Oğuz Atay’ın ‘Sahipsiz’liği: “Herkesten öyle düşmanlık görüyorum ki…” – Hilmi Yavuz

“Herkesten öyle düşmanlık görüyorum ki Halit’çiğim, sadece güler yüz, tatlı söz bile bazen beni sevindiriyor.
Ayrıca ben ne bir partinin adamıyım, ne de ilericilerin savunacağı bir ‘güç’ sayılırım. Senin deyiminle, tam ‘sahipsiz’im.” Oğuz Atay’ın, 2 Kasım 1976’da, bir süreliğine A.B.D’ne giden Halit Refiğ’e yazdığı mektupta okuyoruz bu sözleri…

Bu yaralayıcı sözler, Türkiye’nin belirli bir tarihsel döneminde, hiç de sıradan olmayan bir entelektüel romancının yalnızlığını dile getiriyor. ‘Tutunamayanlar’ın yayımlanışının üzerinden dört yıl geçmiştir ve Türk okuru, bu roman konusunda hemen hemen hiç bilgilendirilmemiştir. Hatırladığım kadarıyla, bir veya iki tanıtım yazısı;-hepsi o kadar! Tanpınar’ın deyişiyle ‘Tutunamayanlar’, tam bir ‘sükût suikasdi’ne marûz bırakılmıştır…

Türkiye’nin entelektüel tarihinde egemen [‘resmî] ideolojinin kanonları, edebiyat başta olmak üzere kültürel üretimin bütün alanlarında ne kertede yürürlükte olmuşsa, deyiş yerindeyse, politik toplumun yanı sıra, formüle edilmemiş ve örtük ‘sivil’ kanonlar da o kertede yürürlükte olmuştur. Tanpınar’ın maruz kaldığı ‘sükût suikasdi’, onun işte bu ‘sivil’ kanonların dışında ve ötesinde ‘sahipsiz’ bırakılmasındandır. ‘Sivil kanonlar’, evet, zira, ne sağcılara ne de solculara yaranabilmiştir Tanpınar;-tıpkı Oğuz Atay gibi!..

Oğuz’un yaşadığı tarihsel dönemdeki talihsizliği, Türkiye’de edebiyatın, örtük Marksist kanonlarla, örtük muhafazakâr kanonlar arasına sıkışıp kalmış olmasındandır: Ne o, ne öteki’dir Oğuz Atay. Kemal Tahir’i kendine yakın hissetmesinin, belki de derin anlamı budur: Solcuların dışladığı, muhafazakârların da kendilerinden saymadığı bir kimliktir Kemal Tahir!
O dönemin zihinsel yarılmışlığını gösteren tipik örneklerden biri Yalçın Küçük’ün ‘sağcı’ların kendilerinden saydığı Peyami Safa’yı, ‘sol’a transfer etmek istemesiydi: Küçük, ‘muhafazakarlara’ seslenerek şöyle diyordu: ‘Alın Ebu Cahil Kemal Tahir’i, verin Peyami Safa’yı!’ Zihinsel yarılmışlığın düştüğü sıradanlık düzeyi: Entelektüel ilişkiler, futbolcu transferi söylemine indirgenmişti..

İkinci örnek, Ece Ayhan’ın tavrıdır: Tanpınar’ın itibar kazanmaya başladığı tarihlerde, 1973’ler olmalı, Selahattin Hilav’ın Tanpınar’ı Marksizm’e yakın bir konumdaymış gibi göstermesine karşılık, benim bunun aksini savunduğum yazılar üzerine Ece Ayhan, Demirtaş Ceyhun’un Harbiye’deki kitapevinde bana, hiç unutur muyum, hışımla şöyle demişti: ‘Onlar [muhafazakârları kastederek] Sabahattin Ali’yi bizden [‘solcuları’ kastederek] transfer ettiler; biz de Tanpınar’ı onlardan transfer ediyorduk ki, bir çuval inciri berbad ettin!’

Ece’nin, Sabahattin Ali’nin ‘transferi’nden kastettiği, Mustafa Kutlu’nun o sıralarda Sabahattin Ali üzerine bir monografi yazmış ve onu ‘solcu’ olmaktan çok, muhafazakâr bir konumda göstermeye çalışmış olmasıydı.

Oğuz Atay’a bu ‘transfer’ler sırasında, hiçbir ‘takım’, hiçbir ‘kulüp’ iltifat etmemiştir. Sahipsizliğinin sebebi, herhangi bir formayı giymek istememesiydi.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz