Vladimir Lenin’in Büyük Felsefi Tezleri – Louis Althusser

Benim de, herkes gibi, Tezler’den anladığım Lenin’in, felsefi beyanlarda (bildirimlerde) kaydedilmiş olan, felsefi tavır alışlarıdır. Materyalizm ve Ampirio-kritisizm’ı okumamak için akademik felsefeye bir bahane ya da bir paravan görevi yapan itirazı şimdilik bir yana bırakıyorum: Yani kategorik terminoloji, tarihi referansları, hattâ bilgisizlikleri sorununu.

Bizi yakalayıp geriye, Berkeley ve Diderot’ya götüren

Materyalizm ve Ampirio-kritisizm’in şaşırtıcı “önsöz yerine”sin-de Lenin’in kendisini 18. yüzyıl ampirizminin teorik alanına, yani -felsefenin Kant’la birlikte “resmen” eleştirel olduğu kabul edilirse- “resmen” eleştiri-öncesi bir felsefi sorunsalın içine yerleştirmesi, üzerine ayrı bir inceleme yapmaya değer.1

Bu referans sisteminin varlığı fark edilip, yapısal mantığı kavrandığı zaman Lenin’in teorik formülasyonları bu mantığın sonuçlan olarak açıklanır; Lenin’in ampirizmin kategoriyal terminolojisini yeniden ampirizme karşı kullanmak için giriştiği inanılmaz eğip bükmeler de bunlar arasındadır. Çünkü nesnel ampirizm (Lenin kendisi “nesnel duyumculuk” -sensualizm- bile der) sorunsalı içinde düşünse ve bu sorunsal içinde düşünme olgusu çoğunlukla yalnız düşüncenin formülasyonlarını değil, fakat Lenin’in düşüncesinin hareketlerine kadar etkili olsa, hiç kimse Lenin’in düşündüğünü, yani sistematik olarak ve kesinlikli düşündüğünü inkâr edemez. Bizim için önemli olan bu düşünce ve onun ileri sürdüğü tezlerdir. İşte onların çıplak özleri içinde ifade edilmiş halleri. Ben bunlardan üçünü ayırt edeceğim.

1. Tez: Felsefe bir bilim değildir. Felsefe bilimlerden ayrıdır. Felsefi kategoriler bilimsel kavramlardan ayrıdırlar.

Bu tez temeldir. Yazgısı üzerinde belirleyici noktaya işaret ediyorum: Madde kategorisi, maddeci felsefe için olduğu kadar ruhunu selamlamayı, yani ölümünü isteyen tüm felsefi yaradılışlı kimseler için de hassas bir nokta. Zaten Lenin de tüm yazılarında felsefi madde kategorisiyle bilimsel

madde kavramı arasındaki ayrımın Marksist felsefe için hayati önem taşıdığını söylemiştir.

“Madde, felsefi bir kategoridir” (Materyalizm ve Ampirio-kritisizm, s. 110).

“Maddenin, kabulü felsefi maddeciliği tanımlayan başlıca özelliği, nesnel bir gerçeklik oluşudur” (Materyalizm ve Ampirio-kritisizm, s. 238).

Sonuç olarak, aynı anda hem bir varoluş (existence), hem de bir nesnellik tezi olan felsefi madde kategorisi hiçbir zaman bilimsel madde kavramının içeriğiyle karıştırılmamalıdır. Bilimsel madde kavramları bilimlerin, nesneleri üzerine, gene bu bilimlerin tarihi durumuna göre olan bilgileri tanımlar. Bilimsel madde kavramının içeriği, bilimsel bilginin ilerlemesi, daha doğrusu derinleşmesiyle değişir. Hiçbir bilim nesnesine dayanmayıp, ancak bir nesne hakkındaki tüm bilimsel bilginin nesnelliğini belirten felsefi madde kategorisinin anlamı değişmez. Madde kategorisinin değişmesi mümkün değildir. O “mutlaktır”.2

Lenin’in bu ayrımdan çıkardığı vargılar son derece önemlidir. Önce o zaman “fizik buhranı” olarak adlandırılan şeyin doğrusunu yeniden koyar, fizik asla buhranda değil, fakat gelişme halindedir. Madde “ortadan kaybolmadı”. Yalnız bilimsel madde kavramı içerik değiştirdi ve gelecekte de durmadan değiştirmeye devam edecek, çünkü bilgilenme süreci (proces de connaissance) bizzat kendi nesnesinde bitimsizdir.

Fiziğin bilimsel sözde-buhranı ideologların, kendileri bilgin olsalar bile, sorumluluğunu açıkça materyalizme yükledikleri felsefi bir buhran ya da koma halidir. Maddenin yok olduğunu beyan ettikleri zaman bundan materyalizmin yok olması dileğinin sessizce ifade edilişi anlaşılmalıdır!

Ve, kendileri için ölüm çanları çalındığına inanmakta olan bir zamanların bu bilimsel filozoflarının tümünü suçlar ve tepeler Lenin. Bu şahsiyetlerden bugüne ne kaldı? Artık onları tanıyan kim var? Felsefe konusunda cahil olan Lenin’in en azından sağlam bir muhakemeye sahip olduğunu söyleyebiliriz. Hangi meslekten filozof, onun gibi, beklemeksizin, tereddüde düşmeyip, böyle eşsiz bir güven önünde ve böyle eşsiz bir güvenle, tümüne karşı, kaybedilmiş gibi görünen bir savaşa yapayalnız girmeyi bilmiştir? Birinin bize -o zaman nesnel olarak Lenin’in ampirizme ve historisizme karşı nesnel müttefiki olan Husseri dışında-böyle bir isimden söz etmesini isterdim. Husseri ise iyi “filozof’’ olduğuna ve “bir yere” varacağına inandığından geçici bir müttefikti ve Lenin’le buluşamazdı.

Fakat Lenin’in tezi o günün konjonktürünün daha da ötesine uzanır. Eğer felsefi madde kategorisini mutlak olarak her bilimsel kavramdan ayırt etmek gerekiyorsa, bundan felsefi kategorileri sanki bunlar kavramışçasına bilimlerin nesnelerine uygulayan materyalistlerin “yanılgı” (birbirine karıştırma) içinde oldukları sonucu çıkar. Örnek: Madde/ruh veya madde/bilinç gibi kategoryal karşıtların kavramsal kullanımına girişen kimsenin elinde olmadan yanlış akıl yürütme (paralogisme) durumuna düşmesi ihtimali büyüktür, çünkü “madde ve bilincin birbirlerine karşı çıkarılmasının dar sınırlar, yalnızca temel epistemolojik soruna (hangisi birincil, hangisi ikincildir? -yani felsefede-) ait sınırlar dışında mutlak anlamı yoktur. Bu sınırların (yani bilimlerin) ötesinde bu antitezin göreceliği çok açıktır” (Materyalizm ve Ampirio-kritisizm, s. 128).

Çok büyük önem taşıyan öbür vargılar, yani felsefe ve bilimler arasındaki ayrımın zorunlu olarak Lenin’in perspektifinde, tüm dogru’nun (bundan tüm bilimsel bilgi anlaşılmalı) tarihi sınırlan teorisi ile açıkladığı, mutlak doğru ile

görece doğrunun ayırt edilmesi teorisi (bu teoride tek bir kategoriler karşıtlığı altında ve aynı anda hem felsefe ve bilimler arasındaki ayrım, hem de bir bilimler tarihi teorisinin gerekliliği düşünülmüştür) olarak düşünüldüğü bir bilgilerin tarihi teorisi ufkunu açtığı olgusu üzerine duramayacağım.

Yalnızca aşağıda yer alan şu noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Felsefeyle bilimler, felsefi kategoriler ile bilimsel kavramlar arasındaki ayrım, temelde, ampirizm ve pozitivizmin tüm biçimlerine karşı radikal bir felsefi tavır alış teşkil eder Hem de bizzat bazı materyalistlerin ampirizm ve pozitivizmine karşı, naturalizme karşı, historisizme karşı (özellikle bu noktada Bogdanov’un historisizmine karşı Lenin’in polemiğinin şiddetini göz önüne alın) bir tavır alış.

İtiraf etmeli ki bazı formülleri koyuşunda eleştiri-öncesi, Kant-öncesi olduğu büyük gayretkeşlikle ilan edilen bir filozof adına bu o kadar kötü sayılmaz; hattâ şaşırtıcı, çünkü o zamanlar besbelli Kant ve Hegel’den bir satır bile okumamış, ama Berkeley ve Diderot ile yetinmiş olan 1908’in bu Bolşevik önderi, her nasılsa, o zamanın “eleştiri-üstü” felsefesinin din! konserinde pozitivist muhaliflerine karşı “eleştirel” bir anlayışı ve harikulade bir stratejik seçmeyi ortaya koyar.

En şaşırtıcı olan da şudur ki, Lenin anti-ampirist tavır alma çabalarını gene göstersel çerçevesi bakımından ampirist bir sorunsalın alanında gerçekleştirir. Nasıl olur da tümüyle ampirizm temeline dayalı kategoriler içinde düşünen ve fikirlerini ifade eden biri anti-ampirist hale gelebilir, işte paradoksal bir olay ki onu incelemek isteyen iyi niyetli filozoflar için küçük bir “sorun” teşkil ediyor her şeye karşın.

Yoksa bu felsefi sorunsal alanı, formülasyonlar, felsefi bildiriler, felsefi tavır alışlardan nispeten etkilenmez haldedir anlamına mı geliyor? Bu, felsefeyi meydana getiriyor görü-

nen bütünde aslında esaslı hiçbir şey olmuyor anlamına mı geliyor? Garip.

2. Tez: Felsefe bilimlerden ayrı olsa da, felsefeyle bilimler arasında ayrıcalıklı bir bağ vardır. Bu bağ materyalist gerçeklik tezince temsil olunur.

Burada iki nokta çok önemlidir.

Birincisi; bilimsel bilginin tabiatını ilgilendirir. Materyalizm ve Ampirio-kritisizm’de ima edilenler Felsefe Defterlerinde yeniden ele alınmış, geliştirilmiş ve derinleştirilmiştir. Lenin’in bilimsel pratik kavramının anti-ampirizm ve anti-pozitivizme de tüm anlamını veren bunlardır. Bu bakımdan Lenin gerçek bir pratikçi olarak bilimsel pratik hakkında konuşan bir şahit gibi ele alınmalıdır aynı zamanda. Marksist bir tarih, ekonomi politik ve sosyoloji teorisyeni olarak bilimsel pratiğinin, felsefi metinlerinde sadece daha genelleştirilmiş biçimde ele almakla yetindiği keskin epistemolojik yansımalarla sürekli eşleştiğini görmek için 1898-1905 yılları arasında Marx’ın Kapital’ine ayırdığı yazılarını ve Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi incelemesini okumak yeterli olacaktır.

Lenin’in burada, ampirist referanslarının (örneğin yansıma kategorisinin) bulandırabileceği kategoriler arasında, bir kez daha gün ışığına çıkardığı şey bilimsel pratiğin anti-ampirik oluşu, bilimsel soyutlamanın ya da daha doğrusu kavramsal sistematikçiliğin, daha genel anlamda da teorinin, belirleyici rolüdür.

Lenin siyasi bakımdan, kendiliğindenciliğe, yani halk kitlelerinin cevherce zenginliğine, yaratıcılığına, dehasına değil, fakat kitlelerin kendiliğindenliğinin sözle yüceltilmesi örtüsü altında onları yanlış bir politikaya alet etmek amacıyla sömüren bir siyasi ideolojiye yönelen “kendiliğindencilik” hakkındaki eleştirisiyle ünlüdür. Ama bilimsel pratik anlayışında da Lenin’in aynı tavrı benimsediği genellikle

gözden kaçıyor. Lenin “devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz” dediği gibi şunları da yazmış olabilirdi: Bilimsel teori olmaksızın bilimsel bilgi üretimi olamaz. Bilimsel pratikte teorinin gerekliliğini savunması, tam tamına siyasi pratikte teorinin gerekliliğini savunmasıyla çalışır. O zaman da kendiliğindenciliğe karşı (anti-spontaneisme) tavrı, anti-ampirizm, anti-pozitivizm ve anti-pragmatizmin teorik biçimine bürünür.

Fakat siyasette kendiliğindenciliğe karşı oluşu nasıl kitlelerin kendiliğindenliğine en derin saygıyı öngörüyorsa, teoride kendiliğindenciliğe karşı oluşu da öyle, bilgi sürecinde pratiğe en büyük saygıyı öngörür. Ne bilim ne de siyaset anlayışında Lenin bir an için bile teorisizm’e düşmez.

Bu birinci nokta İkinciyi anlamamızı mümkün kılar. Lenin’in gözünde maddeci felsefe sıkı sıkıya bilimsel pratiğe bağlıdır. Bu tezin iki anlamda kavranması gerektiğine inanıyorum.

Önce, son derece klasik ve tüm felsefeyi bilimlere bağlayan ilişkiler tarihinde ampirik olarak görebileceğimiz durumu örneklendiren bir anlamda! Lenin’e göre, bilimlerde olup bitenler felsefeyi son derece yakından ilgilendirir. Büyük bilimsel devrimler felsefede önemli düzeltmeler, yeniden düzenlemelere yol açar. Bu, Engels’in bilinen tezidir: Materyalizm her büyük bilimsel keşifle biçim değiştirir; Lenin’in materyalist felsefedeki zorunlu düzeltmeye yol açan belirleyici keşfin pek o kadar doğa bilimlerinden değil, daha çok tarih biliminden, tarihi maddecilikten geldiğini söyleyerek, doğa bilimlerindeki keşiflerin (hücre, evrimleşme, Carnot ilkesi vb.) felsefi sonuçlan karşısında büyülenen Engels’den farklı ve daha iyi biçimde göstererek savunduğu tez.

İkinci anlamda, Lenin önemli bir akıl yürütmeyi yardıma çağırır. Şimdi genel olarak felsefeden değil, fakat materyalist felsefeden söz etmektedir. Bu sonuncusu, bilimsel pratikte olup bitenlerle alabildiğine ilgilidir, ama kendine özgü bir biçimde, çünkü materyalist tezi çerçevesinde bilginlerin bilim nesnelerinin varoluşu ve bilgilerinin nesnelliği konusundaki “kendiliğinden” inançlarını temsil eder.

Lenin, Materyalizm ve Ampirio-kritisizm’de, doğa bilimleri uzmanlarından çoğunun en azından kendiliğinden felsefelerinin eğilimlerinden biriyle “kendiliğinden” materyalist olduğunu tekrarlamaktan geri durmaz. Bir yandan bilimsel pratikte kendiliğindenciliği savunan ideolojilerle (ampirizm ve pragmatizm) savaşırken öte yandan bilimsel pratiğin yürütülmesinde Marksist felsefe için son derece büyük önem taşıyan kendiliğinden bir materyalist eğilimin varlığını kabul eder. Böylece bilimsel bilginin özgüllüğünü düşünebilmek için gereken materyalist tezlerle, bilim alanındaki pratikçilerin kendiliğinden materyalist eğilimi arasında, gerek teorik, gerekse pratik bakımdan tek ve aynı materyalist varoluş ve nesnelik tezi olarak ifade edilen bir ilişki kurar.

Bilimlerle Marksist materyalist felsefe arasındaki ayrıcalıklı bağı belirtmekte Lenin’in bu ısrarına, burada, izin verirseniz Birinci Düğüm Noktası adını vereceğim! Belirleyici bir noktayla, bir dönüm noktasıyla karşı karşıya bulunduğumuzu ileri sürüyorum.

Ama tam da bilginlerin bu kendiliğinden felsefesinden söz edilirken bizi apayrı nitelikte başka bir belirleyici düğüm noktasına götüren önemli bir şey biçimlenir.

3. Tez: Lenin burada da Engels’in Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu adlı kitabında ortaya koyduğu klasik bir tezi yeniden ele alır, fakat ona geçmişte eşi olmayan bir derinlik kazandım. Bu tez iki eğilim, yani idealizm ve materyalizm arasında yüzyıllardır süren mücadelenin tarihi olarak anlaşılan felsefe tarihini nesne edinir.

Bu tezin, kabalık ve dobra dobralığıyla, meslekten filozofların büyük çoğunluğunun inançlarına cepheden vurduğunu itiraf etmeli. Lenin’i okumayı kabul etseler, bir gün edecekler elbette, felsefi tezlerinin pek de böyle ün kazandıkları kadar özet halinde bulunmadığını teslim edeceklerdir. Fakat, korkarım en derin inançlarını yaralama tehdidinde bulunan bu sonuncu tez karşısında şiddetle direnecekler. Bu onlara pek kaba, ancak halka açık tartışmalar, yani ideolojik ve politik tartışmalar için geçerli görünür. Tüm felsefe tarihinin son tahlilde materyalizm ve idealizm arasındaki mücadeleye indirgendiğini söylemek felsefe tarihinin bütün zenginliğini ucuza elden çıkarmak gibi gelir.

Aslında, bu tez, gerçekte felsefenin tarihi yoktur! demeye gelir, iki temel eğilim arasındaki çatışmanın tekrarından başka bir şey olmayan tarih nedir ki? Kavganın biçim ve önermeleri değişebilir, fakat felsefe tarihinin tümü yalnız bu biçimlerin tarihinden ibaretse, bunların bir çeşit hiçbir şeyine bir oyun haline gelmek üzere dönüşümü için, temsil ettikleri iki değişmez eğilime indirgenmeleri yeterlidir. Sonuç olarak, felsefenin tarihi yoktur; felsefe, sınırları içinde gerçekte hiçbir şeyin, hiçin bu tekrarından başka hiçbir şeyin olmadığı garip bir yerdir. Felsefede hiçbir şeyin olmadığını söylemek, felsefenin hiçbir yere gitmediği için hiçbir yere götürmediğini söylemek demektir: Açtığı yollar, Dietzgen’in Heidegger’den çok önce söylediği gibi, “Holzwege”, yani çıkmaz sokak sayılır.

Zaten, Materyalizm ve Ampirio-kritisizm’in ilk sayfalarından itibaren Mach’ın Berkeley’i tekrarlamaktan başka bir şey yapmadığını, kendisinin de buna karşı Diderot’nun tekrarını koyduğunu açıkladığı zaman Lenin’in de ima ettiği budur pratik olarak. Daha da kötüsü, sadece terimlerini farklı biçimde yerleştirmekle yetindikleri madde/akıl-ruh (esprit) karşıtlığı üzerinde anlaştıkları için Berkeley ve Diderot’nun birbirini tekrarladığı açıkça anlaşılır. Felsefelerinin hiçliği, felsefe teorisinde bu karşıtlığın yüz yüze getirdiği iki antago-

nist eğilimin didişmesini temsil eden değişmez kategoriyal karşıtlığın (madde/akıl-ruh) terimlerinin tersyüz edilişindeki hiçlikten başka bir şey değildir. Şu halde felsefe tarihi bu durmadan tekrarlanan tersyüz edilişin hiçliğinden başka hiçbir şey olamaz. Bundan da öte, bu tez Hegel’in, bizzat Engels’in önceki bir tersyüz edilişten ibaret saydığı Hegel’in, Marx tarafından tersyüz edilişi hakkındaki ünlü formüllere gerçek anlamlarını yeniden kazandıracaktır.3

Bu noktada, Lenin’in ısrarının tamamen sınırsız olduğunu kabul etmek gerekir. En azından Materyalizm ve Ampirio-kritisizm’de (çünkü Felsefe Defterleri’nde bu noktada üslubu değişir) felsefenin “nesnesini” düşünmeye çalışırken kullandığı tüm farkları, tüm ayrımları, incelikleri, tüm teorik kurnazlıkları gemiden safra atar gibi elden çıkarır: Bunların tek amacı, tüm felsefenin kendini adadığı tartışmanın gerçek konusunu -materyalizm ve idealizm arasın-

daki temel eğilimler savaşını- maskelemek olan safsatalar, kılı kırk yarmalar, profesör dilbazlıklan, tertipler ve uzlaşmalardan başka bir şey değildir. Siyasette olduğu gibi bu alanda da üçüncü yola, orta yolculuğa, iki tarafı birden idare etme konumuna yer yoktur. Temel olarak yalnız idealistler ve materyalistler vardır. Kendilerini açıkça bunlardan biri olarak ilan etmeyenlerin tümü “utangaç” materyalist veya idealisttirler (Kant, Hume).

Şu halde daha da ileri gitmek ve felsefe tarihi, gerçekten tek ve aynı mücadeleyi sonucuna vardıran muhakemelerin yeniden incelenmesiyse, felsefenin sadece bir eğilimler savaşı, Kant’ın sözünü ettiği Kampfplatz olduğu sonucuna varırız; ama bu da bizi ideolojik mücadelelerin katıksız ve basit öznelliğine getirip bırakır. Bu da, doğrusunu söylemek gerekirse, felsefenin, bir bilimin bir nesneye sahip olması anlamında, nesnesi olmadığını söylemektir.

Lenin işi bu noktaya vardırıyor; bu da, Lenin’in bir düşünür olduğunu ispatlıyor. İdealizmin ilkeleri nasıl kanıtlanamazsa (ya da çürütülemezse: Diderot’yu rahatsız eden de budur) materyalizmin nihai ilkelerinin de kanıtlanamayacağını beyan eder. Kişi bunları kanıtlayamaz, çünkü nesnelerinin özelliklerini elle tutulur biçimde gösteren biliminkiyle kıyaslanabilir bir bilginin nesnesi olamaz bunlar.

Şu halde felsefenin nesnesi yoktur. Şimdi her şey yerli yerine oturuyor. Eğer felsefede hiçbir şey olmuyorsa, bu tümüyle felsefenin bir nesneye sahip olamayışındandır. Bilimlerde gerçekten bir şeyler olup bitiyorsa, bu, onları bir tarihe sahip kılan ve hakkındaki bilgiyi derinleştirebilecekleri bir nesneye malik olmalarındandır. Felsefenin nesnesi olmadığından, onun sınırlan içinde hiçbir şey cereyan etmez. Tarihinin hiçliği nesnesinin hiçliğini tekrarlamaktadır sadece.

Burada, bu ünlü eğilimlerle ilgili İkinci Düğüm Noktası’na yaklaşmaya başlıyoruz. Felsefe sadece, kategoriler biçimi altında eğilimlerin temel çatışmalarını temsil eden tartışmaları yeniden ince eleyip sık dokuyarak gözden geçirmek ve ağzında gevelemekle yetinir. Felsefenin gevezece temsiline sahne olduğu bitimsiz, anlamsız tersyüz edilişi, madde/akıl-ruh temel kategoriyal karşıtlığının tersyüz edilişini besleyen eğilimlerin felsefede adı konmayan çatışmasıdır. Öyleyse bir eğilim kendini nasıl ortaya koyar? Karşıtlığın terimleri arasında kurduğu hiyerarşik düzende, bir egemen olma düzeni içinde, Lenin’e kulak verelim:

Bogdanov yalnız Beltov’u tartışıyormuş gibi davranarak, Engels’i suskunluk içinde atlayıp geçerek, bir felsefi eğilim için maddenin birincil, akıl-ruh’un ikincil olduğunu, öteki eğilimin de bunun tersini savunduğunu dile getiren formülünün “tekranndan” başka bir şey olmadığı görünen bu tanımlara (“Marksist”lerimiz, bu tanımı yapanın Engels olduğunu nedense unutuyorlar) tepki gösterir. Tüm Rusyalı Mach’çılar da kendilerinden geçmiş bir halde Bogdanov’un karşı çıkışını yankılandırırlar. Halbuki pek derin olmasa da biraz düşünmek, temelde, içlerinden hangisinin birincil, hangisinin ikincil kabul edildiğini belirtmek dışında bilgi teorisinin bu iki nihai kavramını tanımlamanın imkânsızlığını onlara kanıtlamaya yeterdi. Bir “tanım yapmak” ne demektir? Bu her şeyden önce, verili bir kavramı daha kapsamlı bir başka kavramın içine sokmak anlamına gelir… Şimdi sorun varoluş ve düşünce, madde ve duyum, fiziksel ve psişik kavramlarından, bilgi teorisinin kullanmakla işlerlik kazandığı bu kavramlardan daha kapsamlı kavramlar olup olmadığıdır. Hayır, bunlar günümüze kadar epistemolojinin aşamadığı nihai, en açık, en geniş kapsamlı kavramlardır (her zaman yer alması mümkün olan terminolojideki değişiklikler bunun dışında tutulmuştur). Bu iki “dizi” nihai ve son derece geniş kapsamlı kavramın “sadece bir tekrarından” başka anlam taşıyacak tanımını talep etmek ancak şarlatanlık ya da akılsızlığın gereği olabilir: iki kavramdan birini birincil kabul etmek zorunludur (Materyalizm ve Ampirio-kritisizm, s. 146).

Biçimsel olarak, felsefede sürüp giden hiçlik demek olan tersyüz ediliş, ima ettiği sessiz söylemi4 bakımından boş ve anlamsız değildir; daha doğrusu bir yıkılışın yol açtığı sonuçtur, karşıt hiyerarşi tarafından yeri doldurulan bir önceki hiyerarşinin yıkılışının yol açtığı bir sonuç.5 Tüm felsefi sistemlere kumanda eden nihai kategoriler arasında felsefenin kozu, bu hiyerarşinin anlamı, yani, bir kategorinin ötekilere, egemen kılınmasının anlamıdır; felsefede, kaçınılmaz olarak iktidarı ele geçirmeyi, (iktidara gelmeyi) düşündüren bir şeydir bu. Felsefi bakımdan iktidara gelmenin bir nesnesi olmadığını söylemek gerekir. İktidara gelmek, bu hâlâ saf teorik bir kategoridir denebilir mi? İktidarı ele geçirmek (veya iktidara gelmek) siyasi niteliklidir, nesnesi yoktur fakat bir amacı vardır: Yalnızca iktidar; bir hedefi vardır: İktidar olmanın sonuçlan.

Burada, Lenin’in Engels’e kıyasla ne yenilik getirdiğini görmek için bir an durmak gerekir. Çoğu zaman sadece nüanslardan ibaret saydığımız bir şeyin sonuçlarını gerçekten

ölçmek istiyorsak, katkısının çok büyük olduğunu söylemeliyiz.

Marx üzerine çalışırken şaşırtıcı deha pırıltıları gösteren Engels’in düşünmesi Lenin’le kıyaslanamaz. Çoğunlukla farklı tezleri yan yana getirir, ama bunları ilişkilerinin birliği içinde düşünmeyi her zaman başaramaz.

Daha da kötüsü: Kendini hiçbir zaman Alman İdeolojisinden gelen belirli bir pozitivist temadan gerçek anlamda kurtaramadı. Sistemli bir biçimde incelenmesini salık vermesine karşın, ona göre felsefe ortadan kalkmalıdır, çünkü felsefe geçmişte bilim için gerekli olan felsefi kategorilerin haddelenerek biçimlendirildiği bir zenaatkârın laboratuvarından başka bir şey değildir. O dönem geçmiştir artık. Felsefe görevini tamamlamıştır. Şimdi yerini bilime bırakmalıdır. Bilimler ilişkilerinin birleştirici, bütünleyici organik sistemini bilimsel anlamda gösterme durumuna geleli beri, artık ne bir doğa felsefesine (Naturphilosophie) ne de bir tarih felsefesine (Geschichtephilosophie) ihtiyaç kalmıştır.

Felsefe için ne kalır bunların dışında? Bir nesne: Diyalektik, yani düşüncenin ve doğanın en genel kanunları (ama bu kanunları da bilimler sağlar). Öyleyse bilimler tarihinden çıkarılabilecek olan düşüncenin kanunları kalıyor geriye. Şu halde felsefe bilimlerden gerçek anlamda ayrı değildir; onun için Engels, bilimlerin bir bilgilenme (bilgi edinme) süreci olduğunu bilmesine karşın, materyalist olmanın doğayı “yabancı hiçbir şey katmaksızın” olduğu gibi kabul etmek anlamına geldiğini söylediğinde, kendini pozitivizmden gerçek anlamda kurtarmış değildir.6 Engels’e göre, her

şeye karşın felsefenin bir nesnesi olmasının nedeni budur; ama paradoksal olarak idealizmi hoşnutsuz kılmayacak saf düşüncedir o zaman bu felsefe. Örneğin bugünlerde, kendisinin de itiraf ettiği gibi, Engels’in adı arkasına sığınan Levi-Strauss ne yapıyor? O da düşüncenin kanunlarını ya da diyelim ki yapılarını, inceliyor. Ricoeur, haklı olarak, Levi-Strauss’un Kant eksi deneyüstü özne (le sujet transcendantal) olduğunu kendisine söyledi. Levi-Strauss da bunu yalanlamadı. Gerçekten de felsefenin nesnesi saf düşünceyse, Engels’in adı ortaya atılabilir ve deneyüstü öznesi çıkarılmış bir Kantçı olunabilir.7

Aynı güçlük başka türlü de dile getirilebilir. Felsefenin nesnesi olan diyalektik bir mantıktır deniyor. Felsefe gerçekten mantığın nesnesini kendine nesne edinebilir mi? Öyle görünüyor ki artık mantık felsefeden uzaklaşmaktadır her geçen an: Mantık bir bilimdir.

Elbette, Engels aynı zamanda iki eğilim tezini de savunmaktadır, fakat bir yanda maddecilik ve diyalektik, öte yanda yalnızca bilimsel ilerleme tarafından belirlenen felsefi ilerleme ve eğilimler savaşı; işte birlikte düşünülmesi, daha doğrusu düşünülmesi güç olan şey: Engels bunu yapmaya çalışır, ama, kelimelerini sözlük anlamında kabul etmeden ele almaya hazır olsak bile (uzman olmayan biri söz konusu olduğunda istenebileceklerin en azı), onda öze ilişkin bir şeyin eksik olduğu çok açıktır.

Bu onun, düşünebilmek için düşüncesinin özünde bulunması gereken bir şeyden yoksun olduğunu söylemek demektir. Lenin sayesinde bunun bir ihmal olduğunu anlayabiliyoruz, çünkü Engels’in düşüncesinde eksik olan, Lenin’in ona kattığıdır.

Lenin’in katkısı son derece tutarlı bir düşünce oluyor; bu düşünce içinde bazı boşluktan, ama çok anlamlı boşluktan çevreleyen belirli sayıda radikal tez yerleştirmiş. Bu düşüncenin merkezinde de felsefenin nesnesi olmadığını, yani felsefenin sadece bilimlerle sürdürdüğü yalın ilişki aracılığıyla açıklanmaması gerektiğini ifade eden tez yer alır.

İkinci Düğüm Noktası’na yaklaşıyoruz, fakat oraya varmadık henüz.

Louis Althusser
Kaynak: Lenin ve Felsefe

1 – Akademik felsefe açısından Kant önemli bir aşamayı temsil eder. Felsefe ancak Kant’la birlikte gerçek felsefi eleştiri ölçütlerini kazanmıştır. Onun için akademik felsefeden Kant öncesi, eleştiri-öncesi felsefe, Kant sonrası da eleştiri-sonrası felsefe olur. Lenin, Kant’ın getirdiği ve akademik felsefenin kabul ettiği eleştiri ölçütlerine hiç aldırış etmeden, on sekizinci yüzyılın, karşıt kutuplarım Hume ile Diderot’nun temsil ettiği eleştiri-öncesi felsefi sorunsalına dalar.
2 – Bkz. “Lenin ve Felsefe” giriş yazısı. 70
3 – Burada şunu ima ediyor Althusser. Marx’ın, başı üstünde duran Hegel’i ayaklan üstüne koyması, Marksist diyalektikle Hegelci diyalektik arasındaki ilişki anlatılırken sık sık başvurulan ünlü bir benzetmedir. Böyle bir açıdan bakıldığında, Marksist diyalektik, Hegelci diyalektiğin tersyüz edilmiş şeklinden ibarettir.
Althusser, böyle bir tersyüz edilmeyi, felsefenin, başından beri, “madde/ruh” karşıtlığının kavga alanı olması anlamında geçerli sayıyor. Ancak, ona göre, böyle bir tersyüz etme, kendi başına, felsefe tarihinde yeni bir şeyi başlatmaz, başka bir söyleyişle, başından beri tarih-dışı olan felsefeye bir tarih kazandırmaya yetmez.
Ayrıca, Hegel’in felsefesi zaten döngüsel bir felsefe olduğu için, başı veya ayağının nerede olduğunu tespit etmek de mümkün değildir. Onun “ruh” dediği yerde “madde” demek bile pek mümkün değildir, çünkü Hegel’de bir belirleyici yoktur, çünkü her şey kendini belirlemiştir.
Şu halde Marksizm, idealizm karşısında taraf tutması bakımından, Hegelci felsefeyi tersyüz etmiş sayılabilir. Ama Marksizm aynı zamanda felsefenin yeni bir pratiğini de başlatmıştır. Şu halde, Hegel’i tersyüz etmenin ötesinde bir şey yapmış olmalıdır Marksizm. Bu, artık Hegel’le açıklanamaz, çünkü Hegel’in sorunsalına bağlı kalarak yapılacak bir açıklama, Marksizm’in gerçek niteliğini aydınlatmak bakımından yetersiz olacaktır. İşte Marksizm’in yeni felsefe pratiğini kurmak için bundan sonra gireceğimiz çabada, Hegel’i bütünüyle bir yana bırakıp Marx’ın özgül felsefi katkısını düşünerek işe başlamalıyız.
4 – Söylem: Bu kelimeyi “discourse” karşılığı kullanmayı öneriyoruz. Türkçe karşılık bulması güç bir kavram bu. Discourse, bir konuşma anlamına geldiği gibi (Descartes’ın Yöntem Üstüne Konuşma’sında olduğu şekilde), bundan daha çok, bir muhakeme, bir akıl yürütme anlamını da taşıyor. Bu anlamda, “bilimsel bir söylem”, akıl yürütme tarzı bilimsel olan bir “konuşma”, “felsefi bir söylem”, akıl yürütme tarzı felsefi olan bir “konuşma” anlamına gelir.
5 – Burada kategorilerin hiyerarşisi ile felsefede oluşturulmuş bütün kategorilerin, belli bir tarihte ve belli bir filozof tarafından, gene “madde”ruh” kutuplarından birinin egemenliği altında hiyerarşik olarak yeniden kademelendirilmesi anlatılıyor. Böylece, felsefe politikanın teori alanına yansıtılması demek olduğuna göre, felsefe içinde bir kategori, iktidara getirilmiş oluyor. Bu iktidara geliş, tıpkı gerçek politikada olduğu gibi, felsefenin bir nesnesi olduğunu göstermiyor, yalnızca bir amacı ve bir hedefi olduğunu gösteriyor.
6 – Marksist olmayanlar, Marksizm’i yeni bir pozitivizm olmakla suçlarken, Engels’in söz konusu metinlerini kaynak göstermişlerdir. Burada sözü uzatmamak için, bu dalgınlığın, büyük bir ihtimalle, Engels zamanına kadar bütün bilimlerde var olan çok köklü ampirizmin yeterince eleştirilmemesinden ileri gelebileceğini hatırlatalım.
7 – Levi-Strauss ve öteki strüktüralistlerin başlıca işleri, düşüncenin yapılarını incelemek. Engels de bir bakıma felsefeye buna benzer bir ödev verdiği için, Engels’e atıf yaparak, bu işi Marksist bir anlayışla sürdürdüklerini söyleyebiliyorlar. Kant’ın felsefesinin büyük kısmı da bilginin ne olduğunun araştırılması olduğuna göre, onun, emperatif kategoriler gibi ampirik olmayan bilgileri ve deneyüstü öznesi sahneden çıkarıldıktan sonra, yani Kant bir çeşit “maddecileştirildikten” sonra, aradaki ayrım bir hayli azalır. Althusser, Marksist felsefenin yalnız bir bilgi teorisi ya da bir mantıkla sınırlanmasına da karşı.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz