ADORNO: “İNSANLARDA VERMEMENİN YARATTIĞI BİR BOŞLUK OLUŞACAKTIR…”

“Geri alınmaz, değiştirilmez. -Hediye verme adetini unutuyoruz. Mübadele ilkesinin çiğnenişinde anlamsız ve inanılması güç bir şey var; zaman zaman çocuklar bile kuşkuyla bakıyor hediye verene, sanki hediye onlara sadece fırça ya da sabun satmak için başvurulan bir hileymiş gibi. Bunun yerine hayır derneklerimiz var artık, resmi lütufkarlıklarımız ve toplumun görünürdeki yaralarını gözlerden saklamak için yaptığımız planlı çalışmalarımız var.

Bu türden örgütlü çalışmalarda insanca dürtülere yer yoktur; ve zaten bağışta her zaman aşağılayıcı bir şey vardır: Dağıtılır, hakça bölüştürülür, kısaca onu alanı bir nesne durumuna düşürür. Kişisel hediyenin bile, öngörülmüş bütçeye titizlikle bağlı kalarak, karşıdaki insanı iyice tartarak ve mümkün olan en az çabayı harcayarak gerçekleştirilen bir toplumsal işlev durumuna düştüğü, akılcı bir nezaketsizliğe dönüştüğü söylenebilir.

Vermenin asıl sevinci, alanın da sevincini hayal edebilmekten geliyordu. Seçmek, zaman ayırmak, zahmete katlanmak, ötekini bir özne olarak görmek demektir bu: Savrukluğun ve gelişigüzelliğin tam tersi. İşte bunu kimse yapmıyor gibi şimdi. Olsa olsa, kendilerinin de sevebileceği şeyleri veriyorlar, ama tabii birkaç derece daha kötüsünü. Vermenin yozlaşması, o iç karartıcı icattan, ‘hediyelik eşya’ diye üretilen şeylerden de anlaşılabiliyor; kişinin ne vereceğini bilmediği çünkü aslında vermek istemediği varsayımına dayanıyor bu icat. Bu ürünler de alıcıları kadar bağlantısız. Başından beri birer uyuşturucuydular pazarda. Verilen hediyeyi değiştirme hakkınınsa şundan başka anlamı yok: ‘Al bunu, sana ait, ne istersen yap onunla, eğer hoşuna gitmediyse geri verip yerine başka bir şey al, benim için hiç fak etmez.’ Üstelik normal hediyeler vermenin yol açtığı sıkıntılı mahcubiyetle karşılaştırıldığında, satılabilirlik ilkesinin bu mutlaklaştırılması bile daha insanca seçeneği temsil ediyor, çünkü hiç değilse alıcının kendi kendine hediye almasına imkan veriyor -böyle bir şey hediyenin doğasına aykırı olsa bile.

Ürünleri pazarda yoksulların bile erişebileceği bir yakınlığa getiren üretim patlaması yanında, hediye vermenin yozlaşması önemsiz, bu konuda düşünmek de duygusallık sayılabilir. Ne var ki, bir bolluk ortamında hediye gereksizleşse bile, -üstelik, bu da bir yalandır, hem özel hemde toplumsal bir yalan, çünkü bugün bile hayalgücümüzü biraz çalıştırmakla müthiş sevindiremeyeceğimiz hiç kimse yoktur -insanlarda vermemenin yarattığı bir boşluk oluşacaktır. Vermeyen insanın en vazgeçilmez yetileri dumura uğrar; çünkü katışıksız içselliğin tecrit hücresinde değil, ancak dışarda, nesnelerle canlı bir temas içinde gelişebilir bu yetiler. Vermeyen insanların yaptıkları her şeyden bir soğukluk yayılır: gereken şefkat sözcüğü söylenmemiş, beklenen düşünceli davranış gösterilmemiştir. Bu soğukluk, kaynaklandıkları kişileri de ürpertmeye başlar sonunda. Bütün şefkatli, iyi ilişkiler, hatta belki de organik doğanın bir parçası olan o barışma bile, bir hediyedir. Fazla mantıklı düşündüğü için bu yeteneğini yitiren kişi, kendini de şeyleştirir ve donar.”

Theodor W. Adorno
Minima Moralia (Metis), S.46-47

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz