Alfred Adler: Erkeğin toplumdaki egemen durumu doğadan kaynaklanmamaktadır.

228

Erkek ve Kadın ilişkisi: Bugünkü Uygarlıkta Erkeğin Üstünlüğü 

Uygarlığın güçlülük eğilimi doğrultusunda gelişmesi ve kendilerine ayrıcalıklar sağlamak isteyen bazı bireylerin ve grupların çabaları sonucu, işbölümü, özel birtakım yollar izlemek zorunda bırakılmıştır; öyle yollar ki, bugün hâlâ önemini korumakta ve erkeğe üstün değer verilmesinin günümüz uygarlığının karakteristik bir özelliğini oluşturmasına yol açmaktadır. Günümüz uygarlığında işbölümü öyle bir nitelik taşıyor ki, ayrıcalıklı grup sayılan erkeklere özel birtakım haklar tanınıyor. Erkekler de ellerindeki ayrıcalıklı konumdan ötürü üretim sürecindeki işbölümünde kadının yerini kendi amaç ve çıkarları doğrultusunda etkileyebiliyor, kadının içinde yaşaması gereken alanı belirliyor, kendi hoşlarına giden yaşam biçimlerini ele geçiriyor, kadın için söz konusu olacak yaşam biçimlerini ise yine kendi çıkarlarını göz önünde tutarak saptayabiliyor.

Bugüne kadarki duruma bir göz attık mı, erkeğin kadına üstünlük sağlamak için aralıksız çaba harcadığını, dolayısıyla erkeklerin sahip olduğu ayrıcalıklardan ötürü kadınlarda sürekli bir hoşnutsuzluğun yaşandığını görürüz. Kadınla erkeğin ne sıkı bir bağla birbirine bağlı bulunduğu düşünülürse, böyle bir gerilimin, böylesine sürekli sarsıntıların ruhsal uyumda geniş ölçüde bozukluklara yol açması, sonuçta her iki taraf için de pek tatsız genel bir havanın gelişip ortaya çıkması doğaldır.

Tüm kurumlarımız, geleneklerimiz, yasalarımız, törelerimiz erkeğin ayrıcalıklı durumunun kanıtlarını oluşturmakta, ilgili duruma uygun bir doğrultu izleyip, bu durum tarafından ayakta tutulmaktadır. Bütün bu saydıklarımız, evlerde çocuklarımızın odalarına kadar sokulmakta, ruhlarını müthiş etkilemektedir. Her ne kadar erkek ve kadın ilişkisine pek akıl erdirebileceğini söyleyemesek de, çocuklardaki duygu içeriğinin alabildiğine derinlik taşıdığını ileri sürebiliriz. Örneğin kızlar gibi giydirilmek istenen bir erkeğin böyle bir davranışı öfke nöbetleriyle karşılaması gibi kimi olaylar, erkek ve kadın ilişkilerini araştırma konusu yapmamız için yeterli bir neden oluşturmaktadır. Bu da, bizim bir başka açıdan yine güçlülük eğilimini incelememizi gerektiriyor.

İçindeki saygınlık eğilimi belirli bir dereceye ulaştı mı, erkek çocuğu öncelikle dört bir yanda gözüne çarpan erkek ayrıcalıklarının güvenilir yolunu izleyecektir. Günümüzde aile içindeki eğitimin güçlülük isteğini, dolayısıyla erkek ayrıcalıklarına büyük değer verme ve bunları ele geçirme eğilimini kamçılayıp geliştirici nitelik taşıdığına daha önce değinmiştik. Çünkü çocuğun evde gücün simgesi olarak karşısında bulduğu kişi genellikle babadır. Baba, belirli zamanlarda evden bilmecemsi ayrılışları ve eve dönüşleriyle oğlanın dikkatini daha çok üzerine çeker. Kısa bir süre sonra babasının evde herkesten üstün bir rol oynadığını, evde onun sözünün geçtiğini, gerekli kararları babasının aldığını ve her şeyi onun yönettiğini anlar çocuk. Evde herkesin babasının direktiflerine boyun eğdiğine, annesinin ikide bir babasının adını ağzına aldığına tanık olur. Erkekler, çocuğun gözüne her bakımdan kadınlardan daha güçlü ve kudretli görünür. Çocuklar vardır, babalarına öylesine önemli kişiler gözüyle bakarlar ki, ağzından çıkan her sözün kutsallığına inanırlar, ileri sürdükleri bir şeyin gerçekliğini kanıtlamak için onu babalarından işittiklerini söylerler. Babanın nüfuzunun kendini pek açık seçik belli etmediği durumlarda bile, oğlanların babalarının üstünlüğü izlenimine kapıldıkları görülür, çünkü ailenin bütün yükünü baba sırtında taşıyor gibidir; oysa gerçekte yalnızca işbölümü babaya güçlerini anneden daha iyi değerlendirme olanağı sağlar.

Erkeğin toplumdaki egemen konumunun tarihsel kökeni konusunda şunu belirtelim ki, söz konusu egemenlik doğal bir hak gibi kendini açığa vurmuş değildir. Erkeğin egemenliğini güvence altına almak için yığınla yasanın çıkarılmasının gerekmesi bir kez bunu kanıtlamaktadır. Aynı zamanda söz konusu yasaların kanıtladığı bir başka şey de, erkek egemenliğinin yasalarla saptanmasından önce erkek ayrıcalığının pek sağlam temellere dayanmadığı başka dönemlerin yaşanmış olmasıdır. Tarihte böyle bir dönemin yaşandığı gerçekten de belirlenmiştir. Anne hukukunun sözünün geçtiği ve hayatta başlıca rolü kadının oynadığı bir dönemdi bu. Anne hukuku, hiç değilse kabiledeki bütün erkeklerin kendisine karşı bir yükümlülük üstlendiği çocukla ilgili olarak böyle bir konumu elinde bulundurmuştu. Bugün bile bazı gelenek ve görenekler –örneğin çocuğun her erkeğe amca demeye alıştırılması– bunu gösteriyor. Ancak zorlu bir savaşımın sonundadır ki, anne hukukundan baba hukukuna geçilmiştir. Böyle bir savaşımın da gerçekleşmesi, doğanın kendisine verdiğini ileri sürmekten hoşlandığı ayrıcalıklara erkeğin hiç de baştan beri sahip olmadığını, bunları ele geçirebilmek için savaşmak zorunda kaldığını ortaya koymaktadır. İlgili savaştan erkeğin zaferle çıkması, kadının boyunduruk altına alınması anlamını taşımıştır; söz konusu amaç uğrunda çıkarılan yasalar, bunun doğruluğunu inandırıcı biçimde kanıtlamaktadır.

Demek oluyor ki, erkeğin toplumdaki egemen durumu hiç de doğadan kaynaklanmamaktadır. Eldeki bazı bilgilerden anlaşıldığına göre, ancak komşu kabilelerle sürüp giden savaşlar sırasında böyle bir egemenliğe gereksinim duyulmuş, ilgili savaşlarda önemli bir rol üstlenen erkek bu rolden yararlanarak toplumda önderliği eline almıştır. Böyle bir gelişime paralel olarak da özel mülkiyet ve miras hukukunda bazı değişikliklerin gerçekleştiği görülüyor; bu değişiklikler, mirasa konabileceği ve özel mülkiyet sahibi olabileceği ilkelerini getirerek, erkeğin toplum içinde egemenliğinin temelini oluşturuyor.
Bu konuda bilgi sahibi olmak için yeni yetişen bir çocuğun kitaplar okuması gereksizdir. Yukarıda anlatılanları hiç bilmese de, erkeğin yasalarca kayırılışının sonuçlarını günlük yaşamda görür, kadın ile erkek arasında eşitliği sağlamak isteyen anne ve babaların, geçmişten günümüze aktarılagelmiş ayrıcalıklardan el çekmeye hazır olmasına karşın sezip hisseder bunu. Ev işlerini gören annenin baba gibi aynı haklarla donatılmış biri sayılabileceğini çocuğun kafasına sokmak hayli güçtür. Gözlerini dünyaya açtığı ilk günden başlayarak nereye baksa babasının egemenliğini görmenin bir oğlan için ne anlama geleceğini düşünelim bir. Oğlan çocukları henüz doğar doğmaz kız çocuklarından çok daha büyük bir kıvançla karşılanır ve prensler gibi bağra basılır. Anne ve babaların, doğacak çocuklarının daha çok erkek olmasını istedikleri herkes tarafından bilinen ve pek sık karşılaşılan bir durumdur. Oğlan çocuğu, bir erkek evlat olarak nasıl el üstünde tutulduğunu her adımda görüp hisseder. Kendisine söylenen ve bazen de kendisinin kulak misafiri olduğu çeşitli sözlerden erkeklerin toplumdaki rolünün kadınlarınkinden daha büyük önem taşıdığı sonucunu çıkarır. Erkeklik ilkesinin üstünlüğünü çocuğun gözleri önüne seren bir başka durum da, evde kadınların pek fazla önemsenmeyen işlerde çalışması ve nihayet çevredeki kadınların her zaman erkeklerle eşit haklara sahip oldukları kanısını hiç de içlerinde taşımamasıdır. Kadınlar genellikle, yaşamda pek değerli bir gözle bakılmayan ikinci derecede bir rolü üstlenirler. Her evlilikten önce aslında kadının erkeğe sorması gereken çok önemli bir soru vardır: “Uygarlığın o üstün erkeklik ilkesi karşısındaki, özellikle aile konusundaki tutumun nedir?” Soru, çoğunlukla yaşam boyu bir karara bağlanmadan kalır. Bunun da sonucu, bazen kadının erkekle eşit haklara sahip olmak için büyük bir çaba harcaması, bazen de çeşitli derecelerde bir teslimiyettir. Taraflardan diğeri erkek, yani baba ise çocukluğunda erkeğin kadından daha büyük bir rol üstlenmesi gerektiği inancı içinde yetişir, bu inanç da kendisini bir yükümlülük duygusuyla donatır, yaşamın ve toplumun karşısına çıkardığı sorunları her zaman erkek ayrıcalığı doğrultusunda çözümler.

Bu koşullardan kaynaklanan bütün durumları çocuk da ailesiyle birlikte yaşar. Böylelikle kadın üzerinde yığınla bilgi ve görüş edinir, hepsinde de kadın pek parlak denilemeyecek bir yer işgal eder. Dolayısıyla, çocuğun ruhsal gelişimi erkeksi karakter kazanır. Güçlülük eğiliminde varılmaya değer gördüğü amaç, neredeyse tümüyle erkeksi özellikler ve tavırlardır. Sözü edilen güç ilişkilerinden bir tür erkeksi erdem doğup çıkar, erkeksi erdemin kendisi de tümüyle böyle bir kökene dayanır. Bazı karakter özelliklerine erkeksi, bazılarına da kadınsı damgası vurulur; oysa böyle bir değerlendirmeyi haklı gösterecek temel gerçekler ortada yoktur. Diyelim ki erkeklerle kızların ruh durumlarını karşılaştırdık da, böyle bir sınıflandırmayı doğrulayacak kimi ipuçları ele geçirdik, bunların doğal gerçekler sayılacağını söyleyemeyiz. Çünkü söz konusu ipuçlarını bize kazandıran incelemeleri belirli bir çerçeve dışına çıkamayan, yaşam planları ve yaşamda izleyecekleri ana doğrultuları tek yanlı güç yargılarıyla belirlenmiş olan insanlar üzerinde yaparız. Güç ilişkileri, bu insanların ellerine, gelişimlerini gerçekleştirecekleri alanı zorunlu olarak tutuşturmuştur bir kez. Dolayısıyla, erkek ve kadının karakter özellikleri diye bir ayrıma gitmek haklı bir temelden yoksundur. Gerek kadınsal, gerek erkeksel karakter özelliklerinin de güçlülüğün gereklerine nasıl cevap verebildiğini, itaat ve boyun eğme gibi kadınsal çarelerden yararlanılarak da başkalarının nasıl egemenlik altına alınabileceğini göreceğiz. Uysal bir çocukla söz dinlemeyen bir çocuğu ele alalım örneğin ve her ikisi de güçlülük eğilimiyle donatılmış olsun; bu durumda uysal çocuk, uysallığından sağlayacağı yararlarla söz dinlemeyen çocuktan daha ileri bir noktaya ulaşabilecektir. Bir insanın ruhsal yaşamını anlamamızı sıklıkla zorlaştıran bir etken, güçlülük amacına ulaşabilmek için insanın birbirinden alabildiğine değişik karakter özellikleri edinmesidir.

Erkek çocuğu büyüdü mü, erkekliğinin önemi neredeyse bir görev olarak yüklenir sırtına. İçindeki hırs, güçlülük ve üstünlük eğilimi tümüyle birbirine bağlanır, adeta erkeklik yükümlülüğüyle özdeşleşir. Güç peşinde koşan çocukların çoğu salt erkekliklerinin bilinciyle yetinmez, aynı zamanda erkek olduklarını, dolayısıyla birtakım ayrıcalıklara sahip olmaları gerektiğini çevrelerine göstermek ve kanıtlamak ister, bunu da bir yandan başkalarından hep öne geçmeye çalışıp erkeksi karakter özelliklerini abartarak, beri yandan despot kimseler gibi davranıp çevrelerindeki kadınlar karşısında üstünlüklerini sergileyerek yaparlar, gördükleri direncin büyüklüğü oranında da sergileme işi güçlü bir nitelik taşır. Bütün bunlar için de izledikleri yol ya inatçılık, ya çılgınca öfke nöbetlerine kapılmak ya da sinsi bir kurnazlığa başvurmaktır.

Bugün insanın değeri ayrıcalıklı erkek idealine göre belirlendiğinden, ilgili ölçütün oğlan çocuklarının da hep karşısına çıkarılmasında ve nihayet bunların kendilerini söz konusu ölçüte vurmaya alışmasında, izledikleri yaşam yolunun her zaman erkeksi sayılıp sayılmayacağını, yeterince bir erkekliğe kavuşup kavuşmadıklarını sürekli gözlemleyip saptamak istemelerinde şaşılacak yan yoktur. Bugün, erkeksi denilince insanların kafasında ne tür çağrışımların uyandığı bilinmektedir. Her şeyden önce katıksız bir bencillik, aşk duygusunun doyuma kavuşturulması, kısaca üstünlüğe erişip başkalarından öne geçmek anlamına gelir, ilgili sözcük; bütün bunları da yüreklilik, gurur, kadınlar üzerinde her türlüsünden zafer kazanma, mevki, paye ve ad sahibi olma, kadınsal duygulara karşı kendini duyarsızlaştırma gibi sözümona aktif karakter özelliklerinden yararlanarak ele geçirmek, yine ilgili sözcüğün anlam kapsamı içinde yer alır. Kişisel üstünlük uğruna sürekli bir boğuşmadır erkeksilik, çünkü üstün olmaya da erkeksi bir gözle bakılır.
Dolayısıyla erkek çocuğu zamanla öyle karakter özellikleri kazanır ki, bunlar için gerekli modelleri yalnızca büyüklerde, özellikle babasında ele geçirir. Nereye bakılsa, yapay yoldan üretilen bu büyüklük hezeyanının izlerini görmek mümkündür. Erkek çocuğu, daha erken dönemde yanlış bir davranış izleyerek aşırı ölçüde güç ve ayrıcalığa kavuşmaya itilir. Bunlar kendisi için erkeklik anlamını taşır. Böyle bir erkeklik de, olumsuz koşullarda, herkesçe bilinen kabalık ve zorbalığa dönüşür.

Erkek olmanın sağladığı çok yönlü yararlar, erkek çocuklar için büyük bir ayartı kaynağıdır. Kızların da yaşamlarının ana doğrultusu olarak içlerinde erkeksi bir ideal taşımaları bizi şaşırtmamalıdır; kız çocuklarında böyle bir ideal ya gerçekleşmeden kalan bir özlem, ya davranışların değerlendirilmesinde başvurulan bir ölçüt, ya da bir davranış biçimi olarak açığa vurur kendini. İçlerindeki önüne geçilmez bir dürtüye uyarak, vücut yapısı bakımından daha çok erkek çocuklarına yakışacak oyunlar oynamayı ve işler yapmayı yeğleyen kızları bu gruba sokabiliriz. Böylesi kızlar, örneğin tırmanmadık ağaç bırakmaz, erkeklerin arasında zaman geçirmekten hoşlanır, kadınların yaptığı bütün işlere yüzkarası olarak bakar, bunlardan hiçbirine el sürmek istemezler. Genellikle erkekler gibi davranmak haz verir, doyuma kavuşturur onları. Bütün bunları, uygarlığımızda erkekliğin kadınlığa yeğ tutulduğu gerçeğinden yola koyularak anlayabiliriz. Üstün bir konumu ele geçirmek uğruna boğuşmanın, üstünlüğe kavuşmak için çalışmanın gerçeğe ve yaşamda izlenecek tutuma kadar uzanamayıp salt görünüşle sınırlı kaldığını açık seçik gözlemleyebilmekteyiz.

Alfred Adler
İnsanı Tanıma Sanatı – Say Yayınları

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz