Ludwig Wittgenstein’ın 19. yüzyılın en önemli düşünürü dediği Kierkegaard, Şimdiki Çağ: Başkaldırının Ölümü Üzerine’de medyanın gücünü felsefi göstergelerle ortaya koyuyor.
Varoluşçuluğun babalarından biri olarak kabul edilen Kierkegaard’ın bu kitabını okurken işlediği toplumla -aradan yüzyıllar geçmesine rağmen- şimdiki çağdaki toplum arasındaki benzerlikleri okuyunca şaşıracak ve medyanın insanlar üzerindeki etkisini bir kez daha göreceksiniz.
KİTAPTAN ON ALINTI
Asil ve iyi eylemler çağı geride kaldı, şimdiki çağ ise peşinen tanınmış olduğunda bile beklenti çağıdır. Kimse belirli bir şeyi yapmaktan tatmin olmuyor, herkes hiç olmazsa yeni bir kıtayı keşfetmiş olmanın yanılsamasına yaslanan düşüncesiyle pohpohlanmış hissetmek istiyor.
Bizim çağımız özünde anlayış çağıdır ve ortalama olarak belki de herhangi bir önceki nesilden daha bilgilidir, ancak tutkusuzdur.
Herkes çok şey biliyor; hepimiz hangi yöne gitmemiz gerektiğini ve gidebileceğimiz tüm farklı yolları biliyoruz, ama kimse hareket etmeye istekli değil.
Sonunda biri içindeki yansımayı yenebilseydi ve harekete geçseydi, o zaman hemen binlerce yansıma bir dış engel oluşturacaktı. Yalnızca bir planı yeniden gözden geçirme önerisi coşkuyla karşılanır; eylem tembellikle karşılanır.
Devrimci çağ bir eylem çağıyken bizim çağımız reklam ve tanıtım çağıdır.
Eğer insan olma kapasitesine sahipseniz, tehlike ve düşünceliliğiniz üstünde, var oluşun haşin hükmü, sizden bir insan çıkarmaya yardım edecektir…
Halkla aynı görüşü benimsemek aldatıcı bir tesellidir, çünkü halk yalnızca soyut olarak oradadır. Bu sebeple hiçbir çoğunluk halkın olduğu kadar kesin haklı ve muzaffer olamazken, birey için çok da fazla teselli edici değildir; çünkü halk tüm kişisel teması yasaklayan bir hayalettir.
Halk pişman olmaz – o, hiçbir şeyi gerçekten küçümsemez; sadece küçük bir eğlencenin peşindedir.
Halk her şey olduğu kadar bir hiçtir, iktidarlar arasında en tehlikelisi ve en siliğidir: Adamın biri ortaya çıkıp halk adına tüm ulusa seslenebilir ve halk hâlâ tek bir gerçek insandan daha azdır, her hâlükârda önemsizdir. ‘Halk’ nitelemesi tefekkür çağının aldatıcı bir hokkabazlığı eliyle üretiliyor; bu yolda kendisini bu canavarla özdeşleştiren birey üzerinde, somut gerçekliklerin yoksul göründüğü bir karşılaştırmada göklere çıkaran çağ eliyle…
İnsan ve insan arasındaki sadakatsizlik ve sadakatten yakınmak dünyada alışılmadık bir şey değildir ve çoğu zaman durum gülünçle sınırlanır.
İlişki bir farklılık ilişkisi değil, ne yazık ki, karşılıklı benzerliğin sadık bir imgesi, iki değişmiş kişi arasındaki ilişkidir.
Yeni yanlış anlamalar, her biri ayrı ayrı kendini suçlamak ve anlayış bulmak yerine, her biri diğerinin suçlayıcısı olarak birlikteliklerini sürdürüyor.
Hepsinden önce birey kendi düşüncesinin bağlarını koparmalıdır, bunu yapana değin özgür değildir. Bunun yerine, kendisini etrafındakilerin düşünceleriyle yapılanmış muazzam hapishanede bulur, çünkü kendi düşüncesiyle kurduğu ilişki nedeniyle o etrafını çeviren düşünceyle de aynı zamanda kesin bir ilişkisi vardır.
Konuşkanlık nedir?
Konuşmak ile susmak arasındaki hayati ayrımı ortadan kaldırmanın sonucudur.
Yalnızca özünde nasıl sessiz kalacağını bilen biri gerçekten konuşabilir ve eylemde bulunabilir.
Sessizlik, içselliğin, içsel yaşamın özüdür.
Kendini kaybetmişleri veya her anlamda bütünüyle yoldan çıkmış olanları anmayacağım bile: Onlar para için köpek rolünü oynayanlardır…
İnsanın hiçbir şeye saygı duymamakta ısrar ederek sürekli yükseklerde kalmaya yetersiz olması insan doğasının asli bir hakikatidir.
Bugünün gençleri arasında herhangi bir konuyu derinlemesine kavrayışla, dört başı mamur bir şekilde öğrenme neredeyse düşünülemez; bunu gülünç bulacaklardır.
KİERKEGAARD VE BİREYİN İNŞASI
Fransız Devrimi toplumsal yapının temelinde meydana gelen önemli bir dönüşüme işaret eder. Monarşiye ve mutlak tahakküme karşı başlatılan isyan yepyeni bir ‘yurttaşlık’ kavramının önünü açarak, farklı bir düşünsel zeminin oluşumuna ortam hazırlar. Yurttaşlığın sırtını yasladığı birey çözümlenmesi, belki de inşası gereken bir mevcudiyet halini alır. 19. yüzyıla damga vuran düşünürlerden Søren Kierkegaard da felsefi anlayışı itibariyle ve kullandığı kavramlarla, merceğini bireye çevirecek olan varoluşçuluğun erken dönem temsilcilerinden ve öncülerinden biri olur. Kierkegaard’a ait, Paris Yayınları tarafından Bülent Tokdemir’in çevirisiyle Türkçeye kazandırılan ‘Şimdiki Çağ: Başkaldırının Ölümü Üzerine’, bireyi esas alan yazarın medyaya, toplumsallığa, dine, otoriteye yönelik çarpıcı tespitlerini barındırıyor.
Din ve felsefe
Kierkegaard’ın düşünce dünyasını ve onu birey üzerinden düşünmeye sevk eden koşulları anlamak için onun nasıl bir ailede ve dönemde doğduğuna bakmak gerekiyor. 1813’te, Kopenhag’da doğan Kierkegaard, sıkı bir Hıristiyan olan babasının teşviki üzerine çocukluğunda katı bir din eğitimi aldı. Çocuk yaşlarda böyle bir arka plana sahip olması, Kierkegaard’ın gelecekte felsefe alanında yön ararken bir dayanak noktası oluşturmasını sağlayacaktı. Dini, inanç sahasında kabul eden Kierkegaard, birey üzerine düşünürken dönemin felsefi akımlarından etkilendi. Hegel’in sistematik felsefesine ve onun ortaya koyduğu bütünselliğe mesafeli yaklaştı. Felsefe dünyasını o dönemde etkisi altına alan bu yaklaşımın bireyi görmezden geldiğini savundu. Bu açıdan, Kierkegaard’ın iki ayrı yazısından oluşan ‘Şimdiki Çağ Başkaldırının Ölümü Üzerine’ 19. yüzyılın bu önemli düşünürünün bireyci felsefesine ve toplum eleştirisine iyi bir bakış sunuyor.
Kitaba ismini veren ilk bölümde, Kierkegaard 1789 Fransız Devrimi’ni izleyen dönemin bir eleştirisini yapıyor. Tefekkür meselesini ele alırken, eylemin temeline ‘tutku’ kavramını yerleştiriyor. Hegel’in başını çektiği sistematik felsefenin getirisi olan bu tefekkürün miskinliğe yol açacağını dile getiren Kierkegaard, yanıltıcı olması muhtemel emareler üzerinden düşünmenin negatif bir durum olduğundan bahsediyor. Din değiştirme söz konusu olduğunda ise Kierkegaard bunun temelinde ataletin yattığını söylüyor. Bu tür bir paradoksla düşüncelerini ifade ederken, halk kavramını da masaya yatırıyor.
“Halk ev sahibidir, tüm insanların bir araya gelmiş halinden daha da kalabalıktır, ancak, asla gözden geçirilemeyecek bir bedendir, hatta temsil dahi edilemeyecektir; çünkü bir soyutlamadır.”
Bu durumun, halkın devlet tarafından araçsallaştırılmasının önünü açtığını anlamak pek güç değil. Tahakkümün her türlüsüne karşı duran Kierkegaard, bu konuda da tavrını ortaya koyuyor. Dinin kurumsallaşmasına karşı çıkarak bireyin Tanrı’nın inayetini bizzat hissetmesi gerektiğini savunuyor. Devlet tarafından dayatılan dini kimliğin inancın doğasına ters olduğunu dile getirirken, bireyin yerini alan halkı ‘iktidarların en tehlikelisi ve en siliği’ şeklinde nitelendiriyor. Bireye de darbe vuran bu dönüşümden sıyrılmanın Tanrı’yı keşfetmekten geçtiğini belirtiyor.
Kitabın ikinci bölümünde ise Kierkegaard, farklı konular üzerine yoğun tartışmaları bir kenara bırakıp din meselesine yoğunlaşıyor. ‘Deha ile Havari Arasındaki Fark’ başlıklı bu bölümde Kierkegaard parlak zekâyla Aziz figürünün karşılaştırmalı bir analizini yapıyor. Kierkegaad’ın nasıl bir dindar olduğunu anlaşılır kılacak bu yazı, maddi ve ilahi olan arasında bir ayrım oluşturuyor. Otoriteye dair önemli tahlillerde bulunurken, bunu Tanrı’ya olan inançla bağdaştırması farklı bir yorumun önünü açıyor. Kierkegaard, şüpheciliğin, otorite yoksunu kişilerin kendilerini Tanrı’yla aynı kefeye koymalarını sağladığını belirtiyor. İlahi otoritenin gücünü inançtan aldığını ve bu nedenle maddi gerçekliğin aksine derinlemesine ele alınamayacağını dile getiriyor. Dehayı estetik sahasına dâhil ederken, inancın böyle bir şemsiye altında düşünülemeyeceğine vurgu yapıyor.
Wittgenstein’a göre…
Kendinden sonra gelen felsefecileri derinden etkilemiş, Wittgenstein’ın 19. yüzyılın en önemli düşünürü dediği Søren Kierkegaard’ın bireyi farklı katmanlarıyla ele alan, iki bölümden oluşan ‘Şimdiki Çağ Başkaldırının Ölümü Üzerine’ Fransız Devrimi’ni izleyen döneme ışık tutuyor. Devrim çağının tutkusunun yerini nasıl derin bir tefekkürün aldığını anlatan Kierkegaard, ataletin karşısında eylemin sürekliliğini savunuyor.
Artun Gebenlioğlu
10.07.2017 – Agos
Şimdiki Çağ: Başkaldırının Ölümü Üzerine, Yazar: Søren Kierkegaard, Çeviri: Bülent Tokdemir, Paris Yayınları, 96 sayfa.