TOLSTOY’UN DİN ELEŞTİRİSİ: ÇOCUKLARA ÖĞRETMEMİZ GEREKEN DİN DEĞİL AHLAK!

1

DİNLERİN YOZLAŞTIRILMASI

Tolstoy: Din, hayata verilen anlam, hayata güç ve yön veren şeydir. Yaşayan her insan böyle bir anlam bulup, onun sayesinde yaşar. Hayatta bir anlam bulmazsa ölür. Bu arayışta insanlığın önceki çabalarıyla elde ettiği her şeyden yararlanır insan.  İnsanlığın tüm bu kazanımına vahiy denir. Vahiy insanın hayatı anlamasına yardımcı olan şeydir. İnsanın dinle olan bağı da budur Ne tuhaf! Vahyin şu şeklini değil de bu şeklini başkalarına kabul ettirmek uğrunda adeta akılları başlarından giden insanlar var. Diğerleri, vahinin başka bir şeklini değil de kendi inandıkları şeklini kabullenene kadar rahata ermez bu insanlar. Ellerinden geldiğince çok sayıda muhalifi aforoz eder, tarumar eder ve öldürürler. Bir araya gelen diğer gruplar da aynısını yaparlar –onlar da ellerinden geldiğince çok sayıda muhalif inançlı insanı aforoz eder, tarumar eder ve öldürürler. Ve daha başka gruplar da yine aynısını yapar.
Sonuçta, hepsi de –herkesin kendileri gibi inanması için– aforoz ediyor, tarumar ediyor ve öldürüyor. [. . . ]

Lev Tolstoy en çok ve en ağır şekilde Hıristiyanlığın yozlaştırılmasına dikkat çekse bile, zaman zaman, dikkat çektiği yozlaşmaların (sürekli gördüğümüz üzere) diğer dinlerde ve Müslümanlıkta da bulunduğunu vurgular.

[Bu manzaraya dışarıdan baktığımda, günümüzün yaygın anlayışına hak verip, ben de] ister istemez, tüm dinin insan elinden çıkma bir yalan olduğu sonucuna vardım. Ama bu sonuçtan da vazgeçmek zorunda kaldım; mademki yalan böylesine abuk sabuk ve barizken tüm insanlık yine de ona kendini kaptırıyordu, öyleyse temelde yalan olmayan bir şeyler bulunmalıydı. Aksi halde, bu kadar ahmakça bir şeyin bizi aldatmasına izin veriyor olamazdık. Gerçekten insan gibi yaşayan herkesin bu yalana kapılması, üzerine yalan inşa edilen olgunun önemini kabullenmeye zorladı beni. Ve bu anlayış gereği, tüm Hıristiyan alemi açısından bu yalanın temelini oluşturan Hıristiyan öğretisini çözümlemeye giriştim. […]

Gerçekten de, başka birini sadece kendi dinine mensup etmekle değil, bunun yanında o dini kendisiyle aynı şekilde uygular hale getirmekle neden uğraşsın insan, nasıl oluyor da böyle bir şey oluyor? İnsan madem yaşıyor, öyleyse neden yaşadığını da biliyordur. Tanrı’yla ilişkisini kurmuştur[…]

Ne şiddet, ne hile ne de yalanla (sahte mucizelerle) bir insanı dinini değiştirmeye zorlayamam. Dini onun hayatıdır. Dinini alıp ona nasıl başka bir din verebilirim?

Kalbini alıp yerine başka bir kalp koymaya benzer bu. Hem onun dini hem de benimki hayat veren asli bir şey değil de, sadece lakırdıysa yapabilirim ancak bunu –bir kalp değil de bir şeyse- o zaman, böyle bir şey de imkânsız, çünkü kimse aldatma veya zorlamayla bir diğerini inanmadığı bir şeye inandıramaz; çünkü bir insan Tanrı’yla ilişkisini düzenlediyse ve dini insanın Tanrı karşısındaki konumunu belirleyen ilişki olarak biliyorsa, zor veya yalan kullanarak bir diğerinin Tanrı’yla ilişkisini belirleme hevesi duyamaz. Bu imkânsız; ama yine de her yerde ve daima yapılıyor ve yapıldı. Yani, bu gerçekten yapılamaz çünkü tanımı gereği imkânsız; ama ona çok benzeyen bir şey yapıldı ve yapılıyor. Yapılan ve yapılmakta olan şey, bazı insanların diğerlerine sahte bir din dayatması ve diğerlerinin de bu sahte dini, düzmece dini kabullenmesi.

[…] Ve bu dinî yalan, insan hayatının uzun zaman önce tesis edilmiş bir koşulu. Bu yalan nelerden oluşuyor ve ne üzerine temellendiriliyor? Düzenbazları onu üretmeye iten ve kandırılanlara onu makul gösteren şey ne? Brahmanizm, Budizm, Konfiçyüsçülük ve Muhammedîlikteki aynı olguyu tartışmayacağım ki bu dinler üzerine okuyan herkes Hristiyanlıktaki durumun aynen onlarda da bulunduğunu görebilir…  [“Kilise ve Devlet”ten, 1904] [6, s. 331-3]

Tolstoy makalenin devamında dinin nasıl iktidar ve sömürü aracı haline dönüştürüldüğünü anlatır. Hristiyanlıkta kiliseyle gerçekleştirilmiştir bu, ama sırf Hristiyanlıktaki şekliyle bir ruhban sınıf yok diye, Müslümanlığı ve diğer resmî dinleri farklı görmez Tolstoy.

Çoğunluğun –gereğine inanarak– bir ya da daha fazla insana, yani çok küçük bir azınlığa kendi rızasıyla uslu uslu boyun eğdiği aile, kabile ve ulus gibi özel gruplar halinde yaşamıştır [daima insanoglu].

… Ama hayatın görünürdeki bu şekli yüzyıllardır ve halen varlığını sürdürmekteyken, oldukça erken bir dönemde –zamanımızdan binlerce yıl önce– baskıya dayalı bu hayatın ortasında, farklı milletler içinden hep şu aynı düşünce çıkmıştır: her bireyde, var olan her şeye hayat veren bir ruhani unsur tecelli etmektedir, bu ruhani unsur benzer tabiatta ne varsa hepsiyle birleşme azmindedir ve bunu sevgi sayesinde gerçekleştirir. Bu düşünce, farklı zamanlarda ve yerlerde, farklı bütünlük ve berraklık düzeyleriyle, çok çeşitli şekillerde ortaya çıkmıştır. Brahmanizm, Musevilik, Mazdaizm (Zerdüşt öğretisi), Budizm, Taoizm, Konfiçyüsçülük ve Grek ve Romalı ariflerin yazılarında ve aynı zamanda Hristiyanlık ile Muhammedîlikte ifade bulmuştur.

Bu düşüncenin, farklı uluslar ve farklı zamanlarda fışkırıp tomurcuklanması tek başına, insan tabiatına içkin olduğunu ve hakikati barındırdığını gösteriyor. Ama bu hakikatin bildirildiği insanlar, ancak bazıları diğerlerini zapt ettikçe topluluğun bir arada tutulabileceğine inanmaktadırlar ve onu mevcut toplum düzeniyle katiyen uyuşmaz görmüşlerdir. Dahası, başlangıçta sadece bölük pörçük ve öyle belli belirsiz ifade edilmiştir ki, insanlar kuramsal doğruluğunu teslim etmekle beraber, insan davranışlarına rehberlik etmesi bakımından, onu tamamıyla kabullenememişlerdir. O zaman da, baskıya dayalı bir toplumda hakikatin yayılması hep aynı şekilde engellenmiştir; iktidarı elinde tutanlar, bu hakikatin tanınması sonucu mevkilerini kaybetmekten korkup, bilinçli bir şekilde veya bazan bilinçaltı sezgiyle, tamamen aykırı açıklama ve eklemeler yaparak onu saptırmışlar, hatta ona aleni şiddetle karşı koymuşlardır. Böylelikle hakikat –insan hayatını, bu hayatın temelini yapan, kendini sevgi olarak belli eden ve insana son derece tabii gelen ruhani unsurun yönlendirmesi gerektiği– işte bu hakikat, insan bilincine ulaşacak bir yol açmak için, sadece ifade edilişindeki belirsizlikle ve kuşatıldığı kasıtlı ve kasıtsız çarpıtmalarla değil; aynı zamanda baskı ve ceza kullanarak yönetenlerin resmî ama hakikate ters din kurallarını dayatan taammüden şiddetle de mücadele etmek zorunda bırakılmıştır. Henüz tam bir açıklığa kavuşamamış bulunan hakikatin bu şekilde engellenmesi ve yanlış temsili her yerde olmuştur: Konfiçyüsçülükte ve Taoizmde, Budizmde ve Hristiyanlıkta, Muhammedîlikte ve sizin Brahmanizminizde. [1908’de bir Hintliye yazdıgı mektuptan.] [20, s. 418-20]

Bu mektubun tek muhatabı sadece Hintliler olmadığı gibi, diğer dinlere gönderme yapmadığı eleştirilerinin tek muhatabı da sadece Hristiyanlar değildir. 1902’de din adamlarına seslendiği bir başka makalesinde akla, ahlaka ve çağdaş bilgiye aykırı olan dinî dogmaları insanlara kabul ettirmek için önceden şiddet kullanıldığını, ama artık cahil yetişkinler ve çocuklar gibi, telkinler karşısındaki savunmasız kimseleri şartlandırma yoluna gidildiğini söyler.

[Bu şartlandırma] ezeli ve ebediyen yaşamakta olan Tanrı’nın nasıl göğü ve dünyayı altı bin yıl önce yoktan var ettiğine; peşinden nasıl hayvanları, balıkları, bitkileri ve nihayet insanı, Adem’i ve Adem’in bir kaburga kemiğinden yapılan Havva’yı yarattığına ilişkin tasvirlerle başlar. Sonra Tanrı’nın, bilgi veren sihirli özelliğe sahip bir elmayı yemelerinden korktuğu için, adam ile karısını o elmayı yemekten nasıl men ettiğini; ilk insanların nasıl bu yasağa rağmen elmayı yeyip Cennet’ten kovulduklarını ve dolayısıyla onların soyundan gelenler yanında dünyanın da nasıl lanetlendiğini ve o zamandan beri üzerinde yabani otlar bittiğini anlatır. Sonra Adem’in soyundan gelenlerin hayatı anlatılır: Ademoğulları o kadar sapkınlaşmıştır ki, Tanrı, sadece Nuh ile ailesi ve gemiye aldığı hayvanları sağ bırakıp, kalanlar yanında diğer bütün hayvanları da boğar. Sonra Tanrı’nın nasıl bütün insanlar arasından sadece İbrahim’i seçip onunla bir anlaşma yaptığını; anlaşmaya göre İbrahim’in Tanrı’yı Tanrı bilmesi gerektiğini ve bunun bir işareti olarak sünnet edileceğini anlatır. Tanrı da, kendi payına düşeni yapıp, İbrahim’e kalabalık bir zürriyet vermiş ve İbrahim ile torunlarını himayesi altına almıştır. Sonra İbrahim ve zürriyetini himaye eden Tanrı’nın nasıl onlar adına, mucizeler denen en tuhaf eylemleri ve en korkunç zalimlikleri gerçekleştirdiği anlatılır. […]

Kutsal hakikatler diye; dünyanın 6000 yıl önce yoktan varedildiği, tufan, Nuh’un bütün hayvanları barındıran gemisi, Teslis, Adem’in günahı, günahsız doğuş,  İsa’nın mucizeleri ve insanları kurtarmak için ölerek kurban olması gibi inanışların telkini altında bırakılan biri için, aklın talepleri artık şart değildir; ve böyle bir adam hiçbir hakikatten emin olamaz. […]

Böyle bir adam, inançlarına değer veriyorsa, ister istemez hayatı boyunca, ya onu aydınlatabilecek ve batıl inançlarını yok edebilecek her şeye karşı (zararlı bir şeymişçesine) gardını almış olacak; ya da (kilise öğretisi vaizlerinin daima cesaretlendireceği üzere) hatanın akıldan kaynaklandığını sarsılmaz bir şekilde kabul ederek, insana hayat yolunu bulabilmesi için verilen tek ışığı inkar edecektir; veya, en korkuncu, kurnaz mantık oyunlarıyla mantıksız olanı mantıklı göstermeye çalışacak; ve, en kötüsü de, telkin edilen batıl inançlar yanında genel olarak bir inanç ihtiyacına ilişkin tüm bilinci söküp atacaktır.

Bu üç durumdan hangisi olursa olsun, çocukken, dinî hakikatler diye, anlamsız ve çelişkili beyanlara maruz bırakılan bir adam –büyük gayret ve ızdıraplarla kendini bunlardan kurtarmadıkça– zihnen hasta bir adamdır. Böyle bir adam, etrafında sürekli devinen ve değişen hayat gerçeklerini gördükçe, bu devinimin kendi hayat anlayışını yıkmasına umutsuzluğa düşmeden seyirci kalamaz ve bu mantıklı ilerlemenin katılımcılarına (açık ya da gizli) bir husumet duymaktan kendini alamaz. Ne de alacakaranlığın gönüllü bir militanı olup ışık ve hakikate küfretmekten kendini alıkoyabilir. […]

Kilise öğretisine maruz bırakıldığında insan zihnine böylesi bir kötülük yapılıyor işte. Ama bundan çok daha kötüsü, bu maruziyetin insan ruhunda yarattığı ahlaki sapkınlıktır. Her insan; esrarengiz, mutlak kudrette ve kendisine hayat veren bir Köken’e bağımlı olduğu bilinciyle, bütün insanlarla eşit olduğu, bütün insanların eşit olduğu bilinciyle, sevme sevilme arzusu bilinciyle ve mükemmele ulaşma ihtiyacının bilinciyle gelir dünyaya. Ama siz ona ne telkin ediyorsunuz?

Perestişle andığı esrarengiz Köken yerine, insanları infaz ve tarumar eden kızgın, gayrı adil bir Tanrı’dan söz ediyorsunuz ona.

Çocukların ve sıradan insanların tüm varlıklarıyla tanıdıkları, bütün insanların eşitliği yerine, sadece insanların değil milletlerin de eşit olmadıklarını, bazılarının Tanrı tarafından sevildiğini bazılarının sevilmediğini, bazı insanların Tanrı tarafından hükmetmeye, bazılarının biat etmeye atandığını söylüyorsunuz onlara. Yoldan çıkarılmamış her insanın ruhundaki en güçlü arzu olan o sevme ve sevilme özlemi yerine, insanlar arasındaki ilişkinin sadece şiddete, tehdide, infaza dayalı olabileceğini ve hukuki ve askeri cinayetlerin, sadece Tanrı izniyle değil, dahası Tanrı emriyle işlendiğini söylüyorsunuz onlara. [1902’de ruhban sınıfa seslendiği bir makalesinden.] [6, s. 285-6, 288-92]

Sırf Müslümanlığa gönderme yapmıyor diye, yukarıdaki eleştirilerin Müslümanlığa hitap etmediği söylenebilir mi? Veya aşağıdakilerin hem Müslümanlığa hem de Türkiye’deki uygulamaya hitap etmediği ileri sürülebilir mi?

İtalyanca bir kitap geçti elime. Okulda Hristiyanlık eğitimi üzerine. Din eğitiminin –  İsa’da sözü geçen, çocuklara yönelik şu yozlaştırmanın- baskı olduğu şeklindeki düşünce mükemmel. Ne hakkımız var, insanlığın devasa çoğunluğuyla ihtilaf konusu olan bir şeyi öğretmeye? Teslisi, Buda’nın, Muhammed’in, İsa’nın mucizelerini? Verebileceğimiz ve vermemiz gereken tek şey ahlaki eğitim. [12 Ekim 1895 tarihli günlük girişinden] [16, c. 2, s. 418]


Acar Burak Bengi
Kaynak: Sansürlenen Tolstoy
(Tolstoy’un Din Eleştirisi ve Türkiye’de Karanlığın Gücü)
Rusça Belgeleri Çeviren: Mazlum Beyhan [Yokuş Yayınları, İstanbul, 2007]

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz