Burada saf doğrudanlık veya sadece nicel bir düşünce ile birlikte olan doğrudanlık karşısındayız. Burada, ne ben’in ve umutsuz olan şeyin ne de içinde bulunulan durumun umutsuz doğasının sonsuz bilinci vardır; burada umutsuz olmak, yalnızca acı çekmektir, edilgen olarak dıştan gelen bir baskıya boyun eğilir, umutsuzluk hiçbir şekilde bir eylem gibi içeriden gelmez. Özet olarak bu, çocuklar askercilik oynadıkları veya doğal insanın dilinde ben, umutsuzluk gibi sözcükler kullanıldığı zamanki gibi bir sözcük oyunudur.
Doğal insanı (eğer yaşam gerçekten bu denli her düşünümden yoksun doğal tipler sunarsa) ve onun ben’ini tinselin görüş açısından tanımlamak gerekirse, o, yalnızca fazladan bir şeydir, geçicinin devasalığı içinde bir ayrıntıdır, maddî dünyanın kalan kısmının bütünleyici bir parçasıdır ve bu insan, içinde ancak sonsuzluğun yalancı bir benzerini taşır. Bu şekilde ben, geri kalanın bütünleyicisi olarak boşuna umut eder, ister, zevk alır… her zaman edilgendir; bu, ben istese de, tıpkı çocuk, “ben” dediği zamanki gibi, çevrenin verdiği bir kararın sonucudur; ne hoşun ve hoş olmayanın diyalektiğinden başka bir diyalektik ne de mutluluk, mutsuzluk, yazgı kavramlarından başka kavram vardır.
İşte böylece bu düşüncesiz ben’de, onu umutsuzluğa düşüren bir şeyler ortaya çıkar. Başka bir yoldan bunun olması olanaksızdır, çünkü ben’in kendi üzerinde hiçbir düşüncesi yoktur. Umutsuzluğunun dışarıdan gelmesi gerekir ki bu umutsuzluk yalnızca edilgenliktir. Bu doğal insanın yaşamını dolduran şey veya kendinde ufak bir düşünce kırıntısı varsa, her şeyden önce tutunduğu bir yaşam parçasını talihin bir darbesi onun elinden alır ve onun dilini konuşursak, yeniden umutsuzluğa düşer, yani böyle bir darbe daha sonra eline geçiremeyeceği içindeki doğrudanlığı yok eder: Umutsuzluğa düşer. Veya uslamlamanın içinde çok normal, yaşamda oldukça ender olmakla birlikte, doğrudanlığın bu umutsuzluğu, bu düşüncesiz insanın mutluluğun aşırılığı diye adlandırdığı şeyden kaynaklanır; bu şekliyle doğrudanlık, aslında büyük bir kırılganlıktır ve düşünceyi sarsan her aşırılık onu umutsuzluğa götürür.
O hâlde umutsuzluğa düşer veya daha çok, tuhaf bir aldatmaca ile ve kendi hakkında tam olarak aldanmış olarak umutsuzluğa düştüğünü söyler. Ama umutsuzluk, sonsuzluğu kaybetmektir ve kayıp hakkında tek kelime etmez, hatta hayal bile etmez. Geçici olanı kaybetme kendi içinde umutsuzluk değildir, buna rağmen sözünü ettiği ve umutsuz olma diye adlandırdığı şey budur. Bir anlamda önermeleri doğrudur, ama onun anladığı şekilde değildir; ters yönde sunulduklarından onları tersinden anlamalıyız: Umutsuzluğa düştüğünü söylerken, umutsuzluk olmayan şeyi belirtmektedir ve aslında bu sırada umutsuzluk onun haberi olmadan arkasında oluşmaktadır. Bu, tıpkı arkasını belediye sarayına çeviren ve buna rağmen karşısında belediye sarayını gösteren kişinin içinde bulunduğu durum gibidir; adamcağız doğru söylüyor: Belediye sarayı tam karşısında… ama arkasını dönerse. Umutsuz olduğunu söylemekte haksız olmamasına rağmen aslında umutsuz değildir. Ama kendini umutsuz olarak değerlendirir, kendine bir ölüye bakar gibi, kendinin gölgesi gibi bakar. Buna rağmen umutsuz değildir, hatta bu kadavranın içinde hayat olduğunu bile söyleyebiliriz. Eğer birden her şey değişirse, tüm bu dış dünya ve tüm isteği gerçekleşirse, o kişinin canlandığını ve doğallığın yeniden duruma egemen olduğunu görürüz ve adamımız yeniden koşmaya başlar. Ama doğallık, savaşmak için başka bir yöntem tanımaz, yalnızca bir şey bilir: Umutsuz olmak ve bilincini yitirmek… Ve bununla birlikte bilmediği tek şey varsa, umutsuzluğun ne olduğudur. Doğallık, umutsuzluğa düşer ve kendinden geçer, daha sonra bir ölü gibi kımıltısız kalır, ölü taklidi yapmanın ustalığıdır bu; çünkü hareketsizlikten ve ölü taklidi yapmaktan başka ‘silahı ve savunması olmayan bazı hayvanlara benzer.
Beklerken zaman geçer. Dışarıdan gelen yardımla umutsuz kişi yaşama yeniden kavuşur, dün olmadığı bir ben hâline gelmeden bıraktığı noktadan yeniden başlar ve katıksız bir doğallığın içinde yaşamını sürdürür. Ama dışarının yardımı olmazsa gerçek başka bir biçimde oluşmaya başlar. Bununla birlikte kadavraya biraz hayat gelir, ama “artık hiçbir zaman kendisi olmayacaktır” denir. Artık yaşamı anlamada eline birkaç kırıntı geçmiştir, başkalarına ve bunların yaşamak için edindikleri biçimlere öykünür… ve işte onlar gibi yaşamaya başlar. Ve Hıristiyanlığın içinde de bu doğal kişi bir Hıristiyandır, her Pazar kiliseye gider, papazı dinler ve onu anlar, çünkü bunlar iki ortaktır; ve biri öldüğü zaman diğeri birkaç kuruş karşılığında onu sonsuzluğun içine sokar; ama bir ben olmaya gelince, ne önce ne de sonra hiçbir zaman bir ben olamaz.
Doğrudanlığın umutsuzluğu budur: Hiçbir şekilde kendi olmayı istememek veya daha da kötüsü: Bir ben olmayı hiç istememek veya her şeyin en aşağı biçimi: Başka biri olmayı arzulamak, yeni bir ben’e sahip olmayı ummak. Aslında doğallık hiçbir ben’e sahip değildir ve kendini tanımadan kendini nasıl bulacaktır? Serüveni çoğu zamanda maskaralığa dönmektedir. Doğal insan umutsuzluğa düşerken, olmadığı ben’i ummak veya en azından bu ben olduğunu hayal etmek için bile yeterli bir ben’e sahip değildir. Bu durumda başka biri olmayı umarak kendisine başka bir şekilde yardımcı olmaktadır. Bundan emin olmak için doğal insanlara bakalım: Umutsuzluk sırasında, akıllarına gelen ilk istek bir başkası olmak veya bir başkası hâline gelmektir. Her şeye rağmen, umutsuzluğu bile insanların gözünde çok önemsiz olan bu tür bir umutsuz kişiye nasıl gülünmez. Genelde böyle bir insan sınır tanımayan bir komikliktedir. Bir ben’i (ve Tanrı’dan sonra hiçbir şey ben kadar sonsuz değildir) ve bu ben’in kendisinden başka biri hâline gelme yöntemleri üzerine düşünmeye koyulduğunu tasarlayalım. Ve tek isteği tüm başkalaşımların en çılgını olan bu tür bir umutsuz, onun için değişimin giysi değiştirmek kadar kolay olduğu bu yanılsamanın âşığıdır. Çünkü doğal insan kendini tanımaz, sözcüğü sözcüğüne kendini ancak giysi olarak tanır, ancak dışsal yaşam olarak bir ben’i vardır (ve buradan onun sonsuz(komikliği)ortaya çıkar). Bu kadar gülünç bir aşağılama az bulunur; çünkü ben ile dışındakiler arasındaki fark sonsuzdur. Tüm bu yaşam doğal insan için değiştiğine ve umutsuzluğun içine düştüğüne göre bir adım daha atar, aklına şu düşünce gelir ve ona güler: Sahi! Eğer bir başkası olsaydım? Eğer kendime yeni bir ben sunsaydım? Evet bir başkası olsaydı! Ama sonra kendisini tanıyabilecek miydi? Başkente çıplak ayakla gelen bir köylünün burada çok para kazandığı anlatılır. Bu köylü kazandığı paralarla çorap ve ayakkabı alabildiği gibi geriye sarhoş olabilmeye yetecek kadar parası kalır. Böylece sarhoş olan köylü, köyüne geri dönmek ister, ama yolun ortasına düşer ve sızar. Yoldan bir araba geçmektedir ve arabacı köylüye ayaklarının ezilmesini istemiyorsa ayağa kalkmasının gerektiğini bağırarak söyler. Böylece uyanan sarhoşumuz ayaklarına bakar, yeni çoraplar ve ayakkabı nedeniyle onları tanıyamaz ve bağırır: “Geç üstünden, onlar benim ayaklarım değil”. Umutsuzluğa düşen doğal insan da aynısını yapar: Umutsuzluğu komikliğin dışında tasarımlayamaz, çünkü onun argosuyla ben’den ve umutsuzluktan söz etmek, doğrusu ustalık olur.
Doğrudanlığın, kendi üzerine bir düşünceyle birleşmiş olarak varsayılması durumunda, umutsuzluk biraz değişir; bu durumda kendi ben’in hakkında biraz daha bilinçli olan insan umutsuzluğun ve kendi durumunun umutsuz doğasının biraz daha fazla bilincinde olur; umutsuz olduğundan söz ettiğinde bu artık saçma değildir: Ama güçsüzlüğün umutsuzluğunun temelinde, her zaman edilgen bir durum vardır; ve biçimi umutsuzun kendi olmak istemediği biçimidir.
Saf doğrudanlığa göre buradaki gelişme şudur: Umutsuzluk bir şoktan, bir olaydan dışarı çıkmasa da, kendi üzerindeki bu düşünceye başlı olabilir ve artık dışsal nedenlere basit, edilgen bir boyun eğme değildir; ama bir ölçüde kişisel bir çaba, bir eylemdir. Burada, belli bir derecede içsel düşünce, dolayısıyla ben üzerine dönüş vardır; ve bu düşünüm başlangıcı, içinde ben’in dışsal dünyanın kalan kısmıyla olan derin farkını gördüğü bu seçme eylemini başlatır. Bu başlangıç, aynı zamanda bu seçimin ben üzerindeki etkisini de başlatır. Ama bu, onu fazla uzağa götürmez. Bu ben, içindeki düşünce dağarcığı ile tüm sorumluluğu yüklenirse, derin yapısı ve sorumluluğu içinde bazı tehlikelerle karşılaşma riskini taşır. Çünkü hiçbir insanın bedeni mükemmel olmadığı gibi hiçbir ben de mükemmel değildir. Ne biçimde olursa olsun, bu zorluk dehşete düşmekten korur. Veya bazı olaylar ben’le doğrudanlık arasında, düşüncesinin yapamayacağı kadar derin bir kopuşu sağlar; ya da düşsel, ortaya çıkmaları durumunda aynı şekilde doğrudanlık ile bağları koparacak bir olasılığı keşfeder.
Böylece ben, umutsuzluğa düşer. Umutsuzluğu zayıflığın umutsuzluğudur, ben’in kendini gerçekleştirdiği umutsuzluğun zıddı olan ben’in edilgen acısıdır; ama kendi üzerindeki ufak düşünce dağarcığı sayesinde, burada hâlâ katıksız doğallıktan farklı olarak ben’ini savunmayı dener. Ben’i kendi hâline bırakmanın ne büyük bir altüst etme olduğunu anlar, doğrudanlığın insanı gibi bunu bir beyin kanaması hâline getirmez, düşüncesi ona çok şey kaybedilebileceğini, ama buna rağmen ben’in kaybedilmeyebileceğini anlaması konusunda yardımcı olur, ödünler verir ve buna gücü vardır! Çünkü bir noktaya kadar ben’ini dışarıdan ayırmıştır ve ben’i içinde sonsuz bir parçanın olması gerektiği konusunda belli belirsiz bir fikri vardır. Ama boşuna savaşır: Karşılaşılan güçlük tüm doğrudanlıkla tam bir kopmayı gerekli kılmaktadır ve bunun için de yeteri kadar törel düşünceye sahip değildir: Onu tüm dışsallıktan çıkarabilecek sonsuz bir soyutlama ile kazanılacak bir ben bilincine, doğrudanlığı üzerine geçirmiş bir ben’in zıddı ve sonsuz bir ben’in ilk biçimi ve içinde ben’in sınırsız yükümlülükleri ve yararları ile gerçek ben’ini üstlendiği bu sonsuz sürecin motoru olan çıplak ve soyut bir benin bilincine hiçbir şekilde sahip değildir.
O hâlde umutsuzluğa düşer ve umutsuzluğu, kendi olmayı istemektir. Bunun nedeni başka biri olmanın gülünçlüğünü kafasına koyması değildir; ben’i ile bağlantısını koparmaz, buradaki ilişkileri herhangi bir kişinin içerideki duman veya başka bir nedenden dolayı ona itici gelebilecek meskeni için sahip olabileceği duyguları anımsatmaktadır (komiklik, ben ile olan ilişkisinin hiçbir zaman bir insanın oturduğu yer ile olan ilişkisi kadar gevşek olmamasından kaynaklanmaktadır, bu nedenle bu insan evini terk eder, ama onu tamamen bırakmadan, yeni bir yer tutmadan, eskisine kendi eviymiş gibi bakmayı sürdürerek, sakıncalı durumun geçeceğini tahmin ederek terk eder. Aynı durum umutsuzluğa düşen insan için de geçerlidir. Zorluk sürdüğü sürece, sözcüğün tam anlamıyla kendine dönmeye cesaret edemez, kendi olmayı istemez; ama kuşkusu geçtikten veya belki de değişecek olan bu durumdan sonra bu karanlık olasılık da unutulacaktır. Böylece bu durumun geçmesini beklerken, bir değişiklik olup olmadığını görmek için ben’ine çok ender ziyaretler yapar. Ve bir değişiklik olduğu an, kendini yeniden düzene sokar; kendini bulduğunu söylerken yalnızca bıraktığı noktayı eline geçirdiğini söylemek isterken, elinde, ben’ine ilişkin bir kuşkudan başka bir şey yoktur ve ondan öteye gidemez.
Ama hiçbir şey değişmezse, kendini başka türlü düzene sokar. Gerçekten bir ben olmak için izlemek zorunda olduğu içsel yola tamamen sırt çevirir. Böylece tüm ben ve gerçek sorunu, ruhunun derinliklerinde bir tür sahte kapı hâline gelir. Bu kapının arkasında da hiçbir şey yoktur. Lisanında ben olarak adlandırdığı yani kendisine yatkınlıklar, yetenekler, vs. olarak verilen şeyi üstlenir; ama bu ben’i dışarıya yani yaşam, gerçek yaşam, etkin yaşam olarak adlandırılan şeye yönelmiş olarak üstlenir; kendi üzerinde tuttuğu çok az olan düşünümle sadece sakınımlı ilişkileri vardır, arka tarafta saklı kalan şeyin ortaya çıkmasından endişe duyar. Böylece yavaş yavaş ben’i unutmayı başarır; zamanla ben’i neredeyse gülünç bulur; özellikle de kibar toplumda gerçek yaşama uyumu ve zevki olan dinamik ve değerli diğer insanların arasında olduğu zaman. Çok hoş! İşte mutlu romanlarda olduğu gibi birkaç yıllık bir koca, iş sahibi, aile babası ve vatandaş, hatta büyük insan, etkin bir kişilik! evinde hizmetçileri ondan söz ederken ona bir ben yakıştırır: “Beyefendinin bizzat kendisi”, önemli bir kişi! davranışı tüm insanlara hak ettiğini vermesini bilir; kendi kişiliğinin de aynı şeyi hak ettiğini unutmaz, bu hak açısından değerlendirdiğimizde, onun bir kişilik olduğu tartışma götürmez. Ve Hıristiyanlıkta, iyi yetişmiş Hıristiyanların içindeki Hıristiyandır (tıpkı paganizmde bir pagan ve Hollanda’da bir Hollandalı olacağı gibi). Ölümsüzlük sorunu onun zihnini çoğu zaman meşgul etmiştir ve papaza bir kezden daha fazla gerçekten ruhun var olup olmadığını ve insanın yeniden kendini bulup bulamayacağını sormuştur! ki bu, ben’i olmadığı için onu özellikle ilgilendiren bir noktadır.
En ufak bir yergi kırıntısı olmaksızın bu tür umutsuzluğu nasıl gerçekten betimleyebiliriz! Komiklik, kendi umutsuzluğundan geçmiş olarak söz etmesidir; korkunçluk ise zannettiği gibi bunu aştıktan sonra durumunun tam da umutsuzluk olmasıdır. Dünyada bu kadar övülen tüm bu pratik bilgeliğin, iyi öğütlerin ve bilge özdeyişlerin tüm bu kutsal dizisinin, tüm bu “göreceğiz”lerin, “kaderimize boyun eğeceğiz’lerin, “her şeyi arkada bırakın”ların, vs. altındaki sonsuz gülünçlük, ideal bir anlamda, ne gerçek tehlikenin nerede olduğunu ne de tehlikenin ne olduğunu bilmeyen tam aptallığın ta kendisidir. Ama buradaki korkunçluk, bu törel aptallıktır.
Geçicinin veya geçici bir şeyin umutsuzluğu ve özellikle bu umutsuzluğun ikinci biçimi olan kendi hakkında biraz düşünceye sahip doğal insanın umutsuzluğu, umutsuzluğun en yaygın biçimidir. Umutsuzluk düşünceyle ne kadar çok donanırsa, o kadar az görülür veya o kadar az rastlanır. İnsanların çoğunluğunun umutsuzluklarının derinliklerine fazla inmedikleri doğru olsa da bu, hiç umutsuz olmadıklarını göstermez. Yaşamlarında tinsel bir amaç olan kişiler çok enderdir! Bunu deneyenler çoktur ve bunların içinde bu amacı terk etmeyen çok azdır! Ne tedirginliği ne de gerekleri öğrenmemiş oldukları için geri kalan her şey onlara önemsiz, hatta sonsuz derecede önemsiz gelmektedir. Aynı zamanda ruhundan kuşku duymanın ve tin olmak istemenin -onların gözünde bu bir çelişkidir ve çevrelerinin aynası bu çelişkiyi apaçık hâle getirmektedir -dünya için bir zaman savurganlığı olduğu ve bunun yasalarca cezalandırılmasının gerektiği veya en azından insanlığa karşı bir ihanet ve çılgın bir yokluğun zamanını dolduran saçma bir meydan okuma olarak küçümsenmesi veya alaya alınmasının gerektiği, özrü olmayan bir savurganlık olduğu düşüncesine katlanamaz bunlar. Böylece yaşamlarının içine bir-an doğar ve maalesef bu an en iyi-sidir! Bu anda en azından içsel bir doğrultuya saparlar, yol onlara ıssız bir çöle götürüyormuş gibi gelir… “ve her tarafta güzel ve yeşil bir otlak bulunmaktadır”. Böylece buna kendilerini bırakırlar ve maalesef en güzel zamanları olan bu zamanı hemen unuturlar ve bu zaman sanki bir çocukmuş gibi akılarından çıkar. Bunlar üstelik papazlarca kurtuluş konusunda ikna edilmiş Hıristiyanlar -dır. Bilindiği gibi bu umutsuzluk en yaygın olanıdır; o kadar yaygındır ki umutsuzluğun yalnızca gençlere özgü bir şey olduğu ve yaşamın en üst noktasına ulaşmış olgun insanda hiçbir şekilde bulunmaması gerektiği yolundaki genel kanıyı tek başına açıklar. Bu, insanların çoğunun, tüm yaşamları boyunca çocukluk ve gençlik dönemlerini pek fazla aşamadıklarını görmeyen -evet görmeyen, oysa görülmeyen şeyin insanlar için söylenebilecek neredeyse en iyi şey olduğunu anlamamak daha da kötüdür- ve bu nedenle aldanan umutsuz bir görüştür: Bu yaşam, bir parça kendi üzerinde düşünce ile bezenen doğal bir yaşamdır. Hayır, umutsuzluk sadece gençlerde bulunan ve “büyürken kaybedilen yanılsama gibi” büyürken bizi terk eden bir şey değildir. Çünkü yaptıklarını düşünecek kadar aptal olsalar bile bu tam da yapamadıkları şeydir. Aksine, bir genç kadar çocuksu yanılsamalarla dolu bir sürü erkek, kadın ve yaşlı insan vardır. Aslında biri umudun, diğeri de hatıranın olmak üzere iki tür yanılsamaya maruz kalınmaktadır. Gençlerin umut yanılsaması, yaşlı insanların anı yanılsaması vardır; ama aynı zamanda yaşlı insanlar bu anı yanılsamasının kurbanı oldukları için bundan yalnızca umut biçimi taşıyan bir fikir oluştururlar. Doğal olarak onları rahatsız eden, bu fikir olmayıp oldukça gülünç olan şu fikirdir: Sözde üstün ve yanılsa-masız bir görüş açısından bakarak gençlerin yanılsamalarını küçümsemek. Gençlik, kendinin ve yaşamın olağanüstülüğünü beklerken yanılsamanın içinde yaşar; buna karşın yaşlılarda yanılsama, çoğu zaman gençliklerini anımsama biçimlerindedir. Yaşı nedeniyle yanılsamadan kurtulmuş olması gereken bir genç kız kadar düşsel yanılsamaların içinde yüzer, anı olarak da genç kızlık yıllarında çok mutlu, çok güzel olduğunu düşünür. Yaşlıların çok söz ettikleri bu geçmiş, gençlerin geleceğe dönük yanılsaması kadar büyük bir yanılsamadır; her ikisinde de yalan veya şiir vardır.
Ama çok mutsuz olan bir yanlışlık da umutsuzluğun yalnızca gençlere özgü olduğunu düşünmektir. Ve genel olarak -zihnin yapısını yanlış olarak anlamaktan ve üstelik insanın yalnızca basit bir hayvansı yaratık olmayıp ayrıca bir zihin de olduğunu bilmemekten başka- inancın ve bilgeliğin yıllarla birlikte dişlerin, sakalın çıkması gibi yavaş yavaş kendiliğinden oluştuğunu düşünmek ne aptallıktır. Hayır, insanlar kaçınılmaz olarak nereye varırsa varsın ve başlarına ne gelirse gelsin, tek bir şey yazgının dışında kalır: inanç ve bilgelik. Çünkü zihin söz konusu olduğunda, basit kadercilik kesinlikle insana hiçbir şey getirmez, zihnin kendinden daha acımasız bir düşmanı yoktur; ama aksine yıllar geçtikçe yitirilmesi bundan daha kolay olan hiçbir şey de yoktur. Belki de yıllarla birlikte sahip olunan bir parça içsellik, bir parça tutku, duygu, hayal de öylece uçup gider ve yaşamı öylece (çünkü bu tür şeyler öylece oluşurlar) anladığını zanneden bayağılığın bayrağı altında dizilinilir. İnsan, tabii ki yıllara bağlı olan bu düzelme durumuna kendi umutsuzluğu içinde bir iyilik olarak bakar ve hiçbir zaman umutsuzluğa düşme fikrine sahip olmayacağı konusunda kolayca emin olur (ve yerici bir anlamda, hiçbir şey bundan daha kesin değildir); hayır! Tinsel yokluk olan bu umutsuzluğun içinde kalarak kendini korumuştur. Aslında Sokrates, insanı tanımamış olsaydı gençleri sever miydi?
Ve bir insanın zamanla en basit umutsuzluğa batması her zaman gerçekleşmezse bu, umutsuzluğa düşmenin yalnızca gençlere özgü olduğu anlamına mı gelir? Gerçekten yaşla gelişen ve ben’inin derin bilincini olgunlaştıran insan belki de umutsuzluğun üst bir biçimine ulaşabilir. Ve eğer yaşamı boyunca sadece vasat gelişmeler kaydederse, saf ve basit bayağılığın içine batmadan insanda, babada ve yaşlıda genç bir insan varlığını sürdürürse, her zaman gençliğin vaat ettiklerinden birazını korursa, her zaman geçiciden veya geçici bir şeyden, bir genç gibi umutsuzluğa düşme riskini taşır.
Eğer yaşlı bir insanın umutsuzluğu ile genç bir insanın umutsuzluğu arasında fark varsa bu, ancak ikincil niteliklidir ve tamamen rastlantısaldır. Genç gelecekten; gelecekteki bir şimdi gibi umutsuz olur; gelecekte, yüklenmek istemediği ve bunun aracılığıyla kendi…..olmak istemediği bir şey vardır.. Yaşlı insan geçmişten, geçmiş gibi sürmeyen geçmişteki bir şimdi gibi umutsuz olur; çünkü umutsuzluğu tam bir unutuşa kadar gitmez. Bu geçmiş olgu belki de pişmanlığının hissedilmesi gerektiği bir şey bile olabilir. Ama pişmanlık olabilmesi için öncelikle umutsuz olmak ve sonuna kadar verimli bir biçimde umutsuz olmak gerekir ve böylece tinsel yaşam derinliklerden ortaya çıkabilecektir. Ama umutsuz insanımızın şeylerin böyle bir karara kadar gitmesine izin verecek cesareti yoktur. Ve orada kalır ve hâlâ umutsuz olarak, unutuşun gücü ile kötülüğü iyileştirmeyi ve böylece tövbe eden yerine yataklık eden olmayı başaramayıp daha da umutsuzluğa kapıldıkça, zaman geçer. Ama insan ister yaşlı, ister genç olsun temelde umutsuzluk aynıdır, umutsuzluğu daha yüksek bir biçime değin…..yoğunlaştıran veya inanca götüren sonraki bir savaşımı olanaklı kılan bilinç olarak ben içindeki sonsuzluğun dönüşümü başarılamaz..
Bu durumda buraya kadar özdeş bir biçimde kullanılan şu iki terim arasında temel bir fark yok mudur: Geçici olanın umutsuzluğu (bütünselliği belirten) ve geçici bir şeyin umutsuzluğu (ayrık bir olayı belirten)? Tabiî ki vardır. Ben imgelemin içindeki sonsuz bir tutkuyla geçici bir şeyden umutsuzluğa düştüğü an, sonsuz tutku bu ayrıntıyı, bu bir parça şeyi, bütünsel geçicilikle kapatıncaya kadar yükselir, yani bütünlük fikri umutsuz kişide vardır ve o kişiye bağlıdır. Geçici olan (bu özelliğiyle) tam da bu özel olayda kaybolan şeydir. Gerçekte, tüm geçiciyi kaybetmek veya ondan yoksun kalmak olanaksızdır, çünkü bütünlük bir kavramdır. 0 hâlde ben, öncelikle gerçek kaybedişi sonsuza kadar geliştirir ve daha sonra bütünsel geçicilikten umutsuzluğa düşer. Ama bu farklılık (tüm geçici olandan umutsuzluğa düşme ile geçici bir şeyden umutsuzluğa düşme arasında) tüm değeriyle sarılmak istenirse hemen ben’in bilincine temel bir gelişim sağlanmış olur. Geçicinin umutsuzluğunun bu formülü böylece umutsuzluğun daha sonraki formülünün ilk anlatımına dönüşür.
Sören Kierkegaard
Ölümcül Hastalık Umutsuzluk