Cervantes, Shakspeare, Puşkin, Gorki, Balzac, Tolstoy ve Mayakovski üzerine – Nazım Hikmet Ran

“Yeryüzündeki bütün gerici kuvvetlerin, barış ve milli bağımsızlık düşmanlarının, faşistlerin ve her çeşit yalancı, düzmece demokratların en korktukları yazıcılardan biri de Gorki’dir. Neden? Çünkü Maksim Gorki yalnız kendi halkına değil, bütün halklara yurtlarını, hürriyeti, barışı ve birbirlerini sevmeyi öğretir. Çünkü o, insanın, insanlığın geleceğinden, güzel günler göreceğinden emindir. Çünkü o, emekçi insanı, koluyla, kafasıyla çalışan insanı, yeryüzünün gerçek, biricik efendisi sayar.”
“Gorki insanlar yaşadıkça yaşayacaktır. Çünkü yeryüzünün en büyük şairidir.”

Cervantes (1547-1616)
“Don Kişot’un klasik tefsirleri [yorumları] vardır : Monarşinin – yani burjuva iktisadının – hâkim olmaya başladığı bir devirde, derebeyliğe, şövalyeliğe, yani artık geri gelmesi mümkün olmayan bir devre, maziye hasret. Don Kişot bu şövaleresk tarafları olan mazinin, bu kaybolmuş cennetin mütehassiri [özleyeni], Şanso ise, burjuva akıl ve mantığının, davrin realitesinin mümessili. Cervantes, maziye dönmenin ne kadar imkânsız olduğunu göstermek istemiş ve böyle bir hasret çekenlerle alay etmiştir. Bu bakımdan da Don Kişot imkânsızın peşinde koşan bir çeşit zavallı ve biraz da gülünç bir delidir. (…) Bana göre Don Kişot sadece mazi hasreti çeken bir adam değildir. Umumiyetle doğrunun, haklının, güzelin hasretini çeken adamdır. Bu onun hem kuvvetli, hem zayıf tarafıdır. Çünkü umumiyetle, mutlak manasıyla, güzel, doğru ve iyi yoktur, fakar diğer taraftan insanlar, sosyal şartların tesiriyle, daha güzele, daha haklıya, daha doğruya mütemadiyen hasret çekmişlerdir. Don Kişot kuvvetli bir adamdır, çünkü aksiyon [eylem] adamıdır. Mücadele adamıdır. İnandığı şey için dövüşen adamdır. Bundan dolayı da aklı, mantığı, burjuva aklını ve mantığını temsil eden Şanso’yla kıyas edildiği zaman, Don Kişot değil, Şanso gülünçtür. Şanso’da hareket noktası, aksiyonunun hareket noktası, şahsi menfaatidir. Zengin olmak, vali olmak için Don Kişot’un peşine takılmıştır. Bunun için de kitabı bitirdiğin zaman Don Kişot’u seversin, Şanso’yu sevmezsin. Don Kişot’un deli, komik filan olarak gösterilmesinde bizzat burjuva devri ve bu devrin resmi neşriyatı da amil olmuştur. Burjuva, Monarch’ı da devirip sosyetenin [toplumun] tam hâkimi olduktan sonra, kendi devrini, mutlak, değişmez ve en doğru, en güzel, en akla uygun bir devir saydığı için, daha güzeli, daha doğruyu arayandan nefret etmiş, idealistten ürkmüş, korkmuş ve Don Kişot’u bir istihza vesilesi yaparak bu sıfatı, kendi aklı ve mantığı, hele kendi devrinin şartlarına uymayan, hele o şartları değiştirmek isteyen herkese vermiştir. Don Kişot’un gülünç, komik, yarı deli telakki edilmesinde, bu devirde ve belirli muhitlerde, bu da amildir. Kitabın içindeki Don Kişot elbette ki normal bir adam değildir. Fakat kitabın dışına çıkan bir Don Kişot vardır ki o gayetle normaldir. Kitabın içindeki Don Kişot’un normal olmayışı, demin de söylediğim gibi, geri gelmesi imkânsız olanı aramaya, bulmaya kalkışmasındandır. Fakat kitabın dışına çıkan, kitabın mevzuunun dışına çıkan Don Kişot’un, daha iyiyi, daha güzeli arayanın, burjuva aklı ve mantığını, burjuva telakkilerini ve psikolojisini, mutlak olarak kabul etmeyen Don Kişot’un, daha güzeli ve daha iyiyi, daha haklıyı arayan Don Kişot’un, bu uğurda dövüşen Don Kişot’un, aksiyona geçen Don Kişot’un anormallikle hiçbir ilgisi yoktur. Yani Don Kişot’un hikâyesini, yeldeğirmenleriyle dövüşmesini, falanını filanını değil de, güzel ve doğru bulduğu bir iş için ellisinden sonra dövüşmesini, yollara düşmesini filan göz önünde tutarsan onu sevmemek imkânsızdır. Ve ben öyle sanıyorum ki onun hâlâ canlı oluşunda ve insanlık tarihi boyunca da canlı kalacak olmasında bütün bu saydıklarımın rolü büyüktür. Sonra, kitabın tekniği, hikâyesi, özü de öyledir ki, tabir caizse, Şarlo’nun filmlerine benzer. Çocuk da zevk alır, büyük de, cahil de, okumuş da, burjuva da – sebebini söyledim – sosyalist de. Cervantes Don Kişot’u yazarken, bütün bu söylediklerimi düşünmüş mü? Zannetmem. Fakat çok enteresan bir devirde yaşadığı için o devrin, yani bir inkılap devrinin damgasını taşımış ve kitabına da bu damgayı vurmuş.”

Shakspeare (1564-1616)
“Kanaatımca, bu büyük sanatkârın üzerinde durulması gereken en mühim başarısı, bir sosyal intikal, hatta sosyal bir inkılap devri başlangıcında, göçmekte olanı ve gelmekte bulunanı sezmesidir. Onun için şöyle derler : ‘Shakespeare ebedi insan karakterlerini, ebedi ihtirasları, kederleri, sevinçleri, iyilikleri ve kötülükleri en mükemmel şekiller içinde tespit etmiş olan sanatkârdır.’ Bence, bu cümleyi şöyle tashih etmek lazım : ‘Shakespeare göçmekte olan sosyal münasebetler içinde hâlâ yaşamaya çalışan ve bir tarih devresinin mahsulü olan ihtiraslar, karakterler filan falanla, gelmekte olan bir sosyal münasebetler çerçevesi içinde ve tabii yine bir tarih devresine ait, yoksa ebedi değil, karakterleri, ihtirasları falan filan tespit etmiş büyük bir sanatkârdır.’ Meseleyi böyle koyduktan sonra bugün bir sanatkârın Shakespeare’den alacağı en büyük ders ve miras şudur : ‘Bugünün içinde de, bugünün sosyal münasebetleri içinde de ve bu münasebetlerle – ana hattında – tayin edilen insan karakterlerini, ihtiraslarını, göçmekte ve gelmekte olanları tespit etmek, tebaruz ettirmek.’ Shakespeare için gelmekte olan münasebetlerin ifadesi insan karakterleri, ihtirasları, bugün göçmekte olan münasebetlerin ifadesidir. Bundan başka Shakespeare’den alınacak bir ders, bir miras daha vardır : Herkes tarafından bilinen ve işlene işlene canı çıkarılmış mevzular dahi yeni bir muhteva [içerik] görüşüyle ve bu yeni muhteva görüşüne en uygun yeni bir şekille [biçimle] pekâlâ işlenebilir. Sanat eserinde, tiyatrodan şiire kadar, resimden musikiye kadar, bütün sanat verimlerinde en önemli şey işin hikâye tarafı değildir, orijinalliği, hikâye tarafında değil, bu hikâyeyi görüş, telakki ediş [anlayış], koyuş ve sonra onu en uygun şekille sentetize edişte [bütünleştirişte] aramak gerekir.”

Puşkin (1799-1837)
“Yeryüzünde, Batısı, Doğusu, Kuzeyi, Güneyi içinde, sevdiğin dört şair say deseler, bu dörtten biri Puşkin’dir.
“Puşkin’i on dokuzumdan altmışıma kadar artsız arasız sevdim, çünkü artsız arasız sevdalandım halkıma, bütün halklara, memleketime, bütün memleketlere ve dostlara, kadınlara.
“Puşkin’den birçok şey öğrendim, ama öğrendiklerimin başında : kocalmamak sanatı gelir.”

Balzac (1799-1850)
“Büyük Fransız romancısı Balzak, siyasi kanaatları bakımından, monarşistti. Fransa’nın saadetini krallığın, ana hattında, derebey münasebetlerinin ‘avdetinden’ [geri gelmesinden] bekliyordu.
“Fakat monarşist Balzağın romanlarını Marks ve Engels gibi ilmi sosyalizmin kurucuları okuyorlar ve takdir ediyorlardı.
“- Bu nasıl olur?
“- Balzak realisttir. Romancı Balzağın realizmi öyle müthiş bir kuvvetti ki, zaman zaman ona monarşist Balzağın hiç de işine gelmeyecek hakikatları bile yazdırmıştı. Realist romancı Balzak monarşist mürteci Balzağı arka plana atıyordu.
“Realist romancı Balzak yalnız bütün bir Fransız cemiyetini [toplumunu] olduğu gibi aksettirmekle kalmamış, kendisinden bir hayli zaman sonra Fransız cemiyetinde belirecek olan tiplerin de ana çizgilerini çizdirtebilmişti ona.”

Leo Tolstoy (1828-1910)

“Tolstoy’a gelelim. Halis muhlis dev. Fakat bu devin bir çocuk yüreği var. Dehşetli bir şey. Bir bakıma realizmin şaheseri onda. Sana Tolstoy’un tekniği – ne harikulade, ne basit, bundan dolayı da nasıl güç – hakkında uzun uzadıya yazacağım. (…) Dostoyevski’ler filan falan Tolstoy’un yanında – yüksek müsaadenizle – çok hilebaz herifler. Ben Tolstoy kadar hileye tenezzül etmeyen sanatkâr az gördüm. Kurnazlık yapsa bile bir devin çocuk kurnazlığı. Zaten başka türlü de olamaz, kuvvetine güvenen insan kurnaz değildir.”

Gorki (1868-1936)
“Yeryüzündeki bütün gerici kuvvetlerin, barış ve milli bağımsızlık düşmanlarının, faşistlerin ve her çeşit yalancı, düzmece demokratların en korktukları yazıcılardan biri de Gorki’dir. Neden? Çünkü Maksim Gorki yalnız kendi halkına değil, bütün halklara yurtlarını, hürriyeti, barışı ve birbirlerini sevmeyi öğretir. Çünkü o, insanın, insanlığın geleceğinden, güzel günler göreceğinden emindir. Çünkü o, emekçi insanı, koluyla, kafasıyla çalışan insanı, yeryüzünün gerçek, biricik efendisi sayar.”
“Gorki insanlar yaşadıkça yaşayacaktır. Çünkü yeryüzünün en büyük şairidir.”

Mayakovski (1893-1930)
“Mayakovski’nin hayatı mütemadi bir kavga seyrinden ibarettir. Hayatlarında dövüşenlerin isimleri, ölümlerinden sonra da, sağ kalan düşmanlarıyla kavgada devam ederler… Mayakovski’nin arkada kalan ismi ve eserleri daha uzun seneler büyük inkılabın düşmanlarıyla çarpışacaktır…”
“Mayakovski’nin şiiri ile benim şiirim arasında ortak olan şey, öncelikle, şiir ile nesir arasındaki kopukluğun aşılması; ikinci olarak (lirik, yergi v.b.) çeşitli türler arasında kopukluğun aşılması; üçüncüsü, şiire siyasa dilinin getirilmesidir.
“Fakat biçimlerimiz farklıdır onunla. Mayakovski öğretmenimdir, fakat onun gibi yazmıyorum ben.
“Moskova’daki öğrenim döneminde ben de Mayakovski gibi bir tribün şairiydim. Şiirlerim bir nefesli çalgılar orkestası gibiydi. Topluluk önünde okuyordum onları.”

Baudelaire (1821-1867)
“Yazmaya başladığımda Baudelaire’le büyülenmiştim, ezbere biliyordum onu. Sonra, toplumcu olunca, tüm bunların canı cehenneme, dedim. Fakat bu da doğru bir şey değildi.”

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz