1) Kurban etmenin yanıtladığı zorunluluk ve kurban etme ilkesi
Şeyler dünyasından, çiftçi ve yetiştirici ile birlikte bitkiyi ve hayvanı çekip çıkarmak için ilk ürünler tanrılara sunulur ve bir hayvan kurban edilir.
Kurban etmenin ilkesi öldürmedir ama bazen tam olarak öldürmeye kadar gitse bile (soykırımda olduğu gibi), kurban etmenin gerçekleştirmek istediği öldürme yoketme değildir. Kurban etmenin kurbandan yoketmek istediği şeydir -yalnızca şeydir. Kurban etme bir nesnenin gerçek boyun eğme bağlarını yokeder, kurbanı faydalılık dünyasından çekip çıkarır ve onu kurban edeceği dairenin içine girdiği zaman, insana kapalı olan ve ona hiçbir şey ifade etmeyen ve dışarıdan tanıdığı- şeyler dünyasından, şehvetsel yanışta kadının olması gibi ona içkin, içten, bilinen olan dünyaya geçer.
Bu, çalışmaya boyun eğişte olduğu gibi, kendi açısından kendi özünden ayrılmaktan kurtulduğunu varsayar. Kurban edici ile şeyler dünyasının birbirlerinden önceden ayrılışı, içtenliğin ve insan ile dünya ve özne ile nesne arasındaki içkinliğin geri gelmesi için gereklidir. Kurban edici, şeyler dünyasından kopmak için kurban etmeye gereksinimi vardır ve eğer kurban edici önceden kopmadıysa, kurban da şeyler dünyasından kopamaz. Kurban eden şöyle konuşur ‘Öz olarak, ben, kadınımın arzularıma ait olması gibi, tanrıların ve mitlerin dünyasına, şiddetli ve hesapsız cömertliğin dünyasına aitim. Kurban, seni, içinde bulunduğum ve içten yapının dışında bir anlamı olduğu için yalnızca bir şeye indirgenebildiğin bu dünyadan çekip çıkarıyorum. Seni tanrısal dünyanın, olan her şeyin derin içtenliğine kavuşturuyorum.’
2) Tanrısal dünyanın gerçek-dışılığı.
Tabii ki, bu bir monologdur ve kurban bunları ne duyabilir, ne de bunlara yanıt verebilir. Bunun nedeni, kurban etmenin öz olarak gerçek ilişkilere sırtını dönmesidir. Bu ilişkileri hesaba katsaydı, ayrık gerçekliği kuran bu şeyler dünyasının tam zıttı olan doğasından yoksun kalırdı. Onun nesnel gerçekliğini yadsımadan şey olarak hayvanı yokedemezdi. Kurban etme dünyasına çocuksu nedensizliğini veren şey budur. Ama aynı zamanda hem gerçekliği kuran değerleri yoketmek ve hem de onun sınırlarını kabul etmek mümkün değildir. İçkin içtenliğe dönüş bulanık bir bilince yolaçar bilinç, karışık bir algının dışında, katılıma dayanan bir düşüncenin her zaman gerçek-dışı olan imgelerinin dışında, bu şekliyle doğrudan kavranan nesnelerin konumuna bağlıdır.
3) Ölümün ve kurban edişin biraraya gelişi.
Kurban etmenin çocuksu bilinçaltı o kadar uzağa gider ki ölüme götürme burada sefil bir biçimde bir şey konumuna indirgenmiş olan hayvana yapılan hareketin bir onarılması biçimi olarak ortaya çıkar. Doğrusu, ölüme götürme mutlaka gerekli değildir. Ama gerçek düzenin en büyük reddi, mitsel düzenin ortaya çıkmasına en uygun olandır. Diğer taraftan, kurban etme biçimindeki öldürme bir alt-üst ediş yoluyla yaşamın ve ölümün dayanılmaz çelişkisini çözümler. Aslında, ölüm içkinliğin içinde hiçbir şeydir ama hiçbir şey olmaması nedeniyle hiçbir zaman bir varlık ölümden gerçekte kopamaz. Ölümün anlamının olmaması, onunla yaşam arasında fark ve ölüme karşı ne kaygı, ne de savunma olmaması nedeniyle ölüm dirence neden olmadan her şeyi ortadan kaldırır. Sürenin artık değeri kalmamıştır veya yalnızca korkunun hastalıklı zevkini doğurmak için vardır. Tam aksine, şeyler dünyasının özneye göre bir anlamda aşkın olan nesnel konumu temel olarak süreye sahiptir aslında bir şeyin, nesne olarak oluşmasının amacı olan daha sonraki bir zamanı ortaya koyma koşuluyla ayrık konumu ve anlamı vardır. Nesne ancak süre onun içinde kavrandıysa işlemsel bir güç olarak tanımlanır. Besin veya yakıt gibi tüketildiyse, yiyen kişi veya imal edilen nesne bunların değerini sürenin içinde kömürün veye ekmeğin sürebilen amacı olarak korurlar. Gelecekteki zaman bu gerçek dünyayı o kadar iyi kurar ki ölümün burada artık yeri kalmaz. Ama tam da bu nedenledir ki ölüm bu dünyada herşeydir. Aslında, insanın bu dünyaya aidiyeti ölümlü olduğu sürece bir şey olarak bedenin durumuna bağlanmalına rağmen ölüme bir gerçekdışılık özelliğini vermek şeyler dünyasının zayıflığıdır (çelişkisidir).
Doğrusu bu yüzeysel bir görüntüdür. Şeyler dünyasında yeri olmayan, gerçek dünyada gerçek-dışı olan şey gerçek- dışıdır, tam olarak ölüm değildir. Aslında ölüm gerçeklik yalanına ihanet eder. Bu ihaneti, yalnızca süre yokluğunun gerçekliği yalanla buluşturmasında değil aynı zamanda ve özellikle ölümün büyük olumlayıcı ve yaşamın hayranlık uyandıran çığlığı olmasında yapar. Gerçekçi düzen, ölçüsüz şiddetin şeylerin sabitliği için bir tehlike olduğu ve ancak ölümde tam olarak ortaya çıkan içkin yaşamın olumlanmasına göre ölüm olan gerçekliğin yadsınmasını daha az reddeder. Gerçekçi düzen bu yaşamı yoketmek -nötralize etmek- ve onun yerine çalışma toplumunun içinde birey olan şeyi koymak zorundadır. Ama bu düzen, yaşamın ölümün içinde yokolmasının, bir şey olmayan yaşamın görünmez parıltısını ortaya çıkarmasını önlemekten başka bir şey yapamaz. Ölümün gücü, bu gerçekçi dünyanın yaşamdan yalnızca nötr bir görüntü alması ve içtenliğin burada köredici yakıp küledeciliğini ancak kendisi olmadığı anda ortaya çıkardığı anlamına gelir. Hiç kimse ölümün varolduğu zaman onu bilmiyor, o halde ölüm gerçek şeylerin yararına gözardı edilmiştir ölüm diğer şeyler gibi gerçek bir şeydi. Ama ölüm birdenbire gerçek toplumun yalan söylediğini gösteriyor. O halde gözönüne alan şeyin, faydalı üyenin kaybı değildir. Gerçek toplumun kaybettiği şey, bir üye değil kendi gerçeğidir. Tam olarak bana ulaşma gücünü kaybeden ve özden bir şey olarak ele aldığım bu içten yaşamı tam olarak duyarlılığıma veren şey yokluktur. Ölüm yaşamı doluluğu içinde ortaya çıkarır ve gerçek düzeni yıkar. Bu gerçek düzenin artık olmayan şeyin süresinin gereksinimi olmasının artık çok az önemi vardır. Bir unsur kendi gerekirliliğinden kaçındığı an, yanıltılan ve acı çeken bir bireylik yoktur bu bireylik, gerçek düzende, bir defada tamamen yokolmuştur.
O artık sözkonusu değildir ve ölümün gözyaşlarının içinde getirdiği şey, içten düzenin faydasız tüketimidir.
Ölümü üzüntüye bağlayan şey, saf bir kanıdır. Canlıların, onun gelişine karşılık olan gözyaşları, sevince zıt bir anlama sahip olmaktan uzaktadırlar. Gözyaşları, acı verici olmaktan uzakta, içtenliği içinde kavranan ortak yaşamın derin bir bilincinin ifadesidirler. Bu bilincin hiçbir zaman, ölümde veya basit ayrılışta olduğu gibi yokluğun birdenbire varlığı izlediği andaki kadar derin olmadığı doğrudur. Ve bu durumda avuntu, (gizemcilerin ‘avuntuları’ndaki sözcüğün güçlü anlamında) bir anlamda sürüp gitmeyeceği olgusuna acı bir biçimde bağlanır, ama parıltısının gözleri körettiği şeylerin bir özünü keşfeden, tam da sürenin ve kendisiyle birlikte nötr davranışların yokoloşudur (diğer bir anlatımla, süre gereksiniminin yaşamı bizden gizlediği ve ilke olarak yalnızca süre olanaksızlığının bizi özgürleştirdiği doğrudur). Diğer durumlarda gözyaşları aksine, gelecekteki bir zaman kaygısının çok ötesinde, her zaman anlamsız bir biçimde pek sevindiğimiz şansa ve umulmayan bir zafere karşılıktırlar.
4) Kurban etmenin tüketimi.
Genelde ölümün sahip olduğu güç, kurban etmenin kaybedilen bir değeri bu değerin terkedilişi aracılığıyla geri vermesi olgusunda ölüm gibi işlem gören kurban etmenin anlamını aydınlatır. Ama ölüm kurban etmeye zorunlu olarak bağlı değildir ve en gösterişli kurban etme kanlı olmayabilir. Kurban etmek öldürmek değildir, ama terk etmektir, vermektir. Öldürme derin bir anlamın sergilenişinden başka bir şey değildir. Önemli olan, içinde bir kaynak tüketiminin sürme zorunluluğuna bağlandığı sürebilen bir düzenden koşulsuz bir tüketimin şiddetine geçmektir; önemli olan, gerçekliği hiçbir zaman anlık değil de uzun vadeli bir işlemden doğan bir gerçek şeyler dünyasından -yaratan ve koruyan (sürebilen bir gerçeklik yararına yaratan) bir dünyadan- çıkmaktır. Kurban etme, gelecek için yapılan üretimin antitezidir, yalnızca o an için yararı olan bir yoketmedir. Kurban etme bu anlamda armağan ve terketmedir, ama verilen şey armağanı veren için korunacak bir nesne olamaz bir armağanın verilişi onu tam da hızlı yokediş dünyasının içine geçirir. Bu, kutsal özü ateşle karşılaştırılabilen ‘tanrısallığı kurban verme’nin anlamıdır. Kurban etmek fırına kömür atmak gibidir. Ama fırının genelde, kömürün bağımlı olduğu kömürün boyun eğdiği tartışılmaz bir faydası varken kurban etmede, sunulan armağan her türlü faydadan yoksundur.
Kurban etmenin kesin anlamı buradadır hizmet veren şey kurban edilir, lüks nesneler kurban edilmezler. Eğer armağan baştan yokedilmişse, burada kurban etme olamaz. Oysa, lüks, imal etme çalışmasını baştan faydadan yoksun kılarak çoktan bu çalışmayı yoketmiştir, onu faydasız bir gururun içinde saçıp savurmuştur, hatta anında onu kesin olarak kaybetmiştir. Lüks bir nesneyi kurban etmek aynı nesneyi iki kez kurban etmek olacaktı.
Ama önceden içkinlikten çekip çıkartılmamış, ona hiçbir zaman ait olmamış olarak, ikincil derecede köleleştirilmemiş, evcilleştirilmemiş ve şeye indirgenmemiş şey olan da artık kurban edilemez. Kurban etme, hayvanlar, bitkisel maddeler gibi tin olabilecek ama şeyler haline gelmiş ve kaynaklandıkları içkinliğe, kaybedilen içtenliğin belirsiz alanına geri verilmesi gereken nesnelerle olur.
5) Birey, korku ve kurban etme.
İçtenlik gidimli olarak açıklanamaz. Yuvalarından fırlamış şişkinlik, dişlerini sıkarak patlayan ve ağlayan kötülük; nereden geldiğini, nereye gittiğini bilmeyen kayış; karanlıkta avazı çıktığı kadar şarkı söyleyen korku; beyaz gözlü solgunluk, hüzünlü yumuşaklık, öfke ve kusma… hepsi de kaçamaktırlar.
Güçlü anlamıyla içten olan, bir bireysellik yoksunluğunun coşkusuna, bir ırmağın kavranılamayan uyumuna, göğün boş saydamlığına sahip olandır bu da hala temelin eksik olduğu olumsuz bir tanımdır.
Bu önermeler ulaşılamaz uzaklıkların belirsiz değerine sahiptir ama buna karşılık eklemlenen tanımlamalar ormanın yerine ağacı, eklemlenmişin yerine ayrık eklemlemeyi koymaktadır.
Bununla birlikte eklemlemeye başvuracağım.
Paradoksal olarak, içtenlik şiddettir ve yoketmedir çünkü içtenlik ayrık bireyin konumu ile bağdaşmaz. Kurban etme işlemi içinde birey betimlenirse, korku aracılığıyla tanımlanır. Ama kurban etme korkutucuysa, bunun nedeni bireyin burada payı olmasıdır. Birey onu içkinliğe (içtenliğe) veren ani hareketin içindeki kurbanla özdeşleşir ama içkinliğin geri dönüşüne bağlanan özümseme, kurban edenin birey olması gibi kurbanın şey olması olgusuna dayanır. Ayrık birey şeyle aynı yapıdadır veya daha doğrusu onun bireyselliğini ortaya koyan kişi olarak sürme kaygısı, şeyler dünyasındaki varlığın bütünlüğüne bağlıdır. Diğer bir anlatımla, çalışma ve ölüm korkusu birbirlerine bağımlıdırlar, birincisi şeyi içerir ve bunu tersi de doğrudur. Bir dereceye kadar korkunun şeyi olmak için çalışmak gerekli değildir insan, kavrayışının onu çalışmanın sonuçlarına bağladığı ölçüde bireyseldir. Ama insan zannedildiği gibi bir şey değildir çünkü korkar. Eğer birey olmasaydı korkusu olmazdı ve korkusunu besleyen şey, öz olarak birey olmasıdır. Bu, şeyin gereksinimine yanıt vermek içindir, şeyler dünyası süresinin, değerinin, doğasının temel koşulu olarak koyduğu ölçüde korkuyu öğrenir. Şeylerin düzeni olan tasarıların yapımına girdiği andan itibaren ölümden korkar. Ölüm şeylerin düzenini bozar ve şeylerin düzeni bizi tutar. İnsan, şeylerin düzeni ile uyum içinde olmayan içten düzenden korkar. Yoksa kurban etme olamazdı ve aynı zamanda insanlık da olmazdı. İçten düzen yok etmenin ve bireyin kutsal korkusunun içinde ortaya çıkmazdı. Orada doğrudan doğruya değil de yapısı içinde (yapıyı oluşturan tasarılar içinde) bitti bitecek bir şey arasında olmak içindir ki bireyin titremesi içinde, içtenlik azizdir, kutsaldır ve korkuyla kuşatılmıştır.
6) Şenlik
Kutsal, sürmek için şeylerin düzeninin zincirlediği ve zincirlemenin zincirden boşanmaya, diğer bir anlatımla şiddete dönüştürdüğü, yaşamın bu savurgan kaynaşmasıdır. Kutsal, ara vermeden, engelleri yıkacakmış ve üretici etkinliği saf gururun yanıp tükenmesinin hızlı ve bulaşıcı hareketi ile karşı karşıya getirecekmiş gibi görünüyor. Kutsal, tam olarak, ormanı yakıp kül ederek yokeden alevle karşılaştırılabilir. Bu, sınırsız yangın olan bir şeyin zıttıdır, yayılır, ısıyı ve ışığı saçar, tutuşturur ve kör eder. Kurban etme, gözlerimizin parıltısına dayanamadığı, savurgan parıldamadan yavaşça ölen güneş gibi yakar, ama kurban etme hiçbir zaman yalnız değildir ve bireylerin dünyasında, bireylerin genel yadsımasını özendirir.
Tanrısal dünya bulaşıcıdır ve bulaşıcılığı tehlikelidir. İlke olarak, kurban etme işleminde bulunan şey, yıldırımın oyunun içine girmesi gibidir ilke olarak yakıcılıkta sınır yoktur. İnsansal yaşam buna uygundur ve hayvansallık uygun değildir; bu, gözyaşlarında çok dokunaklı ve korkunun itiraf edilemeyen zevkinde çok güçlü olan hayvansallığın fışkırmasını düzenleyen içkinlikle zıtlaşan dirençtir. Ama eğer kendini doğrudan içkinliğe terketseydi, insan insanlığın gereğini yapamazdı. İnsanlığı yalnızca onu kaybetmek üzere gerçekleştirirdi ve uzun süreçte yaşam hayvanların uyuşuk içtenliğine geri dönerdi. Bir şey olmadan insan olmanın ve hayvansal uykuya geri dönmeden şeylerin sınırından kurtulmanın olanaksızlığı tarafından ortaya konan sürekli sorun, şenliğin sınırlı çözümünü bulur.
Şenliğin ilk devinimi temel insanlığın içinde verilmiştir ama bir fışkırmanın bütünlüğüne ancak kurban etmenin korkulu yoğunlaşması onun zincirlerinden kurtarırsa ulaşır. Şenlik, bulaşıcı armağanın tüketiminin, zıt anlamlı bir bilgelik tarafından sınırlandırılmış bir tutuşmaya açtığı insanları biraraya getirir bu, şenlikte patlayan bir yoketme özlemidir ama onu düzenleyen ve sınırlandıran koruyucu bir bilgeliktir. Bir taraftan, tüm tüketme olanakları birleşmişlerdir dans ve şiir, müzik ve çeşitli sanatlar şenliği görkemli bir boşalmanın yeri ve zamanı yapmaya katkıda bulunurlar. Ama korkunun içinde uyanık olan bilinç, boşalıma uyum sağlamadaki ve bu boşalımı -öz olarak zincirlenmiş ve kendiliğinden kötürümleşmiş- şeyler düzeninin gereksinimine bağımlı kılmadaki bir güçsüzlük tarafından yönlendirilen bir altüst oluş içinde dışarıdan bir uyarı almaya itilir. Böylece şenliğin boşalımı sonuçta, zincirlenmemişse de, en azından yadsıması olduğu bir gerçeklikle sınırlanmış olur. Şenlik ancak kutsal-dışı dünyanın gerekliliklerini koruduğu ölçüde kabul edilir.
7) Şenliğin sınırlandırılması, faydacı yorumu ve topluluğun konumu.
Şenlik insan yaşamının kaynaşmasıdır. Şenlik şey ve birey için, içindeki ayırımların içten yaşamın yoğun ısısında eriyip yokolduğu kaptır. Ama içtenliği, dinsel törenlerin içindeki bütünlüğün gerçek ve bireyselleşmiş konumu içinde çözülür. Şenlik, gerçek bir topluluk, bir şey gibi verilen toplumsal bir olgu, geleceği amaçlayan ortak bir işlem için sınırlandırılır faydalı yapıtların zincirindeki bir halka olarak bütüne katılmıştır. Şenlik, sarhoşluk, kaos, alem olarak sınırda olduğu şeyi, bir anlamda içkinliğin içinde boğar; o halde şenlik tinlerin melez dünyasının sınırlarını aşar, ama törensel hareketleri ancak tinlerin aracılığıyla içkinlik dünyasının içine kayar. Şenlikle coşkuya kapılanlara, kurbanın sunulduğu kişilere ve kurbanların verildiği kişilerin içtenliğine, şeyler olduğu gibi, işlemsel bir güç atfedilmiştir. Sonunda şenliğin kendisi işlem olarak ele alınmıştır ve etkinliğinden kuşku duyulmamıştır. Tarlaları ve sürüleri dölleme ve üretme olanağı, en az kölece olan işlemlerinin amacının, tanrısal dünyanın korkunç şiddetine büyük yarar sağlamak olduğu, dinsel törenlere verilmiştir. Her şeye rağmen, olumlu açıdan döllemede, olumsuz açıdan Tanrı kabulünde, topluluk öncelikle şey olarak -süre için belirlenmiş bireysellik ve ortak yapıt olarak- şenliğin içinde ortaya çıkar. Şenlik içkinliğe gerçek bir dönüş olmayıp uyuşmaz zorunluluklar arasındaki dostça ve korkuyla dolu bir uzlaşımdır.
Tabii ki, şenlikteki topluluk yalnızca bir nesne olarak (bir özne-nesne olarak) ortaya konmuştur ama konumunun şenliğin içkinliğine konan bir sınırın özelliğine sahiptir ve bu nedenle, şey tarafı vurgulanmıştır. Hala şenlik yoksa veya artık yoksa, topluluğun şenlikle olan bağı, temel amaçları çalışmanın üretimleri, ürünler ve sürüler olan işlemsel biçimlerin içinde verilmiştir. Güncel olarak şenliğin ne olduğunun (şenliğin boşalma anında ne olduğunun) açık bilincine sahip değiliz ve şenlik ancak topluluğun süresiyle bütünleştiğinde açık olarak bilincin içine yerleşir. Bunun nedeni, şenliğin (tutuşturucu kurban etmenin ve yangının) sürmesinin kendiliğinden engelleyen ortak şeyin bu süresine bilinçli olarak bağımlı olmasıdır, ama bu, şenliğin imkansızlığını ve açık bilince bağlı insanın sınırını aşağı yukarı gösterir.
Şenlik insanı içkinliğe vermek için olur ama geriye dönüşün koşulu bilincinin bu güçsüzlüğü nedeniyle mümkün olmuştur. Dinin temel sorunu şenliğin bu kaçınılmaz bilgisizliği içinde verilmiştir. İnsan, karanlık bir şekilde belirsiz içtenlik olduğu şeyi kaybeden veya hatta fırlatıp atan varlıktır. Bilinç, eğer rahatsız edici içeriklerine sırtını dönmemiş olsaydı uzun sürede açık hale gelemezdi, ama açık bilinç kendisinin gizlediği şeyin arayışı içindedir ve bu şeye yaklaştığı ölçüde onu yeniden gizlemek zorundadır. Tabii ki sakladığı şey kendinin dışında değildir, Nesnelerin açık bilincinin sırtını döndüğü şey, bilincin karanlık istencidir. Özü kaybedilen içtenliği aramak olan din, tam olarak kendinin bilinci olmak isteyen açık bilincin çabasına bağlanmaktadır ama bu çaba faydasızdır çünkü içtenlik bilinci ancak bilincin, artık, sonucunun süreyi içerdiği bir işlem olmadığı seviyede yani işlemin sonucu olan açıklığın artık verilmediği seviyede mümkündür.
8) Savaş : şiddetin boşalımı yanılsamaları,
Şenliğin kaynaştırmasının kurduğu bir toplumun bireyselliği, öncelikle, kurban etmeyi şeyler dünyası ile birleştiren gerçek yapıtların -tarımsal üretimin- düzlemi üzerinde ortaya konur. Ama bir grubun birliği bu şekilde dışarıdaki şiddeti yönetme gücüne sahip olur.
Dışsal şiddet açıkça ilke olarak kurban etmeyle veya şiddetinin içeride yıkımlarını uyguladığı şenlikle zıtlaşır. Yalnızca din canlandırdığı şeylerin öz yapısını yokeden bir yanıp kül olmayı sağlar. Silahlı eylem bir grubun içinde zaten bireysel olarak da gerçekleşebilir ama oluşturulan grup bu eylemi dışarıya uygular ve böylece eylem sonuçlarını geliştirmeye başlar.
Öldürücü çarpışmalardaki, katliamlardaki ve yağmalardaki silahlı eylemin, düşmanın bir şey olarak değerlendirilmemesi olgusuyla, şenliklerin anlamına yakın bir anlamı vardır. Ama savaş bu patlayıcı güçlerle sınırlı değildir, kurban etme gibi kaybedilen içtenliğe bir dönüş amacıyla yönlendirilen yavaş bir eylem değildir. Savaş, dışarıya olan yönünün, savaşçıdan ulaştığı içkinliği gizleyen düzensiz bir fışkırmadır. Ve savaş eyleminin, kendi yöntemiyle, bireyi kendi öz yaşamının değerini yadsınmasını oyunun içine sokarak yoketmeye yöneldiği doğruysa da, daha sonra aksine, bireyi bu oyunun hayatta kalan yararlanıcısı haline getirerek onu vurgulamaktan kaçınamayacaktır.
Savaş, bireyin gelişimini, savaşçının gururlu bireyselliği içinde birey-şeyin ötesinde belirler. Gururlu birey, bireyselliğin ilk bir yadsınması yoluyla, tanrısal düzeni, (şeylerin düzenini temel bir biçimde dile getiren) bireyin kategorisinin içine sokar. Gururlu birey, sürenin yadsınmasını sürekli hale getirme konusunda çelişkili bir istence sahiptir. Böylece gücü bir açıdan yalan söyleme gücüdür. Savaş gözüpek bir ilerlemeyi temsil eder ama bu ilerleme düşük niteliklidir bireyin çok fazla değer verdiği şeye kayıtsız olması ve hiçbir şey olarak değerlendirilmekten gurur duyması için güç kadar saflık -veya aptallık- gerekmektedir.
9) Savaşların zincirden boşalımının “insan-mala” indirgenmesi.
Bu yalancı ve yüzeysel özelliğin ağır sonuçları vardır. Savaş hesapsız yıkım biçimleriyle sınırlı değildir. Savaşçı, kapalı bir biçimde, çalışmanın çıkarcı davranışını dışlayan bir eğilimin bilincini korurken benzerini köleliğe indirger. Böylece şiddeti, insanın şeylerin düzenine en tam indirgenişine bağımlı kılar. Kuşkusuz savaşçı indirgemenin öncüsü değildir. Esiri bir şey haline getiren işlem çalışmanın ön kurumunu varsayıyordu. Ama özgür işçi, bir süre için isteyerek getirdiği esir, indirgemenin sonuçlarını tam olarak alır. (Hatta kölelik olmadan şeyler dünyasının bütünlüğüne kavuşamayacağını da belirlemek gereklidir.) Böylece savaşçının sıradan bilinçaltısı, temel olarak, gerçek düzenin bir üstünlüğünün anlamı içinde rol oynar. Savaşçının kabullendiği kutsal saygınlık, derin olarak faydalılığın ağırlığına indirgenmiş bir dünyanın aldatıcı görünüşüdür. Bu, savaşçının, fahişenin gülümseyişi gibi özü çıkar olan asaletidir.
10) İnsansal kurban etme.
Kölelerin kurban edilmeleri hizmet edenin kurban edilmeye adandığı ilkesini açığa çıkarmaktadır. Kurban etme, hizmetinin insansal düzenin alçalmasını vurguladığı köleyi, zincirden boşalımın zararlı içtenliğine teslim eder.
Genel olarak, insansal kurban etme, ölçüsüz bir şiddetin hareketini gerçek düzenle ve süreyle karşı karşıya getiren bir tartışmanın acı bir anıdır. Bu, faydalılığın önceliğinin en köklü inkarıdır. Bu aynı zamanda içsel şiddetin bir boşalımının en yüksek derecesidir. Bu kurban etmenin kasıp kavurduğu toplum, temel olarak, iki şiddet arasındaki bir dengesizliğin reddettiğini onaylar. Yıkıcı güçlerini dışarıya boşaltan kişi kaynaklarını esirgeyemez. Düşmanı esirliğe indirgerse, onun gözalıcı bir biçimde bu yeni zenginlik kaynağından görkemli bir kullanım oluşturması gerekir. Kendisine hizmet eden bu şeyleri kısmen yoketmesi gerekir çünkü öncelikle mitsel düzenin tüketim gereksinimine yanıt vermek zorunda olmayan bir şeyin onun için hiçbir faydası yoktur. Böylece yoketmeye doğru olan sürekli bir aşım, grubun bireysel konumunu onayladığı sırada onu yadsır.
Ama bu tüketim gereksinimi onun malı ve şeyi olduğu sürece köleye dayanır. Bu gereksinim, nesnesi dışarısı, düşmanı olan şiddet hareketleriyle karıştırılmamalıdır. Bu açıdan, bir kölenin kurban edilmesi, saf olmaktan uzaktır. Bir anlamda savaşçı çatışmayı uzatır ve kurban etmenin özü olan içsel şiddet bu çatışmanın içinde tatmin olmaz. Yoğun tüketme tepede, artık yalnızca bir halkın faydalı zenginliği olmayıp aynı zamanda halkın kendisi olan kurbanları gereksinir. En azından bunlar, halkı gösteren ve bu kez, kutsal dünyadan uzaklaşmayla -çöküntüyle- değil, tam aksine (ölümleri sonunda bir kurban edilişin iki kez tamamlanışını gerçekleştiren) hükümdar veya çocuklar gibi istisnai bir yakınlıkla kurban etmeye adanan unsurlardır.
Yaşamsal özü tüketme isteğinde daha fazla ileri gidilemez. Hatta bundan daha sakınımsızca gidilemez. Bu kadar yoğun bir tüketme hareketi daha büyük bir huzursuzluk yaratarak bir huzursuzluk duygusuna yanıt verir. Bu, bir dinsel sistemin doruğu değildir, bu daha çok bu sistemin kendini mahkum ettiği andır; eski biçimlerin erdemlerinden bir kısmını kaybettikleri sırada, dinsel sistem ancak aşırıklıklarla, çok fazla zahmetli olan buluşlar tutunabilir. Çok sayıdaki belirti, bu vahşi gereksinimlere çok zor katlanıldığını göstermektedir. Aldatmaca kralın yerine, kendisine geçici bir krallık verilen köleyi koymaktadır. Tüketmenin üstünlüğü askeri gücün üstünlüğüne karşı koyamaz.
Georges Bataille
Kaynak: Din Kuramı
İnsanlaşma Sürecinde Din’in Oluşumu [Çeviren : M. Mukadder Yakupoğlu]