Toplumdaki egemen konumuna haklılık kazandırmak için, ilgili konumun kendisine doğa tarafından bağışlandığını ileri sürmesinin yanı sıra erkeğin başvurduğu bir başka kanıt da kadının yetersiz bir yaratık sayılacağıdır. Kadının yetersizliği görüşü o kadar yaygındır ki, sanki bütün insanlar böyle bir görüşü benimsemiştir. Buna paralel olarak, erkekte hep bir tedirginlik açığa vurur kendini; öyle bir tedirginlik ki, anne hukukuna karşı sürdürdüğü savaş döneminden, kadının erkek için gerçekten tedirgin edici bir öğe oluşturduğu çağdan kaldığı söylenebilir. Çünkü tarih ve edebiyat kitaplarında her an buna ilişkin ipuçlarına rastlamaktayız. Örneğin bir Romalı yazar “Mulier est hominis confusio” der. Birçok ruhaniler meclisinde kadının bir ruhu bulunup bulunmadığı hararetle tartışılmış, kısaca bir insan sayılıp sayılmayacağı konusunda çeşitli bilginlerce çeşitli yazılar kaleme alınmıştır.
Yüzyıllar boyunca etkinliğini sürdüren cadı hezeyanı ve cadıların ateşte yakılması, bu sorunla ilgili olarak bir zamanlar içine düşülen yanılgıları, o müthiş bocalamaları ve şaşkınlığı hazin şekilde belgelemektedir. Kadın, sık sık bütün bela ve musibetlerin nedeni olarak gösterilir. Örneğin, Tevrat’ta insanların cennetten kovulmalarına yol açtığı anlatılır. Homeros’un “İliada”sında ise bir yığın ulusu felaketin kucağına bir tek kadının sürüklediği hikâye edilir. Her çağın destan ve masallarında kadının ahlaksal yetersizliğine, rezilliğine, hainliğine, iki yüzlülüğüne, bir kararda durmayışına ve güvenilemeyecek karakterine değinildiği görülür. Hatta “Kadınlara özgü bir hafifmeşreplik” deyimi yasalarda bile yer almıştır. Ve yine kadın, becerikliliği ve çalışma yeteneği bakımından aşağılanmalara konu edilir. Her ulusun anekdotlarında, atasözlerinde ve nüktelerinde yukarıdan bakılarak yerilir kadın, geçimsiz, titiz, kuş beyinli ve aptal (saçı uzun, aklı kısa!) diye gösterilir. Bütün bir zekâ gücü seferber edilerek kadının yetersizliği kanıtlanmaya çalışılır. Örneğin Strindberg, Moebius, Schopenhauer, Weininger gibi yazarlar, kadın karşısında böyle bir tutum sergiler. Üstelik bu kişilere azımsanmayacak sayıda kadının da katıldığı görülür; ilgili kadınlar, boyunlarını bükerek durumu kabullenip kadının yetersizliği ve onun yaşamda ancak ikincil derecede bir rol üstlenebileceği görüşünü paylaşır. Kadınlara çalışma hayatında ödenen ücret de, erkeklere ödenen ücretten çok daha düşük tutulmakta, bu da yine kadının pek önemsenmediğini açığa vurmaktadır.
Yetenek testi sonuçları karşılaştırılarak, örneğin matematik gibi bazı derslerde erkeklerin, dil gibi bazı derslerde ise kızların daha yetenekli sayılacağı gerçekten saptanmıştır. Erkek olarak ileride tutacakları işe kendilerini hazırlayacak dersleri erkekler kızlardan daha iyi başarabilmektedir. Ne var ki bu, erkeklerin kızlardan genellikle daha yetenekli sayılacağının ancak sözde bir kanıtıdır. Kızların durumu dikkatle incelendi mi, kadınların erkeklerden daha az yetenekli olduğu savının bir masaldan, gerçekmiş izlenimini veren bir uydurmacadan başka nitelik taşımadığı görülecektir.
Kızlar, Tanrı’nın her günü adım başında ve alabildiğine değişik şekillerde oğlanlardan daha az yetenekli sayılacaklarını, oğlanlara göre daha hafif, daha önemsiz işlere yatkın olduklarını işitip dururlar. Çocukluğundan kaynaklanan bir güçsüzlükle söz konusu yargılara ne ölçüde doğru bir gözle bakacağını bilemeyen bir kızın kadınsal yetersizliği kadınların değişmez yazgısı gibi göreceğini ve sonunda kendi yeteneksizliğine gerçekten inanacağını anlamak zor değildir. Dolayısıyla, daha baştan gözleri yılar kızların, kadının toplumsal konumuna ilişkin sorunlarla karşılaşmak istemez pek ya da bunlara gereken ilgiyi gösteremez, böyle bir ilgi besliyorsa onu kaybeder, gelecekteki yaşam için edinmesi gereken iç ve dış hazırlıktan yoksun kalır.
Buradan anlaşıldığı üzere, kadın yetersizliği için ileri sürülen kanıtlar ancak sözde bir doğruluğu içerir. Böyle bir yanılgının da iki nedeni vardır. Birincisi, çoğu kez tek yanlı ve salt bencil düşüncelere dayanılarak, insanın hâlâ ticari alanda elde edeceği başarılara göre değerlendirilmesidir; ticari açıdan da hareket edilince, iş gücüyle ruhsal gelişim arasındaki ilişki pek incelenip araştırılmaz. Oysa sorunun gereğince üzerinde duruldu mu, kadının erkekten daha az bir iş gücüne sahip olduğu yanılgısının doğmasına pek büyük katkıda bulunan öteki temel neden de ele geçirilecektir. Çocukluğundan başlayarak bütün dünyanın, kızlara belirli bir önyargıyı benimsetmeye çalıştığı, böyle bir önyargının da kızların kendi değerlerine olan inancını ve kendi özgüvenlerini sarsmaktan, doğru dürüst işler becerebilme umutlarını yıkmaktan başka şeye yaramadığı gözden kaçırılır çoğunlukla. Hayatta kadınların nasıl ikinci derecede rol oynamakla yükümlü kılındığını gören bir kızın cesaretini yitirip, kendisini bekleyen işlere pek istenildiği gibi el atamayacağı, yaşamın karşısına çıkaracağı ödevlerden korkup soluğu kaçmakta alacağı doğal, bunun da kendisini işe yaramaz bir duruma sokacağı kuşkusuzdur. Bir kimsenin karşısına geçip, ona genellikle paylaşılan yanlış bir görüşe karşı bir saygı duygusu aşılamaya çalışır ve bir baltaya sap olacağı konusundaki tüm umudunu yıkıp cesaretini kırarsak, onun ileride bir varlık gösteremediğini sezdik mi yetersizliği konusundaki düşüncemizde haklı sayılacağımızı söyleyemeyiz. Bu durumda bütün tersliğin bizim başımızın altından çıktığını itiraf etmemiz gerekir. Yani uygarlığımızda bir kızın özgüvenini ve cesaretini yitirmemesi kolay değildir. Kaldı ki, ilgili testlerden alınan dikkate değer bir sonuç 14-18 yaşları arasındaki kızların oluşturduğu bir grubun, erkekler de dahil bütün diğer yaş gruplarından üstün bir yeteneğe sahip olduğunu kanıtlamıştır. Araştırmalara göre, söz konusu gruptaki kızlar, kadının, yani annenin de serbest meslek sahibi olduğu ya da yalnızca annenin böyle bir meslekte çalıştığı ailelerden geliyordu. Buradan da anlaşılmaktaydı ki, ilgili kızlar kadının çalışma yetersizliğine ilişkin önyargıyla karşılaşmadıkları ya da çok az karşılaştıkları evlerde yetişmiş, özellikle annelerinin kendi becerisiyle neler başardığını gözleriyle görmüşlerdi. Dolayısıyla, gelişimleri çok daha özgür ve bağımsız bir yol izleyebilmiş, yukarıda sözü edilen önyargının doğuracağı tüm engelleme ve tutukluluklardan uzak kalmışlardı.
İlgili önyargının temelsizliğini gösteren bir başka kanıt da, edebiyatın, sanatın, tekniğin ve tıbbın birbirinden alabildiğine değişik dallarında üstün başarılara ulaşmış, erkeklerinkine tümüyle eşdeğer çalışmalar ortaya koyabilmiş kadınların sayıca hiç de az olmayışıdır. Bir yandan, parlak hiçbir başarı elde edemeyerek ileri derecede bir yetersizliği sergileyen erkeklerin sayısı o kadar kabarıktır ki, buradan kadınların yetersizliği için ileri sürülenler kadar çok kanıt ele geçirip, kuşkusuz aynı haksız davranışa başvurarak erkeğin yetersizliği önyargısına varabiliriz.
Ciddi sonuçlara yol açan bir durum da kadının yetersizliği önyargısının kavramlarda kendine özgü bir ikili bölünmeye yol açışı, bir yandan erkeksi, değerli, güçlü, muzaffer; öte yandan kadınsı, uysal, boyun eğen, ikinci derecede rol oynayan, gibi sözlere yer verilmesidir. Bu düşünüş biçimi insanların kafasında öylesine derinlere kök salmış bulunuyor ki, uygarlığımızda mükemmel sayılan her şeye erkeksi gözüyle bakılıyor, pek değer taşımayıp yadsınan şeylerse kadınlara mal edilmeye çalışılıyor. Bilindiği üzere öyle erkekler vardır ki, kendilerine yapılacak en büyük aşağılama kadınsı bir karakter taşıdıklarını söylemektir; oysa kızlar, erkeksiliğe hiç de sakıncalı gözüyle bakmazlar. Kadını anımsatan her şeye daima bir yetersizlik yaftası yapıştırılır.
Böyle bir önyargıyı çoğu kez alabildiğine bir açık seçiklikle haklı gösteren durumların, yakından bakıldığında engellenmiş bir ruhsal gelişimin sonuçlarından başka şeyler sayılamayacağı görülür. Bunları söylemekle, her çocuğu “yetenekli” diye nitelendirip elinden olağanüstü derecede iş gelen bir insan yapabileceğimizi ileri sürmek istiyor değiliz; ama her çocuğu genellikle “yeteneksiz” denilen bir insana dönüştürebileceğimizi söyleyebiliriz. Ne var ki, biz şimdiye kadar asla böyle bir yola başvurmadık; ama bazı kimselerin bu işin üstesinden geldiğini biliyoruz. Günümüzde erkeklerden çok kızların böyle bir akıbetle karşılaştığını rahatlıkla düşünebiliriz. Çalışmalarımız sırasında, “yeteneksiz” denilen çocukları sık sık görüp inceleme fırsatını bulduk; bazılarında gün gelip öylesine büyük bir yetenekle karşılaştık ki, sanki yeteneksiz çocuklar zamanla yetenekli çocuklara dönüşmüştü.
Alfred Adler
İnsanı Tanıma Sanatı (Say Yayınları)