkta yabancı yolcuya yol göstersin diye cama koyuyorum onu. Bütün bunları yapıyorum, çünkü içlerinde yaşıyorum ve eğer kader ellerimi bağlayıp yaptıklarıma engel olursa, o zaman ölüm benim tek arzum olacaktır.
Ben bir şairim, eğer bir şey veremesem almayı da reddederim. İnsanlık fırtına gibidir, ama ben yaratana bir nefes giderken fırtınanın geçmesi gerektiğini bildiğim için sessizce içerlenirim, insanoğlu dünyevi şeylere sarılırken, ben ateşiyle kalbimdeki zalimlikten beni arındıran aşk meşalesini kucaklama arayışındayım hep. Maddesel şeyler insana acı vermeden öldürür; aşk onu canlandıran acılarla uyandırır.
İnsanlar farklıkları ve kabilelere bölünmüş ve ayrı ülke ve şehirlere aitler. Ben ise tüm toplumlara yabancı ve hiçbir yerleşime ait değilim. Evren benim ülkem ve insanlık da benim kabilem, insanlar zayıftır ve kendi aralarında bölünmeleri üzücü. Dünya dardır ve onu krallık, imparatorluk ve illere ayırmak zekice bir şey değildir. Ruhun tapınağını yıkmak için bir oluyor ve dünyevi bedenin organlarını yaratmak için el ele veriyor. Ben ise kendi öz derinliğimin umut sesini tek başıma dinleyerek ‘Aşk insan kalbini acıyla canlandırdığı gibi, cehalet de ona bilginin yolunu öğretir’ diyorum. Acı ve cehalet büyük sevinç ve bilgiye yol açıyor, çünkü Yüce Varlık güneşin altında boş bir şey yaratmıyor.
Halil Cibran
Bir Şairin Sesi