ERICH FROMM: YAŞANTIMIZI BOZMAMAK, RAHATIMIZI KAÇIRMAMAK İÇİN GÖZLERİMİZİ KAPATIYORUZ!

ŞU ANDA NEREDEYİZ VE YOLUMUZ NEREYE VARACAK?

On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıl sanayiciliğinden geleceğe giden yörüngedeki kesin konumumuzu belirlemek güç. Nerede olmadığımızı söylemek daha kolay. Serbest yatırımcılığa doğru gitmiyoruz, hızla ondan uzaklaşıyoruz. Daha büyük ölçüde bireyciliğe giden yolda değiliz, giderek artan ölçüde başkaları tarafından yönetilen bir kitle uygarlığı haline geliyoruz. İdeolojik haritalarımızın gittiğimizi söylediği yöndeki yerlere doğru gitmiyoruz. Tümüyle farklı bir yönde uygun adım ilerliyoruz. Bazıları yönü çok açık bir şekilde görüyorlar; bunlar arasında o yolu iyi karşılayanlar var, ondan korkanlar var. Ama çoğumuz, gerçeklikten farklı haritalara bakıyoruz — İÖ 500 yılındaki dünya haritası kadar gerçeklikten farklı. Haritalarımızın sahte olduğunu bilmek yeterli değil. İstediğimiz yönde gidebilmemiz gerekliyse, doğru haritaları elimizde tutmamız önem taşıyor. Yeni haritanın en önemli özelliği, Birinci Sanayi Devrimi evresini geçtiğimizi ve İkinci Sanayi Devrimi evresine başladığımızı belirtmesidir.

Birinci Sanayi Devriminin belirleyici özelliği, canlı (hayvanlardaki ve insanlardaki) enerjinin yerine mekanik (buhar, benzin, elektrik ve atom) enerjinin geçmiş olmasıdır. Bu yeni enerji kaynakları, sınai üretimde köklü bir değişimin temeli olmuşlardı. Bu yeni sınai gizilgüce bağlı olarak, bugün, sahipleri tarafından yönetilen, birbiriyle rekabet eden ve işçileri sömürerek, kâr payları konusunda onlarla savaşan ve çoğunu küçük — ya da orta çaplı — smai kuruluşlar diye andığımız belli bir tip smai örgütlenme ortaya çıktı. Orta ve üst sınıf üyesi tıpkı evinin efendisi olduğu gibi, kendi kuruluşunun da efendisiydi ve kendisini, geleceğinin de efendisi sayıyordu. Beyaz derili olmayan nüfusun acımasızca sömürülmesi, ev yaşantısındaki yenilikçi düzenlemeler, yoksullara karşı giderek artan iyileştirici yaklaşımlar ve giderek, bu yüzyılın birinci yarısında, işçi sınıfının uçurumun dibindeki yoksulluktan görece olarak rahat bir yaşantıya kavuşması olgularıyla atbaşı gitti.

Birinci Sanayi Devrimini, şu anda başlangıcına tanık olduğumuz İkinci Sanayi Devrimi izliyor. Bu devrimin belirleyici özelliği, yalnızca canlı enerjinin yerine mekanik enerjinin geçirilmesi değil, insan düşüncesi yerine makinaların düşünmesinin geçirilmekte olduğudur.

Sibernetik ve otomasyon (“sibernasyon”) önemli teknik ve örgütsel sorulara yanıt vermede, insan beyninden çok daha hızlı ve çok daha hassas işleyen makinalar kurmaya olanak veriyor. Sibernetikleşme, yeni bir tür ekonomik ve toplumsal örgüt oluşturma olasılığı yaratıyor. Görece olarak az sayıda dev kuruluş, ekonomi makinasının merkezi haline geldi, pek de uzak olmayan bir gelecekte, bu makinayı tümüyle onlar yönetecek.

Yasal olarak yüz binlerce hisse senedi sahibinin mülkü olan kuruluş, kendi kendini sürekli yenileyen bir bürokrasi tarafından (ve de salt kolaylık olsun diye, yasal sahiplerden bağımsız olarak) yönetilmekte. Özel iş kuruluşlarıyla hükümet arasındaki işbirliği öylesine sıkı hale gelmekte ki, bu işbirliğini oluşturan öğeler giderek artan hızla birbirinden ayırt edilemez hale geliyor. Amerika’da nüfusun büyük çoğunluğunun karnı tok, iyi evlerde oturuyorlar ve iyi eğlendiriliyorlar; hâlâ standart koşulların altında yaşayan “gelişmemiş” Amerikalılar sektörü de her halde yakın bir gelecekte bu çoğunluğa katılacaktır.

Bireyciliği, özgürlüğü ve Tanrıya inanmayı öğütlemeyi sürdürüyoruz, ancak, hazcı maddeciliğin ilkelerine uygun olarak gelişen ve düzen adamının tek amacı haline gelen ortama uyma gerçekliğiyle karşılaştırıldığında bizim bu öğütlerimiz aşınmakta.

Eğer toplum durduğu yerde dursaydı — bir birey ne kadar olduğu gibi kalırsa o da o kadar az başarabilir bu işi — durum şimdi olduğu kadar kötü olmazdı. Ama şu anda yalnızca ucunu gördüğümüz ve hızla yükselmekte olan yeni bir toplum türü ve yeni tür bir insan yaşantısına ulaşma yönünde ilerlemekteyiz.

2000 YILININ İNSANLIKTAN ÇIKMIŞ TOPLUMUNUN GÖRÜNÜŞÜ

Nükleer savaş o güne dek insan ırkım yok etmemişse, 2000 yılında ne biçim bir toplum ve ne biçim bir insan ortaya çıkacak?
Eğer insanlar Amerikan toplumunun içinde bulunması olası durumunu bilselerdi, büyük bir çoğunluk değilse de çoğunluk, öylesine büyük bir korkuya kapılırdı ki, gidişi değiştirebilecek önlemler almaya girişirdi. Eğer insanlar, gitmekte oldukları yönün farkında değillerse, artık çok geç olduğunda ve yazgıları iflah olmaz şekilde belirlendiğinde uyanacaklardı. Ne yazık ki, büyük bir çoğunluk, nereye gittiklerinin farkında değildir. Tarım toplumu, yiyecek toplayıcı ve avcı toplumundan ne kadar farklıysa, ulaşmakta oldukları yeni toplum da, Yunan j/e Roma toplumlarıyla orta çağ toplumlarından, geleneksel sanayi toplumlarından o kadar farklıdır — ve insanlar, bunun farkında değiller. Çoğu kişi, hâlâ birinci Sanayi Devrimi kavramlarıyla değerlendiriyor toplumu. Elli yıl önceki insanlardan daha çok ve daha iyi makinalara sahip olduğumuzu görüyor ve bunu gelişme olarak değerlendiriyorlar. Dolaysız siyasal baskı yokluğunun, kişisel özgürlüğe kavuşmanın belirtisi olduğunu sanıyorlar. Onların gözündeki 2000 yılı, insanoğlunun orta çağların sonlarından beri beslediği özlemlerin tam olarak gerçekleştiği yıldır. Bunlar, 2000 yılının, insanların özgürlük ve mutluluk elde etme savaşımı verdiği bir dönemin tamamlanışı ve mutlu sonu değil de, insanın artık insan olmadığı, düşünmeyen, hissetmeyen bir makinaya dönüştüğü bir dönemin başlangıcı olabileceğini göremiyorlar.

İnsanlıktan çıkmış yeni toplumun getireceği tehlikelerin, ondokuzuncu yüzyılın sezmesini bilen akılları tarafından açıkça belirtilmiş olması ilginçtir; ve bu kişilerin karşıt siyasal görüşü benimsemiş insanlar olması görüşlerini daha da etkileyici kılmaktadır.1
Disraeli gibi bir tutucu ve Marx gibi bir toplumcu, üretimin ve tüketimin denetimsiz büyümesinden doğacak insana yönelik tehlikeler konusunda aslında aynı görüşü dile getirmekteydi. Her ikisi de, insanoğlunun makinaya ve kendisinin giderek artan hırsına, doymak bilmezliğine köle olarak zayıf düşeceğini görmüşlerdi. Disraeli, yeni burjuvazinin gücünü sınırlamakla çözüme ulaşılacağını söylüyordu; Marx’sa, ileri ölçüde sanayileşmiş toplumun, toplumsal çabaların amacının maddesel şeyler değil de insan olacağı insansal bir topluma dönüştürülebileceğine inanıyordu.2 Geçen yüzyılın en parlak ilerici düşünürlerinden biri olan John Stuart Mill, sorunu bütün açıklığıyla gördü: Yaşamı sürdürme savaşımının insanlar için en doğal durum olduğunu; var olan toplumsal yaşam biçimini oluşturan ayaklar altında ezme, un-ufak etme, dirsek vurma, çelme takma edimlerinin insan türünün en çok istediği şeyler olduğunu; ya da bunların sınai gelişmenin evrelerinden birinin sevimsiz belirtileri olmadığını sananların yaşam ülküsüyle donanmış olmadığımı itiraf ediyorum. İktidar zenginlerin elinde, elden geldiğince zengin olmaksa evrensel bir tutku. Ancak bu zenginliğe giden yol, tam bir tarafsızlık içinde herkese açık olmalıdır. Ama en iyisi, hiç kimsenin yoksul olmaması, hiç kimsenin daha zengin olmak istememesi ve hiç kimsenin, başkalarının öne geçmek için kendisini iteleyeceğinden korkmamasıdır.3

Demek büyük zekâlar, yüz yıl öncesinden, bugün ya da yarın ne olacağım görmüşler. Oysa o görülen şeyleri yaşayan bizler, günlük yaşantımızı bozmamak, rahatımızı kaçırmamak için gözlerimizi kapatıyoruz. Liberaller de tutucular da aynı derecede kör bu konuda.
Doğurmakta olduğumuz canavarı açıklıkla gören sadece birkaç ileri görüşlü yazar var.
İnsan yaşamı Hobbes’un Leviathan’ma değil, yıkıcı bir Moloch’a 4 kurban edilecek. Bu Moloch en canlı olarak Orwell ve Aldous Huxley tarafmdan, çoğu profesyonel toplumbilimci ve ruhbilimciden daha yetkin bir kavrayışla betimlenmiştir.

Brzezinski’nin teknoloji toplumu betimlemesini daha önce aktarmıştım, bu kez şu sözlerini eklemek istiyorum: “Genellikle insancıl yönelimli, zaman zaman ideolojik kafalı entelektüel muhalifin yerini hızla ya uzmanlar ya da genellemeci-bütünleyiciler alacaktır; bu ikinciler, aslında iktidarda olanlara birbirinden farklı edimler için zihinsel bir bütünleme sağlayan hükümet meclisi ideologları haline gelirler.”

Çağımızın en seçkin hümanistlerinden biri olan Lewis Mumford, geçenlerde yeni toplumun engin ve harikulade bir resmini çizdi. Gelecekteki tarihçiler — eğer gelecekte tarihçi olursa — onun yapıtını zamanımızın en peygambersi uyarılarından biri olarak değerlendirecekler. Yazarın görüşüne göre geçmişle geleceği birleştiren asıl görüngü, kendi deyişiyle “devmakina” (megamachine) olacak.

“Devmakina”, toplumun bir makina, ve insanların da onun parçaları işlevi gördüğü tümüyle örgütlenmiş ve tek tipleştirilmiş toplumsal dizge. Tam bir eşgüdümle, “düzenin, gücün, önceden bilme olasılığının ve her şeyden çok denetimin sürekli artmasıyla” gerçekleştirilen bu örgütlenme, Mısır ve Mezopotamya toplumları gibi eski devmakinalarda olağanüstü teknik sonuçlar yaratmıştır ve çağdaş teknolojinin yardımıyla, teknoloji toplumunun geleceğinde eksiksiz anlatımına kavuşacaktır.

Mumford’un devmakina kavramı, şu anda varolan görüngülerden bazılarının anlaşılmasını olası kılmaktadır. Çağdaş dönemde, devmakina bana göre ilk kez büyük ölçüde Stalinci sanayileştirme dizgesinde, ondan sonra da Çin Komünizmi tarafından uygulanan dizgede kullanılmıştır. Lenin ile Troçki, Marx’ın öngördüğü üzere Devrimin yavaş yavaş toplumun birey tarafından denetlenmesine yol açacağını umut etti.

Birleşik Devletler gibi ülkelerden çok daha küçük de olsa, iyi gelişmiş bir sanayi sektörünün çekirdeği üzerinde kendi devmakinasını kurabilirdi. Çin’deki Komünist liderler farklı bir durumla karşı karşıyaydılar. Onlarda sözü edilecek bir sınai çekirdek yoktu.

Tek sermayeleri 700 milyon insanın fiziksel enerjisi, tutku ve düşünceleriydi. Bu insan malzemesinin tümüyle eşgüdüm içine sokulmasıyla, görece olarak kısa bir süre içinde batıdaki gelişme düzeyine ulaşabilecek bir teknik gelişmeyi gerçekleştirerek başlangıçtaki sermaye birikimine eşit gücü yaratabileceklerine karar verdiler. Bu eksiksiz eşgüdüm, zor kullanma, kişiliğe tapma ve Marx’ın, sosyalist toplumun temel öğeleri olarak gördüğü özgürlük ve bireyciliğin tersini öğütleyen öğretiden oluşan bir karışımla gerçekleştirilecekti. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, Marx’ın insancı görüşüne ters düşen, totalitercilik, ulusalcılık ve düşünce denetimi ile karışık da olsa, bireysel düzeyde kendini kayırma ve övmeyi ve aşırı tüketimi yenme ülküleri, en azından şu ana dek Çin dizgesinin öğeleri olarak kalmıştır.

Sanayileşmenin birinci evresiyle, içinde toplumun kendisinin uçsuz bucaksız bir makina haline geldiği, insanın yaşayan bir parçası olduğu ikinci Sanayi Devrimi arasındaki köktenci dönem, Mısır’ın devmakinasıyla yirminci yüzyılın devmakinası arasındaki bazı önemli farklılıklar nedeniyle karanlıkta kaldı. Her şeyden önce, Mısır makinasının canlı parçalarının emeği, zorunlu emekti. Mısırlı işçiyi gör evini, yerine getirmek zorunda bırakan şey düpedüz ölüm ya da açlıktan ölme korkusuydu. Günümüzde, yirminci yüzyılda, Birleşik Devletler gibi en gelişmiş sanayi toplumlarında işçinin rahat bir yaşantısı vardır yüz yıl önce yaşamış işçi atasına akla hayale gelmedik bir lüks gibi görünecek bir yaşamdır bu. İşçi — Marx’ın yanlışlarından biri de bu olguda yatmaktadır— kapitalist toplumun ekonomik gelişmesine katılmış, ondan kazanç sağlamıştır ve de, aslında zincirlerinden çok daha fazla yitirecek şeyi vardır.
İşi yönlendiren bürokrasi, eski devmakinanın bürokratik seçkin tabakasından çok farklıdır.

Yaşamı az çok işçiler için de geçerli olan orta-sınıf değerlerinin güdümündedir; orta sınıf üyelerine verilen ücret işçiye verilenden fazladır gerçi ama tüketimdeki farklılık niteliksel değil, nicelikseldir. İşverenler de, işçiler de aynı sigarayı içmektedir; iyi otomobiller ucuzlardan daha sarsıntısız gitse de, görünüşü farklı olmayan arabaları sürmektedirler. Aynı filmleri ve aynı televizyon programlarını izlemektedirler; karıları aynı buzdolaplarını kullanmaktadır.

Yönetimi yürüten seçkinler tabakası da eskisinden başka yönlerden farklıdır: Onlar da tıpkı buyrukları altında bulunan kişiler kadar makinaların parçalarıdırlar. Onlar da tıpkı fabrikalarındaki işçiler kadar yabancılaşmış, hatta belki onlardan da fazla yabancılaşmış, onlar kadar, ya da hatta daha bile fazla kaygılıdırlar. Tıpkı herkes gibi sıkkındır onlar da ve sıkkınlığa karşı aynı ilaçları kullanırlar. Eski günlerin seçkinlerine — o kültür yaratan gruba benzemezler. Paraların bayağı yüklü bir kısmını bilimin ve sanatın gelişmesi yolunda harcamalarına karşın, bir sınıf olarak bu “kültürel hayır”ın taşıyıcıları oldukları gibi tüketicileri de oldular. Kültür-yaratan grup, ücret alarak değil, ufak tefek paralarla sürdürüyor yaşamını. Bunlar yaratıcı bilim adamları ve sanatçılar; ama öyle görünüyor ki, şimdiye dek yirminci yüzyıl toplumunun en güzel çiçekleri sanat ağacında değil, bilim ağacında açıyor.

Erich Fromm
Umut Devrimi


1 Bkz. Burckhardt, Proudhon, Baudelaire, Thoreau, Marx, Tolstoy’un, Sağlıklı Toplum’ia (s. 288 ve sonrası) anılan sözleri.
2 Bkz. Erich Fromm, Marx’s Concept of Man (Marx’m İnsan Kavramı) (New York: Ungar, 1961).
3 Principles of Political Economy (Ekonomi Politiğin İlkeleri), (Londra:Long-mans, 1929,1. basım 1848).
4 İlk çocuğun kendisine kurban edildiği bir Sami Tanrısı.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz