Doğrusu insanlara karışmayı, çevremize her şeyi, en kötü, en tehlikeli düşüncelerimizi bile açmayı severiz. İçimizdekini başkalarıyla paylaşmayı sever, başkalarının da sevgimize karşılık vermesini, kaygılarımızla, üzüntülerimizle ilgilenmesini, huyumuza suyumuza gitmesini isteriz.
— Bilirkişi hekimler bize sanığın akli melekelerine tam olarak sahip bulunmadığını ispata çalıştılar. Ben, aklı başında olduğu noktasında ısrar ediyorum. Ama işin kötüsü de bu: gerçekten aklını yitirmiş olsa belki de şimdikinden daha akıllı olurdu. Marazi halini ancak, güya sanığın babasının hileye saptığı o üç bin ruble konusunda kabul edebilirim. Sanığın bu paradan her söz açılıştaki taşkın öfkesi belki delilikten daha basit bir açıklama şekli bulabilir. Ben kendi hesabıma, genç doktorun, sanığın akli noksanlığı bulunmadığı, sadece sinirli, hiddetli olduğu yolundaki düşüncesine katılmaktayım. Bütün mesele de burada zaten: sanığın o sürekli ve aşırı hiddeti üç binden falan gelmiyordu, kızgınlığını körükleyen özel bir sebep vardı. Bu sebep, kıskançlıktı!
İppolit Kiriloviç sanığın Gruşenka’ya karşı meşum aşkını etraflı olarak açıkladı. Olayı anlatmaya, sanığın genç kadına (sanığın söyleyişiyle) “dayak atmaya gittiği halde”, yenilgiye uğrayarak dizlerinin dibinde kaldığı noktadan başladı.
— Bu, bir aşkın doğuşuydu. Bu kadını aynı zamanda sanığın ihtiyar babası da görüyor. Garip ve kötü bir rastlantı; eskiden de görüp tanıdıkları bu kadına karşı ikisinin kalbinde de engel nedir bilmeyen Karamazov aşkı aynı anda doğuverir. Kadının bu konuda itirafı var elimizde: “Ben ikisiyle de alay ettim,” diyor. Evet, durup dururken ikisiyle de alay etmeyi canı çekmiş… O zamana kadar aklından bile geçmezken birden esmiş, ikisini de dizlerinin dibine serivermiş. Paraya Tanrı gibi tapan ihtiyar, evine bir tek gelişi için üç bini gözden çıkarıyor, sonra da çılgınlığı aile adıyla birlikte varını yoğunu vermeyi büyük saadet saymaya kadar vardırıyor. Tek isteği, kadının nikâhlı karısı olmayı kabul etmesidir. Elimizde bunları doğrulayan sağlam deliller var. Sanığa gelince, yaşadığı facia önümüzde… Ama ne diyelim, bu da genç kadının “oyunuymuş…” Fındıkçı, zavallı delikanlıya umut bile vermemiş. Umuda, gerçek umuda, son anda, diz çökmüş rakibi olan babasının kanına bulanmış ellerini onu hırpalayan kadına uzattığı anda kavuşmuş; o durumda da yakalandı zaten. Tevkif sırasında bu kadın içten bir pişmanlıkla “Beni de, beni de beraber sürün, onu bu hale getiren benim; en büyük suçlu benim!” diye yakınıyordu. Bu davayı kaleme almayı üzerine alan kabiliyetli bir genç, demin bahsettiğim Bay Rakitin kısa, tipik birkaç çizgiyle bakınız bu kadının karakterini nasıl belirtiyor: “Erken bir hayal kırıklığı, erken aldatılma ve düşme; iğfal eden nişanlının terk edişi, sefalet, namuslu ailenin bedduası ve sonunda zengin bir ihtiyarın himayesine giriş… Kadın şimdi bile onu velinimeti saymaktadır. Belki çok iyi nitelikleri olan genç kalbi daha pek erken nefret kaplamış. Menfaatçı, para biriktirmeye hırslı, alaycı, topluma karşı kinci olmuş!” Bu karakterde bir kadının iki erkeği alaya alışının sadece oyun, kötü bir oyun olduğu kolayca anlaşılır. Sanığı hep o ayda, umutsuz aşkın, manevi düşüşün, nişanlıya ihanet ve şerefine emanet edilen paranın üstüne oturma ayında ayrıca dinmek bilmeyen bir kıskançlık da kudurtmaktadır; hem de kime, öz babasına karşı! İşin acı yanı, çılgın ihtiyar abayı yaktığı kadını oğlunun annesinden kalan mirastaki hakkı üç binle ayartıp baştan çıkarmaya çalışır. Evet, hak veriyorum, böyle bir duruma dayanmak imkânsızdı! İnsanın bilincini kaybetmesi işten değildir bu halde. Mesele parada değil, saadetinin iğrenç bir hayasızlıkla, tamamen kendine ait bir vasıta ile yıkılmaya çalışılmasında!
Daha sonra İppolit Kiriloviç, sanığın içinde babasını öldürme düşüncesinin yavaş yavaş nasıl doğduğuna geçti, bunu olaylarla belirtti.
— Başlangıçta sadece meyhanelerde avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz, tam bir ay boyunca bağırıyoruz. Doğrusu insanlara karışmayı, çevremize her şeyi, en kötü, en tehlikeli düşüncelerimizi bile açmayı severiz. İçimizdekini başkalarıyla paylaşmayı sever, başkalarının da sevgimize karşılık vermesini, kaygılarımızla, üzüntülerimizle ilgilenmesini, huyumuza suyumuza gitmesini isteriz. Bu olmazsa köpürür, bir meyhanenin altını üstüne getiririz. (Emekli yüzbaşı Snigirev hikâyesine geliyordu.) Sanığı olay içinde görüp duyanlar babası hakkında savurduğu tehditlerin ondaki azgınlıkla gerçekleşebileceğini düşünüyorlardı.
Savcı burada ailenin manastırdaki toplanışını, Alyoşa ile konuşmaları, sanığın öğleden sonra babasının evine zorla girdiği, çirkin zorbalık sahnesini anlattı. Sonra,
— Sanığın o sahneye kadar babasını öldürmek için önceden tasarlanmış kesin bir planı olduğunu iddia edemem, diye devam etti. Gene de elimizde, böyle bir düşüncenin içinden birkaç kere geçtiğini, üzerinde durduğunu gösteren deliller, tanıklarımız ve sanığın itirafı da var. Şunu da açıklayayım ki, sayın jüri üyeleri, ben bugüne kadar cinayette tahammüt olup olmadığı konusunda tereddüt içindeydim. Böyle bir tasarıyı içinden birçok defa geçirmişti, ama ne uygulama zamanı, ne de bunu hangi şartlar altında yapacağı kesin olarak belirlenmişti. Ama tereddüdüm ancak bugüne, Bayan Verhovtzeva mahkemeye o uğursuz belgeyi verene kadar sürdü. “Bu bir plan, cinayetinin programı!” diye haykırışını siz de duydunuz baylar. Bayan Verhovtzeva bedbaht sanığın “sarhoş” mektubunu böyle adlandırıyor. Gerçekten, bütün plan ve tasarılar bu mektupta toplanmış. Cinayetten iki gün önce yazılan bu mektuptan sanığın korkunç tasarısını yerine getirişinden iki gün önce yemin ederek, ertesi gün bir yerden para bulamazsa, yastığının altındaki kırmızı kurdeleli para zarfını almak için babasını öldürmeye karar verdiğini, “tek İvan gitse” diye kardeşinin oradan uzaklaşmasını beklediğini kesin olarak biliyoruz artık. Dikkat ediyor musunuz: “Tek İvan gitse…” Şu halde her şey düşünülmüş, tasarlanmıştır; zaten olayların seyri de tasarısına uyar şekildedir. Sanık imzasını inkâr etmiyor. Mektubu sarhoşken yazdığı söylenebilir; gene de bu hiçbir şeyi değiştirmez. Hatta ayıkken düşündüklerini sarhoşluğunda kâğıda döktüğü şeklinde yorumlanırsa önemi büsbütün artar. Ayıkken tasarlamamış olsa sarhoşluğunda yazamazdı. “Meyhanelerde gevezelik ederek niyetini neden açıklamış?” diyenler çıkacaktır. Bu işi yapanın sesi çıkmaz, içinde saklar her şeyi. Doğru, ama o, henüz plan, tasarı kurarken düşünceleri istek halinde, yeni yeni olgunlaşırken avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Sonraları sesini kısmaya başladı. Mektubu yazdığı gece, Başkent Lokantası’nda içerken her zamankinin tersine durgun ve sessizdi, bilardo oynamıyor, bir kenara çekilmiş kimseyle konuşmuyordu. Sadece tüccarlardan birinin tezgâhtarını yerinden kovalamış, ama bunu adeta farkına varmadan, içkili yerlere girer girmez çıngar çıkarma alışkanlığıyla yapmıştı. Gerçi kesin kararını verdikten sonra şehirde, şurada burada fazla gevezelik ettiğini, tasarladığı şeyi yaptıktan sonra boşboğazlığının onu ele verebileceğini düşünmüştü. Ama olan olmuş, iş işten geçmişti; şimdiye kadar tökezlemeden gitmişti, bundan ötesi Allah kerimdi! Yıldızımıza güveniyorduk, baylar! Şunu da açıklamak zorundayım ki, meşum anı yaşamamak, bu işi kanla bitirmemek için büyük çaba göstermişti. Kendine has yazış tarzıyla, “Yarın rasgele para isteyeceğim, vermezlerse kan dökülecek…” diyor. Sarhoş haliyle yazdığını ayıkken harfi harfine yerine getirdi.
Daha sonra İppolit Kiriloviç, Mitya’nın cinayet işlemeden önce para bulmak için çabalarını bir bir anlatmaya başladı. Samsonov’da olan biteni, Lyagavıy’a gidişini, hepsini belgelere dayanarak anlattı.
— Yorgun argın, alaya alınmış, bu yolculuğu yapmak için saatini satarak (hem de güya, evet güya üzerinde bin beş yüz ruble taşırken) şehirde bıraktığı sevdiği kadının o yokken Fyodor Pavloviç’e gideceği düşüncesiyle kıskançlıktan kıvrana kıvrana sonunda şehre döndü. Tanrıya şükür, sevgilisi Fyodor Pavloviç’e gitmemişti. Bu defa onu kendi eliyle koruyucu Samsonov’un evine bırakıyor. Garibi şu ki, Samsonov’a karşı kıskançlığımız yok; bu işin psikolojik yönünün en tipik özelliği de bu! Daha sonra “arkada”ki gözleme yerine koşuyor, orada Smerdyakov’u sara tuttuğunu, öbür uşağın hastalandığını öğreniyor. Hareket alanı serbesttir, mahut işaretler de elinde olduğuna göre, fırsat bu fırsat! Gene de isteğine karşı koymaya çalışıyor; hepimizin çok saydığımız, bir süre için aramızda bulunan Bayan Hohlakova’ya gidiyor. Haline çoktandır acıyan bu bayan gayet yerinde, son derece akıllıca öğüt veriyor: sefahatini, uygunsuz aşkını, meyhane âlemlerini, gençlik gücünü boşa harcamayı bırakıp Sibirya’ya altın aramaya gitmesini salık veriyor. “Taşan gücünüz, maceraya susamış romantik tabiatınız orada yatışır,” diyor.
Savcı, konuşmanın Hohlakova’da yarattığı sonucu anlattıktan sonra sözü sanığın, Gruşenka’nın Samsonov’da olmadığını öğrenince, kadının onu aldatarak Fyodor Pavloviç’e gittiği düşüncesiyle geçirdiği kıskançlık buhranına getirdi. Kötü bir rastlantı üzerinde dikkatle durarak,
— Hizmetçi kız ona, yavuklusunun Mokroye’de “ilk göz ağrısıyla” olduğunu söyleseydi bir şey olmazdı. Fakat kızcağız korkudan şaşkına döndü, yemini basmaya başladı; sanığın onu o anda haklamamasını, kendisine ihanet eden sevgilisinin peşinden soluksuz yetişmeye çalışmasına vermeliyiz. Ama dikkat buyurun: hiddetten kendini kaybettiği halde pirinç havanelini almayı unutmamıştır. Neden havaneli de, doğru dürüst bir silah değil? Öyle ya, bir aydır kafamızda sadece bu vardı, hazırlıklar yapıyorduk. Tabii, silah olarak kullanılabilecek bir şey görür görmez üzerine atıldık… Buna benzer bir nesnenin silah vazifesi görebileceğini tam bir aydır tasarlıyorduk. Böylece melun havanelini isteği dışında, şuursuz olarak kapmamıştır o. İşte şimdi babasının bahçesinde; meydan onun, tanık yok, ıssız gece, karanlık ve alabildiğine kıskançlık… Sevgilisinin belki de o anda rakibinin kolları arasında onunla alay ettiği şüphesi soluğunu kesiyor. Şüphe de değil, şüphenin sözü mü olur artık; yalan, aldatma gün gibi açık. İşte o odada, aydınlık odada, paravananın arkasında! Bedbaht adam pencereye seğirterek gayet efendice içeri bakıyor, sonra boyun eğerek, elinden kaza çıkmasın diye usul usul uzaklaşıyor oradan… Bizi buna inandırmaya çalışıyorlar, sanığın tabiatını, içinde bulunduğu ruh halini bilen bizleri! Olaylar bize sanığın ruh halini açıkça gösteriyor; hele “işaretler” de elindeyken içeri dalmaması mümkün müydü?
“İşaret” konusuna gelince İppolit Kiriloviç bir süre suçlamayı bıraktı, sözü Smerdyakov’a getirdi. Bu konuyu ele almayı Smerdyakov üzerindeki şüpheleri dağıtmak için gerekli saymıştı. Bunu o kadar canla başla yaptı ki, hepsi Savcının bu düşünceyi umursamaz göründüğü halde üzerinde epey durduğunu anladılar.
Fyodor Dostoyevski
Karamazov Kardeşler