Başkalarının bize hayranlık duymasına izin verdiğimiz ölçüde onların üzerimizde güç kullanmasına izin vermiş oluruz. Kadınlar erkeklerle, erkekler de kadınlarla işte böyle oynamaktadır. Herkes karşısındakinin gücünün hakemi haline gelmektedir. Herkes, kendini kendi hayatını yaşamaktan aciz hissettiği halde, güç sahibidir. Karşımızdaki görüntü, hayali bir gücü ele geçirmek adına kadınların erkeklerin, erkeklerin de kadınların peşinde koştuğu bir av sahnesidir. Herkes kendini diğerinin egemenliği altında hissettiği için de herkes birbirinden nefret etmektedir.
Başarılarımız ve kahramanlıklarımız için, ki bunların temelinde gerçekten zayıf olabileceğimiz korkusu yatar, sevilmek istediğimizde, aslında hem kendimizi hem de bizi bunlar için “sevenleri” aşağılamış oluruz. Kendi şüphelerimizi örtbas etmek için de daha çok hayran olunmak ve sevilmek isteriz. Ama, aslında hepimizin istediği gerçek sevgi elimizden kaçmaktadır. Dürüstlük ve gerçek duygular gerektirdiği için korktuğumuz, ama eksikliğini duymadan da edemediğimiz içtenlik de öyle. “Erkek” metafiziği yalanında hapsolmuş bazı erkekler, içtenlik ile karşılaştıklarında dahi kendilerini bulmayı asla başaramazlar. Böylece kendileri olmamaya devam ederler. Bir erkeğe veya bir kadına, altında kendini kandırış yatan bir şey için nasıl hayranlık duyulabilir? Bunun arkasında, kendimize itiraf edemediğimiz çaresizlik korkusu olduğu sürece, hayranlık duyan kişi kendi çaresizliğini inkâr etmek zorundadır. Ama bunu yaptığında kendiliğini kaybetmiş olur. Geriye belki sadece içlen pazarlık ve islediğini yaptırma kalır, ki bunlar da sahteliktir, insan bunlarda ne kadar başarılı olursa olsun, bu davranış sevgiye aykırıdır!
Kadın hastalarımdan biri, hayranlığın bu türü hakkında fikir edinmemi sağladı. Bir seans sırasında şöyle haykırdı: “Başvurduğum son çare, annemin bir parçası olmak, tıpkı ona benzemekti. Ne kandırmaca! Ona öyle hayrandım ki, o artık beni bulamıyordu. Ben artık yoktum!” Bu dikkate değer bir tespittir. Kendimizi, kusursuz bulduğumuz güçlü bir insanla özdeşleştirdiğimizde hiç kimse bizi bulamaz. Çünkü yok oluruz! Hepimizin ödediği bedel, kendiliğimizin ve bunun sonucu olarak birbirimize olan yakınlığımızın kaybıdır.
Hayranlığın son derece karışık bir yönü daha vardır: Hayranlık duyan kişi, hayranlık duyulan kişi üstünde iktidarını kurabilir! Bu gücü ona, hayranlık duyulmak isteyen kişi verir. Bu bir çelişki gibi görünse de, değildir! Hayranlığı ve putlaştırmayı, kusursuz bulduğumuz kişileri alaşağı etmek için kullanırız. Bu ezilenin intikamıdır: “Vaat ettiğin gibi değilsin!” O âna kadar inandığımız, desteklediğimiz birini bir çırpıda devirip yok edebiliriz. Tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. Peki, o kişiye neden inandık?
İnsanlar, yeterli zekâ ve bilgiye sahip değil midir? Bu olayı böyle açıklamak, bence bazı şeyleri örtbas etmek olur. Böyle bir yaklaşım, kendiliğimizi kaybetmek için bizi ezenlere teslim olduğumuz ve günün birinde intikamımızı acı bir şekilde alabilmek için, gizlice onları iddia ettikleri tanrısal görüntüde sabitlediğimiz gerçeğinden bizi uzaklaştırmaktadır. Söz konusu zorbalar ve diktatörler olunca, bunu ancak devrilmek üzere olduklarında itiraf ederiz. Ama, daha az tehlikeli insanlarla ilişkilerimizde bunu her gün uygulamaklayız. Eşimizi veya sevgilimizi ilahlaştırırız. Böylece, karşımızdaki gerçek insana asla yaklaşmak zorunda kalmayız, yaklaştığımız sadece hayalimizdeki görüntüsüdür. Bir gün hayranlığımızı kaybettiğimizde şöyle deriz: “Beni hayal kırıklığına uğrattı.” Bu asla sıkı bir bağ kurmamak için, çocukluğumuzda öğrendiğimiz bir kandırmacadır. O zamanlar çaresizliğimizi kabul etmekten korkmazdık, ama başkaları bu yönümüzden istifade ederdi. Sevgi ve yakınlığa duyduğumuz gerçek ihtiyaçtan kaçmamızın nedeni, bu tecrübenin sebep olduğu acı ve açtığı yaradır. Bunun bilincine varmamız, güce kitlenmiş kendiliğimizle karşı karşıya gelmemiz demek olurdu. Bunun yerine, karşımızdakini ilahlaştırarak, bize beslediği hayranlık ve sözde sevgiyle avunur, böylece kendimizi ondan uzak tutarız.
Başkalarının bize hayranlık duymasına izin verdiğimiz ölçüde onların üzerimizde güç kullanmasına izin vermiş oluruz. Kadınlar erkeklerle, erkekler de kadınlarla işte böyle oynamaktadır. Herkes karşısındakinin gücünün hakemi haline gelmektedir. Herkes, kendini kendi hayatını yaşamaktan aciz hissettiği halde, güç sahibidir. Karşımızdaki görüntü, hayali bir gücü ele geçirmek adına kadınların erkeklerin, erkeklerin de kadınların peşinde koştuğu bir av sahnesidir. Herkes kendini diğerinin egemenliği altında hissettiği için de herkes birbirinden nefret etmektedir.
Arno Gruen
Kendine İhanet