“Düzenlilik kralların nezaketidir”
İkinci Kitap, Yersiz Bir Toplantı: Koca Soytarı
Odaya hemen hemen Staretzle birlikte girdiler, geldiklerini yatak odasından görerek onları karşıladı. Hücrede, onlardan önce gelerek Staretzi bekleyen keşişhaneden iki rahip vardı. Biri kitaplıkta görevliydi, öbürü Paisiy Pederdi. Paisiy Peder ihtiyar değildi ama, hastaydı; söylediklerine göre bilgin bir adamdı. Ayrıca, hücrenin bir köşesinde (sonradan da hep ayakta duran) bir delikanlı vardı. Yirmi ikisinde gösteriyordu, sivil bir redingot giymişti; papaz okulu öğrencisi olan bu ilahiyatçı adamı nedense bütün manastır koruyordu. Oldukça uzun boyluydu, elmacık kemikleri iriydi, körpe yüzünde zeki, dikkatli bakışlı, kısık, kahverengi gözleri vardı. Yüzünden derin bir saygı okunuyordu, ama vakur, yaltaklanmayan bir ifadesi vardı. Gelen konuklarla eşitliğini düşünmediği için selamlaşmadı, küçük bir memur gibi haddini bilerek sessizce durdu.
Staretz Zosima, bir rahip adayı ve Alyoşa ile birlikte çıktı. Rahipler ayağa kalktılar, parmaklarını yere değdirerek önünde eğilip selamladılar, istavroz çıkararak elini öptüler. Onları kutsayan Staretz de parmaklarını yere değdirerek aynı şekilde karşılık verdi, kutsamalarını diledi. Bu tören büyük bir ciddilikle, âdet yerini bulsun gibilerden değil, adeta duygulanarak yapıldı. Fakat Miusov’a hepsi belirli bir etki uyandırmak amacıyla yapılmış gibi geldi. Grubun en önünde o duruyordu. Dün akşam da düşündüğü gibi, kendi düşüncelerine aldırmadan, sadece nezaketli davranmak için buradakilerin âdetlerine uyması, Staretzin elini öpmese bile kutsamasını dilemesi gerekiyordu. Ama rahiplerin eğilerek el öptüklerini görünce bir anda kararını değiştirdi. Vakur, ciddi bir tavırla, iyice eğilerek laik bir selam verdi, iskemlenin yanına çekildi. Fyodor Pavloviç de maymun gibi taklit ederek tıpatıp aynı hareketi yaptı. İvan Fyodoroviç’in selamı gösterişli, nazikti, ama o da selamı kollarını iki yanına yapıştırarak vermişti. Kalganov o derece bozulmuştu ki, hiç selam vermedi. Staretz, kutsamak için kaldırdığı elini indirdi, ikinci bir baş selamıyla oturmalarını rica etti. Alyoşa’nın yanaklarına kan hücum etti, fena halde utandı. İçine doğanlar oluyordu.
Staretz, kırmızı deri kaplı çok eski biçim bir kanepeye oturdu. İki rahipten başka konuklarının hepsini karşı duvara, dördünü yan yana, epeyce eskimiş siyah derili maun koltuklara oturttu. Rahiplerden biri kapının, öteki pencerenin yanına geçti. Papaz okulu öğrencisi, Alyoşa ve rahip adayı ayaktaydı. Hücre büyük sayılmazdı, içerisi aydınlık değildi. Eşya kaba, yoksul ve sadece en gerekli olanlardan ibaretti. Pencerede iki saksı çiçek, köşede bir yığın ikon vardı. İkonlardan Meryem Ana’ya ait olanı hayli büyüktü; resmediliş tarzı Din Devriminden hayli önceye ait gibi görünüyordu, ikonun önünde bir kandilin ışığı parıldıyordu. Yanında, resimlerindeki yaldızları parlayan iki ikon daha vardı. Ayrıca yapma melekler, fağfurdan küçük yumurtalar, Mater Dolorosa’nın çarmıhı kucaklayışını canlandıran fildişinden bir heykelcik, önceki yüzyıllara ait ünlü İtalyan ressamlarının tablolarından birkaç baskı göze çarpıyordu. Bu zarif, pahalı tabloların yanına azizlerin, çilekeşlerin, ermişlerin resimleri asılmıştı. Bunlar panayırlarda satılan bir iki kapiklik, tam Rus işi, taşbasması resimlerdi. Halen yaşayan ve eski Başpapazların taşbaskısı portreleri de vardı, ama onlar öteki duvarlardaydı. Miusov bu “beyliği” seri bir bakışla süzdü, sonra gözlerini Staretze dikti. Kendi görüşüne karşı saygı beslerdi; ellisinde olduğu düşünülürse bu zaafını hoş görmek gerekti. O yaşta, aklı başında, hali vakti yerinde, yüksek tabakadan bir adam daima, hatta bazen ister istemez, kendi kendine saygı duymaya başlar. Staretz daha ilk andan hoşuna gitmemişti. Gerçekten, Staretzin yüzünde yalnız Miusov’un değil, birçok kimsenin hoşuna gitmeyecek taraflar vardı. Ufak tefek, kamburca, çöp bacaklı bir adamcağızdı. Altmış beş yaşında olduğu halde, hastalığı yüzünden daha çok, hiç olmazsa on yaş fazla gösteriyordu. Zaten kupkuru olan yüzü, hele göz altları ince ince kırışıklarla doluydu. Gözleri ufarak, oldukça açık ve hareketli, pırıl pırıldı, iki parlak noktaya benziyordu. Kırçıl saçları yalnız şakaklarında kalmıştı; ufak, sivri, seyrek bir sakalı vardı. Sık sık gülümseyen dudakları, iki sicim parçası gibi ipincecikti. Burnuna uzun denemezdi ama, kuş gagası gibi sivriydi.
Miusov’un kafasından, “Görünüşte kötü, küçük ve kibirlinin biri..” diye geçti. Kendinden hiç memnun değildi.
Saatin çalması konuşmaya başlamalarına yardım etti. Ucuza mal olduğu belli, ufak, ağırlıklı bir duvar saati hızlı hızlı tam on ikiyi çaldı.
Fyodor Pavloviç,
— Vakit tastamam, ama oğlum Dmitri Fyodoroviç hâlâ görünürlerde yok! diye söylendi. Onun adına özür dilerim, kutsal Staretz. (Alyoşa “kutsal Staretz” sözünden adeta ürperdi.) Ben her zaman düzenli, dakikası dakikasına hareket ederim. “Düzenlilik kralların nezaketidir” sözünü hiç aklımdan çıkarmam.
Kendini tutamayan Miusov,
— Kral değilsiniz ki… diye mırıldandı.
— Orası öyle, kral değilim. Böyle diyeceğinizi zaten biliyordum Pyotr Aleksandroviç, vallahi biliyordum! Zaten ben hep böyle damdan düşer gibi laf ederim.
Ansızın duygulandı.
— Aziz ve muhterem Peder! diye bağırdı. Karşınızda bir soytarı var, tam anlamıyla bir soytarı! Kendimi böyle tanıtıyorum. Eski alışkanlık, ne dersiniz! Bazen, sırf güldürüp hoş görüneyim diye durup dururken bir yalan kıvırıveririm. İnsan hoş görünmeli, değil mi?.. Bakın, yedi yıl kadar oluyor; küçük bir şehre gitmiştim, biraz işim vardı: Birkaç tüccarla bir ortaklık kurduk. O aralık Emniyet Amirine uğradık; bazı dileklerimiz vardı, yemeğe de davet edecektik. İriyarı, şişman, sarışın, asık suratlı bir adamdı… Böyle işlerde en tehlikeli tip bunlardır: Karaciğer vardır onlarda, karaciğer… Hemen atıldım. Bir toplum adamı serbestliğiyle “Sayın Emniyet Amirimiz, ne olur, bizim Napravnik’imiz olun!” dedim. “Ne Napravnik’i?” diye sordu. Daha ilk andan işin çıkmaza girdiğini anladım. Adam ekşi bir suratla kazık gibi karşımıza dikildi. “Efendim, biraz neşelenelim diye şaka yaptım!” dedim. “Bilirsiniz, Bay Napravnik bizim ünlü orkestra şefimiz… İşimizin ahengini sağlamak için bize de bir orkestra şefi lazım…” Akıllıca, yerinde bir benzetme değil mi? “Affedersiniz,” dedi, “ben Emniyet Amiriyim, unvanımla kelime oyunları yapılmasına izin vermem.” Sırtını çevirip kapıya yöneldi. Peşinden, “Tabii efendim tabii, Napravnik değil, Emniyet Amirimizsiniz!” diye bağırdım ama, “Yo,” dedi, madem bizi Napravnik yaptınız öyle olsun.” Ne dersiniz, kaybettik o işi. Hep öyleyim zaten. Hoş, sevimli olayım derken işi berbat ederim. Epey oluyor, bir defa da büyüklerden birine, “Pırlanta gibi bir eşiniz var!” demiştim. Bunu, kadının namus, ahlak bakımından temizliğini anlatmak için söylemiştim. Adam durup dururken, “Gözleriniz mi kamaştı yoksa?” demez mi! Biraz takılayım diye, “Kamaştı ya!..” dedim, ama herif benim gözlerimi tam kamaştırdı. Hoş bu eski bir hikâye artık, çekinmeden anlatabiliyorum. İşte hep böyle, kendi kuyumu kendim kazarım.
Miusov tiksintiyle,
— Şimdi de aynı şeyi yapıyorsunuz… diye mırıldandı.
Staretz ses çıkarmadan ikisine bakıyordu.
— Öyle mi? Ben de farkındayım bunun Pyotr Aleksandroviç. Hatta şunu da bilin ki daha ağzımı açar açmaz gene hatalı yolda olduğumu ve bunu ilkin sizin fark edeceğinizi sezdim. Şakamın tatsızlığını anladığım anda aziz ve saygıdeğer Peder, yanaklarım alt çene kemiklerime katılmış gibi yapışır. Bu hal daha ilk gençliğimde, soylu kişilerin yanında dalkavukluk ederek ekmeğimi kazandığım sıralarda olurdu. Ben temelden, anadan doğma bir soytarıyım aziz ve saygıdeğer Peder, tıpkı bir meczup gibiyim… Belki içimde bir şeytan da var, inkâr edemem. Ama varsa bile, ufak çapta bir şeytandır herhalde, büyükleri başka barınaklar seçer…. Yalnız tahmin ederim, sizi seçmezler Pyotr Aleksandroviç, siz de öyle ahım şahım bir mesken değilsiniz. Ama gene de imanım var, Tanrıya inanırım ben. Yalnız son zamanda imanım sarsıldı; şimdi oturup büyük sözler bekliyorum. Filozof Diderot gibiyim, aziz ve saygıdeğer Peder. Çariçe Katerina zamanında Filozof Diderot’nun Metropolit Platon’u ziyaretini bilir misiniz kutsal Peder? Gelir gelmez, “Tanrı yoktur!” diye kesip atmış. Bunun üzerine büyük din adamı parmağını kaldırarak “Çılgın, ‘Kalbimde Tanrı yoktur!’ der,” diye karşılık vermiş, öteki ayaklarına kapanmış, “İnandım, vaftiz edin beni!” diye bağırmış. Hemen orada vaftiz etmişler. Prenses Daşkova vaftiz anası, Potyemkin de vaftiz babası olmuş.
Miusov kendini tutamadı. Titrek bir sesle,
— İleri gidiyorsunuz Fyodor Pavloviç! dedi. Yalan söylediğinizi, bu saçma hikâyenin aslı olmadığını pekâlâ biliyorsunuz; nedir bu maskaralığınız!
Fyodor Pavloviç iyice coştu:
— Ömrüm boyunca, bunun yalan olduğunu hissetmiştim! diye bağırdı. Şimdi size katıksız gerçeği söyleyeceğim beyler! Beni bağışlayın büyük Staretz! Son kısmı, hani Diderot’nun vaftizine ait kısmı hemen şimdi, size anlatırken uydurdum, eskiden aklımdan bile geçmemişti. Gözünüze şirin görünmek için maskaralık ediyorum Pyotr Aleksandroviç. Hoş, bazen, bunu neden yaptığımı kendim de bilmiyorum ya… Diderot’ya gelince; şu “Çılgın, kalbinde…” meselesini daha gençliğimde derebeylerinin kulluğunu yaptığım sıralar duymuştum. Hatta teyzeniz Mavra Fominiçna’dan da işittim, Pyotr Aleksandroviç. Hepsi hâlâ, dinsiz Diderot’nun Metropolit Platon’a Tanrı üzerine bir tartışmaya girişmek için geldiğine emindiler…
Miusov doğruldu; yalnız sabrı tükenmemiş, adeta kendinden geçmişti. Son derece hiddetlenmişti. Bu haliyle gülünç olduğunu biliyordu. Gerçekten Staretzin hücresinde olanlar dayanılır gibi değildi. Aynı hücrede, belki kırk elli yıldır, bundan önceki Staretzler zamanında da ziyaretçiler toplanırdı, ama derin bir saygı hiç eksik olmazdı. Hücreye girenlerin hemen hepsi oraya kabul edilmenin kendileri için lütuf olduğunu bilirlerdi. Çokları içeri girer girmez diz çökerek ziyaret boyunca o durumda kalırlardı. Gelenler arasında kalburüstü kimseler, hatta bilginler —dahası var— sırf merakla ya da başka bir nedenle ziyarete gelen özgür düşünceliler bile, ister toplu, ister tek başlarına olsunlar, hücreye girerken büyük bir saygı ve nezaketle davranmayı borç bilirlerdi. Ortada paranın adı geçmediğini de unutmamak gerek. Bir taraf sevgi, iyilik duygularını cömertçe sunarken, karşısı pişmanlıklarını, ruha, kalbe ait şu bu müşkülünü ortaya dökmektedir. Bu yüzden Fyodor Pavloviç’in bulunduğu yere hiç uygun düşmeyen saygısız şaklabanlığı orada bulunanlardan hiç olmazsa birkaçını şaşkınlık, hayret içinde bıraktı. Rahipler, yüz ifadeleri hiç değişmemekle birlikte, ciddi bir ilgiyle Staretzin ne diyeceğini bekliyor, ama galiba Miusov gibi onlar da kalkmaya hazırlanıyorlardı. Alyoşa nerdeyse ağlayacaktı, başını eğmiş duruyordu. Bütün umudunu bağladığı; babasını, durduracak kadar etkileyebilecek tek adam kardeşi İvan Fyodoroviç’in sandalyesinde kıpırdanmadan oturması, gözlerini yere indirerek bir yabancı gibi işin sonunu beklemesi garibine gidiyordu. Çok iyi tanıdığı, hatta yakını olan Rakitin’in (papaz okulu öğrencisi) yüzüne bakamıyordu; neler düşüneceğini çok iyi bilirdi. (Manastırda bunu bilebilecek tek insan da Alyoşa’ydı.)
Miusov, Staretze dönerek,
— Affınızı dilerim, diye başladı. Bu adice şakaya belki benim de katıldığımı sanıyorsunuz. Bütün hatam, Fyodor Pavloviç gibi birisinin, böyle saygıdeğer bir kimseyi ziyaret ederken kendine düşen ödevi anlayabileceğini sanmam oldu. Onunla birlikte geldiğim için özür dilemem gerekeceğini önceden düşünmedim…
Pyotr Aleksandroviç sözünü bitirmedi, büsbütün bozularak odadan çıkmak istedi.
Staretz, ansızın, güçsüz bacakları üzerinde doğrulur gibi oldu, Pyotr Aleksandroviç’i ellerinden tutarak tekrar koltuğuna oturttu.
— Rica ederim üzülmeyin. Konuğum olmanızı özellikle rica ederim.
Selam verdikten sonra tekrar kanepesine oturdu.
Fyodor Pavloviç, birdenbire,
— Yüce Staretz, bu kadar hareketli oluşumun sizi incitip incitmediğini söyleyin! diye bağırdı. İki eliyle koltuğun kenarlarını tutmuş, sanki alacağı karşılığa göre yerinden fırlayacakmış gibiydi.
Staretz, vakarla,
— Siz de üzülüp kendinizi sıkmayın, çok rica ederim; dedi. Serbest, evinizde gibi davranın. Her şeyden önce kendinizden bu kadar utanmayın, hepsinin başı budur.
— Evimdeki gibi mi olayım? Yani doğal halimde mi olayım?.. Yo, o kadarı fazla; pek fazla, ama duygulanarak kabul ediyorum. Yalnız şunu söyleyeyim kutsal Peder: Siz beni olduğum gibi görünmeye pek kışkırtmayın, bu tehlikeyi göze almayın. Zaten ben de doğal halimde görünecek dereceye gelmem. Sakınmanız için sizi önceden uyarıyorum. Yoksa diğer bakımlar henüz bilinmezliğin karanlığına gömülüdür; hem de bazı kimselerin hakkımdan gelmek istemelerine rağmen… Sizi kastediyorum Pyotr Aleksandroviç. Şunu da söyleyeyim ki, Kutsal Varlık: Şahsınıza karşı hayranlık doluyum!
Ayağa kalkarak ellerini havaya kaldırdı.
— “Seni taşıyan karnı, besleyen memeleri kutsayalım!” dedi; hele memeleri… “Kendinizden utanmayın, hepsinin başı bu!” derken nerdeyse içimi okudunuz. Bir toplulukta herkesin beni soytarı olarak gördüğü duygusuna kapılıyorum her zaman. O zaman, “Pekâlâ, öyleyse ben de soytarılık edeyim,” diyorum, “vız gelir hakkımda düşündükleriniz… Çünkü sizler benden daha aşağılıksınız!” Bunun için soytarıyım; utancımdan soytarıyım, yüce Staretz… Vesvese, kuru gürültü benimki… Herhangi bir yerde en sevimli, en akıllı adam olarak karşılanacağıma emin olsam, ah Tanrım, ne iyi bir insan olabilirdim ben!
Fyodor Pavloviç ansızın diz çöktü.
— Üstat! Ölmezliğe ulaşmak için ne yapmalıyım?
Hareketinin şaka mı, yoksa gerçek bir duygulanma mı olduğunu anlamak güçtü.
Staretz gözlerini ona çevirerek gülümsedi.
— Bunu kendiniz de biliyorsunuz; yeteri kadar zekisiniz: Kendinizi içkiye, şehvete kaptırmayın, dilinizi tutmasını bilin ve en çok, paraya tapmaktan vazgeçin. Bir de şu meyhanelerinizi kapatın. Hepsini değilse bile birkaçını… Ama en önemlisi, yalan söylemeyin.
— Nasıl yani, Diderot için söylediklerim gibi mi?
— Yo, o değil, ilkin kendi kendinize yalan söylemeyin. Kendi kendine yalan söyleyip yalanını ciddiye alan insan sonunda ne kendinde, ne de çevresinde gerçeği seçemez olur, böylece hem kendisine, hem de başkalarına saygısızlık eder. Saygının olmadığı yerde sevgi de kaybolmaya başlar. Bunun boşluğunu doldurmak, gönül eğlendirmek için kendini çeşitli tutkulara, kaba zevklere bırakır, ahlaksızlığını hayvanlığa vardırır; bütün bunlar durup dinlenmeden kendisine ve çevresine yalan söylemesinden doğmaktadır. Kendi kendine yalan söyleyen herkesten önce alınır. Bazen alınmak pek tatlı gelir, değil mi? İnsan, kimseden kötülük görmediğini; kırgınlığı kafasından uydurup laf olsun diye, sırf sahne yaratmak için yalana sarılarak pireyi deve yaptığını bildiği halde surat asar, büyük bir zevkle gücenir ve bunu gerçek nefrete kadar da götürür… Rica ederim, kalkın da yerinize geçin; çok rica ederim. Bunların hepsi yapmacık hareketler.
— Kutsal adam!.. Öpeyim elinizi!!..
Fyodor Pavloviç yerinden sıçrayarak Staretzin zayıf eline şapırtılı bir öpücük kondurdu.
— Bütünüyle doğru, tat veren bir güceniklik, tam dediğiniz gibi… Çok güzel söylediniz, şimdiye kadar hiç duymamıştım. Ömrüm boyunca haz duyarak, güzellik uğruna gücendim. Gerçekten, bazen, incinmiş olmak sadece zevkli değil, güzel de! Güzelliği unuttunuz, yüce Staretz! Bunu defterime not edeyim. Yalana gelince; diyebilirim, ömrümün her gününde, her saatinde yalan söyledim. Gerçekten, “Yalanın ta kendisiyim, yalan babasıyım!..” Şey, galiba yalan babası değildi; pek aklımda kalmamış, yalan oğluydu galiba… Öyle olsun. Yalnız meleğim, bazen Diderot üzerine yalan söylenebilir. Diderot’dan zarar gelmez, ama bazı yalandan gelir… Az kalsın unutuyordum yüce Staretz, oysa üç yıldır buraya gelip öğrenmek istediğim bir şey var, öğrenmeyi aklıma koydum… Yalnız Pyotr Aleksandroviç’e emredin, sözümü kesmesin. Şunu sormak istiyordum büyük Staretz: Çetyi-Minei’nin bir yerinde, din uğruna işkenceye giren, mucizeler yaratan bir ermişin sonunda kellesini uçurdukları, onun da kellesini yerden kaldırıp “sevgiyle öptüğü” yazılıymış. Doğru mu bu sayın Pederler?
— Hayır, doğru değil.
Kitaplığa bakan rahip,
— Çetyi-Minei’de böyle bir kısım yok, dedi. Hangi ermişten söz ediliyor?
— Hangisine ait olduğunu bilmiyorum. Bu konuda hiçbir bilgim yok. Kandırmışlar beni… Ne bileyim, öyle dediler. Anlatan da kim, biliyor musunuz? Demin Diderot hikâyesine kızan Pyotr Aleksandroviç Miusov, anlatan oydu.
— Hiç de değil. Sizinle konuştuğum bile yok…
— Doğrusu, bana anlatmadınız ama, benim de bulunduğum bir topluluğa anlatıyordunuz. Dört yıl kadar oluyor. Bu güldürücü hikâyeyle inancımı sarstığınız için şimdi bundan söz açtım Pyotr Aleksandroviç. Siz bunun farkına bile varmadınız, ama ben eve inancım sarsılmış olarak döndüm; bu sarsıntı gitgide artıyor. Böyle işte Pyotr Aleksandroviç, siz uçuruma yuvarlanmama neden oldunuz. Bu artık Diderot değil!
Fyodor Pavloviç heyecanlanmış, coşmuştu; oysa oradakilerin hepsi hallerinin yapmacık olduğunu apaçık görüyordu. Ama Miusov gene de içten alındı.
— Saçma… hep saçmalık bunlar! diye mırıldandı. Belki vaktiyle gerçekten böyle bir şey söylemişimdir, ama size değil. Bunu bana birisi anlattı; Paris’te, bir Fransızdan duydum. Sabah ayinlerinde bizde Çetyi-Minei okuyorlarmış… Söyleyen son derece bilgin, özellikle Rusya’ya ait istatistikler üzerinde çalışan bir adamdı… Uzun yıllar Rusya’da kalmış… Ben Çetyi-Minei’yi okumadım bile, okumaya niyetim de yok… Yemek arasında türlü türlü gevezelik edilir… Yemekteydik…
Fyodor Pavloviç takılarak,
— Öyle ya, dedi. Siz boğaz derdindeydiniz, ama ben inancımdan oldum.
Miusov,
— İnancınızdan bana ne! diye bağırdı, ama hemen kendini tuttu, küçümser bir bakışla,
— Neye dokunsanız kirletiyorsunuz, dedi.
Staretz birden yerinden kalktı. Konuklarına dönerek,
— Sizi birkaç dakika yalnız bırakacağım için özür dilerim beyler, dedi. Sizden önce gelenler bekliyor da…
Neşeli bir yüzle Fyodor Pavloviç’e bakarak,
— Siz gene de yalan söylemeyin, diye ekledi, hücreden çıktı.
Alyoşa ile rahip adayı, merdivenden inerken yardım etmek için Staretzin peşinden koştular. Alyoşa boğulacak gibiydi, odadan çıktığına seviniyordu. Staretzin darılmamasına, neşeli görünmesine memnundu. Staretz, bekleyenleri kutsamak için taraçaya doğru yürüdü. Ama Fyodor Pavloviç onu hücrenin kapısında yeniden durdurdu. Duygulanarak,
— Kutsal adam! Elinizi bir kere daha öpmeme izin verin! diye bağırdı. Yoo, sizinle konuşulur da, yaşanır da!.. Benim her zaman böyle yalancılık, şeytanlık ettiğimi mi sanıyorsunuz? Deminden beri sırf sizi denemek için böyle tavırlar takındığımı bilesiniz. Sizinle geçinmenin mümkün olup olmadığını anlamak için yokluyordum. Sizin gururunuzla benim gönülsüzlüğümün bağdaşıp bağdaşamayacağını keşfe çalışıyordum. Ne kadar geçimli olduğunuzu görerek size bir takdirname veriyorum. Artık susuyorum… temelli susacağım. Koltuğa oturup ağzımı açmayacağım. Şimdi siz konuşacaksınız Pyotr Aleksandroviç, en önemli kişi olarak siz kaldınız… on dakika için…
Fyodor Dostoyevski
Karamazov Kardeşler