Diyarbakır akrepler şehri, gül şehri, karpuz şehri. Diyarbakır yeni yapılacak otelleri, eşsiz tabiatiyle turist şehri… Diyarbakır tezatlar şehri. İnsan birden irkiliveriyor. Atom bombası bu şehre düşmüş sanki. Yer yer taş yığınları, harabeler.
Diyarbakır pas tutmuş. Diyarbakır, eski, çok eski bir demir kadar paslı. İlk bakışta böyle ya, insan aldanıyor. Sonra yavaş yavaş ayılıp ısınıyor Diyarbakır’a; anlıyor ki iş böyle değil.
Bu şehir kılıf içinde. Bu şehir kendisini öylesine gizlemiş ki, tadına varabilmek, onu sevebilmek için emek istiyor, terlemek istiyor.
Bu şehri kılıfından soyup mahremiyetine girmeli. Bu iş, zor iş ya, değer. Bunu yapabildin mi büyülendin demektir. Diyarbakır seni büyülemiştir; kurtuluş yok.
İki Diyarbakır var: Biri surun içindeki eski, öteki, surun dışındaki yeni Diyarbakır.
Eski Diyarbakır, mimarisi, evleri, kahveleri, sokakları, giyinişi, velhasıl her haliyle, surları kadar eski.
Evler… Kara, kirli, yıpranmış bazalttan yapılmış, kemerleri, kafesleri «Cağ» denilen demirlerle örülmüş pencereleri, iki katlı damlı evler. Bu evlerin içlerinde çok eskileri, ünlüleri var. Dördüncü Murad Diyarbakır’a geldiğinde bu evlerden birinde kalmış. Daha terütaze duruyor, dün yapılmış gibi.
Sonra Behram Paşanın evi diyorlar, bir ev var, şimdi otel olarak kullanılıyor, hayran olmamak elden gelmiyor. Kemerlerin en güzeli bu evlerde.
Damların üstünü diz boyu ot ve kır çiçekleri bürümüş. Bu sebepten, pek az ağaç olmasına rağmen, bütün şehir tepeden tırnağa yemyeşil.
Dışı bu kadar. Belki de pek bir şey söylemez. En genişi dört adım gelen sokaklardan geçerken efkâr basacaktır. Ama durunuz. Bu erken. Korkmadan önünüze gelen herhangi bir kapıyı çalmalısınız. Kapı hemen açılır. Kapıyı açan, çoğu kara gözlü, esmer bir kadındır, ilkin afallar. Yabancı olduğunuzu anlayınca buyur eder. Diyarbakır artık kılıfından çıkmıştır. Diyarbakır bütün sıcaklığı, samimiyeti, güzelliği ile gözünüzün önündedir.
Evin bir avlusu vardır. Burada «Havş» diyorlar. Avlunun ortasında küçücük bir havuz vardır. Havuzun dört yanına, bütün avluya türlü türlü, renk renk güller ekilmiştir, gülden geçilmez. Ev denebilecek evlerin hepsi de aynı minval üzeredir.
Nereye gitsen gül… Her yan gül. Mardinkapıda Millet parkı var. Parkta gülden başka hemen hiç bir çiçek yok. Göz alabildiğine gül. Bütün şehir gül kokuyor. Satıcılar, başlarında tablaları, bağıra bağıra gül satıyorlar. Bir tanesi, bir köylü, gül sergisi yapmış, bir destesi beş kuruşa… Koca bir top gül beş kuruşa.
Sordum. Köyden getirmiş bu gülleri.
Bu akrepler payitahtı, gül şehridir, kahvehaneler şehridir. Her adımda bir kahvehane… Ne kadar da çok!
Yalnız bu kahveler başka şehirlerin kahvelerine benzemiyor. Bunlar başka türlü, çok şirin. Her kahvenin bir avlusu var. Çimen ekilmiş, güller donatılmış bir avlu- Avluda, güllerin yanında, havuzun başında dört karış yüksekliğinde masalar. İki karış yüksekliğinde, kürsü denilen, oturakları balıkçı ağı gibi iple örülmüş iskemleler… Karşılıklı oturulup kahve, çay içilir. Bazı kahveler çayı demlikle getiriyor. Bu kadar çok kahve! Kahveler tıklım tıklım dolu. Sebebini sordum; işsizlik, dediler.
Okuyucularım, dostlarım; içinizden birinin yolu Diyarbakır’a uğrar da Mardinkapıdaki Salus parkı
kahvesine gitmez, bir yorgunluk kahvesi içmezseniz, vebalim boynunuza olsun. Kahveci sizin yabancı olduğunuzu anlayınca, bir top da gül ikram edecektir.
Diyarbakır caddeleri, cadde denilir mi bilmem? Bir âlem. Şehrin en kalabalık caddesi Gazi Caddesi, günbatıdan gündoğuya uzanıyor. Kaldırımsız, eğri büğrü. Bu cadde ikindi üstleri çok kalabalıklaşıyor.
Bütün şehrin halkı buraya yığılmış sanırsın.
Bir köylü kadın gördüm. Bu kalabalık caddenin ortasından, elindeki çoraba gözünü dikmiş, ıssız bir yolda yürürcesine, oralı değil, öre öre gidiyordu.
-Burada çok az otomobil var. Şehri faytonlar, develer, katırlar dolduruyor. Bir bakıyorsunuz, canlı bir deva katan salına salına Gazi Caddesinden, pırıl pırıl bir otomobilin yanından geçip gidiyor.
Şehirde boyuna oraya buraya, yüklü, canlı eşekler, katırlar, beygirler gidip geliyorlar Çan da ziynetleri.
Sordum; meğer bunlar, Dicleden inşaatlara kum taşıyorlarmış. Garibime gitti.
Diyarbakır’da sokakta pek az kadın var. Gördüğüm kadınların da hemen hepsi çarşaflı ve peçeli… Kara çarşaf… Bu da yeni demokrasimizin icaplarından biri olsa gerek. Diyarbakır caddelerinde kadınlarda kara çarşaf ve peçe, erkeklerde şalvar. Dilenci dolu. Her köşebaşında âmâ, topal, çolak bir dilenci…
Kadın, çocuk dilenciler. Dilencinin türlüsü.
Sabahın saat dördünde uyanın, beşinde uyanın, çıkın Diyarbakır sokaklarına, üstleri başlan yırtık, sararmış yüzlü, çoğu ihtiyar bir bölük kadın göreceksiniz. Ellerinde süpürgeler, başlarında da bir belediye memuru- Habire süpürüyorlar. Ortalık toz duman içinde. Ferman okunmuyor derler ya. İşte böyle. İlk geldiğim gün yağmur yağmıştı. Bu kadınları şehrin sel sularını süpürürken görmüş, şaşırmıştım. Sonra iş anlaşıldı: Bunlar belediye tanzifat ameleleri imişler.
Her yerde olduğu gibi, evet her yerde biraz böyledir ama, burada bambaşka: Kenar mahallelerden söz açmak istiyorum. Surun etrafını baştan sona dolaşınca, Diyarbakır’da mahalle değil, bütün vasıflarıyla çok geri bir doğu köyünün karşısında bulunduğunuzu görürsünüz. Surun bitişiğindeki çeşmelerde çamaşır yıkayan kadınları, çırılçıplak olmuş çocukları, otlayan koyun, inek, eşek, beygiriyle, yıkılmış, toprağa gömülü penoeresiz evleri, evlerin önlerine, surların diplerine dökülmüş gübreleriyle, solgun, kirli, yırtık esvaplı insanlarıyla geri, çok geri, bir doğu köyünde olduğunuzu görürsünüz.
Yenişehre gelince; gün batıda, suların dışına, istasyona doğru inşa edilmiş ve ediliyor. Yenişehirde tam manasıyla modern bir şehir karşınızdadır.
Burası gittikçe genişliyor. Eski şehrin aksine, burada boyuna yeni inşaat var. Birkaç yıl sonra sur içi şehir, burasının bir mahallesi gibi kalacak.
– Öyle geniş tutulmuş.
Diyarbakır bu sebepten bütün özellikleriyle doğu şehri, bütün özellikleriyle modern şehirdir.
Diyarbakır akrep şehri, gül şehri, pis pis kokan hanlar şehri, karpuz şehri, Diyarbakır surları, mimarisi, camileri, sanat abideleri, yeni yapılacak otelleri, eşsiz tabiatiyle turist şehri… Diyarbakır tezatlar şehri.
17.05.1951
Yaşar Kemal
Nuhun Gemisi – Bu Diyar Baştan Başa
Yayınevi : Yapı Kredi Yayınları