Neden tasalanmak?
Gene 1929’daki gibi başıboş şiirler yazıyorum; çalışmadığım için, hayatın ortasında tek başıma ve mutsuz olarak aylaklık ettiğim için sıkılıyorum; çevremde olup bitenleri görerek öfkeleniyorum. Eksik olan ne? Geçip giden yedi yıl mı? Pöh! Gençliğin hiç önemli bir yeri oldu mu benim uğraşımda? Hem bu yedi yıl yitip gitmeseydi de, benim için iyi sonuçlansaydı, diyeceğim, kalıcı şiirler yazsaydım, severek çalışsaydım, evlenip kendime göre bir düzen kursaydım, dünyanın cümbüşünü seyretmekten tat alsaydım; her şey bu dediğim gibi olsaydı, şimdi daha iyi bir durumda mı olacaktım? Değecek miydi? Şimdi şu masada daha mutlu bir insan olarak mı oturacaktım? Bir şeye bağlanmış olmanın, sorumluluklar yüklenmenin beni mutlu kılacağı karşılığını vermek, anlamsız bir şey söylemek değil mi, insan isterse, her zaman sorumluluk yüklenebileceğine göre? Öyleyse – öyleyse o kadın için mi böyle sızlanıp duruyorum?
Beni aldatan, beni rezil eden o kadın için mi? Ama değişen başka bir şey yoksa, sıradan ve duygusal bir aldanış olmaktan öte bir anlamı var mı o kadının? Delikanlı, sanki büyük bir yıkımmış gibi tasalanıp durma onu yitirdim diye. Böyle bir şey değil bu. Eskiden nasılsak, gene öyleyiz, yedi yılı yaktık, güzel şeyler yaşadık; yeniden başlayalım, ama bağırıp çağırmayalım ve yedi yıl sonra aynı konuşmayı yapmamamız için hiçbir neden olmadığını göz önünde bulunduralım.
Hem kim söyledi sana hayatın tatlı bir şey olduğunu? Çocuksu düşlerimizi tüketmiş değiliz daha, delikanlı. Peki ama böyle şeyler herkesin başına geliyorsa; nasıl oluyor da, yaşlılar ezilmiş, acı çekmiş, çıldırmış değil de, huzurlu kimseler olarak görünüyorlar? Anlaşılır bir şey varsa, o da ölülerin niçin çürüdükleridir, içlerindeki bütün o zehirle.
***
İntiharı düşünen bir insan için en kötü şey kendisini öldürmesi değil, bunu düşünüp yapmamasıdır. İntihar düşüncesine -bir alışkanlık haline gelen intihar düşüncesine- yol açan manevi çöküntü kadar aşağılık bir şey yoktur. Sorumluluk, vicdan, irade gelişigüzel yüzüp durur bu ölü denizde, sulara gömülse bile rastgele bir akıntıyla yeniden ortaya çıkar. Asıl başarısız insan, büyük işleri gerçekleştiremeyen değil -bunu kim başarmıştır ki- bir yuva kurmak, bir dostluğu, bir kadınla mutlu bir ilişkiyi sürdürmek, ekmek parasını kazanmak gibi küçük şeylerde başarısızlık gösteren insandır. Başarısızlığın en acısı budur.
Cesare Pavese
Yaşama Uğraşı – Günlükler 1935-1950