Oğuz Atay: Beni gerçekten zayıf ve yorgun buldular

Bugün üniversiteye uğradım; asistan bir arkadaşı görmek için. Son günlerde kendimi yorgun hissediyorum. Daireden erken çıktım bu yüzden. Durağa doğru yürürken eve gitmek istemedi canım. Güner’e de uğramamıştım uzun süredir. Nedense yol çok uzun geldi bana. Kendimi sürükleyerek attım oraya. Galiba bu dergi işi beni yordu. O zamandan beri kendime gelemedim. Emekli ihtiyarlar gibi herkese ağrılarımdan yakınıyorum. Şakaya getirerek söylüyorum tabii. Herkesle birlikte gülüyorum durumuma. Daha doğrusu, güler gibi yapıyorum. Benimle birlikte oldukları zaman genellikle gülerler. Öyle alıştırmışım. Kimi görsem, seni andık geçen gün: bilsen ne kadar güldük, der. İki yıl önce, birlikte içerken ne demiştin, hatırlıyor musun? diyorlar. Hatırlamıyorum. Onlar hatırlıyor. Tekrar anlatıyorlar. Anlatırken bile dayanamayıp gülüyorlar. Ben gülecek bir şey göremiyorum ortada. Duruma uygun bir söz etmişim: eskimiş, geçmiş. Üstelik böyle aptalca bir söz söylemiş olduğum için utanıyorum. Aklı başında bir insan, beni bu arkadaşlarımdan öğrense kim bilir ne can sıkıcı bulur. Ben de öyle buluyorum. Bana böyle birinden bahsetseler, tanışmak bile istemem. Ciddi konularda karşıma yalçın dağlar gibi çıkan insanlar, gülmeye sıra gelince teslim oluyorlar hemen. Bu işi de bana bırakıyorlar. Sen de bununla teselli et kendini, diyorlar herhalde. Bu ayrıcalığı bana verenler cahil insanlar tabii. Bilgiçler bu mesele üzerinde durmuyorlar bile. Ya da güldürme hevesimi alay konusu yapıyorlar.

Dergide herkes bir işle meşgul oluyordu; herkes bir işten anlıyordu; herkes bir işten sorumluydu. Bana da espri uzmanı adını taktılar. Güldürmek isterken gülünç olmak. Ancak benim başıma gelir böyle acıklı durumlar. Beni yanlarında dolaştırdıkları için onlar adına utanıyorum. Gene de gülüyorlar sözlerime. Aptalca buldukları için gülüyorlar elbette. Fakat gülerken sanki öyle değilmiş gibi davranıyorlar. Sonra oturup benim eleştirimi yaptıkları zaman çıkıyor aptallığım ortaya. Güldürü, mantığın yanında güçsüz kalıyor. Gülünecek sözlerin de bir seviyesi olmalı, diyorlar. Ayağı takılıp yere düşen adama da kendini tutamayıp gülermiş insan. Bu bakımdan haklı buluyorum onları. Birçok durumda gerçekten takılıyorum: o zaman da gülüyorlar bana. İşte böyle durumlarda onlar adına daha çok utanıyorum. Onları güldürmek için, espri uzmanı olmaya ihtiyaç kalmıyor. Bana ad takılmasını pek sevmem. Aşırı duygululuk gösteren insanlara ad takarlar; ya da taktıkları adı yüzüne söylerler. Haksız adlar taktıkları da olmuştur bana. Ortaokulda da maymun derlerdi. Aynaya bakardım: maymuna benzer bir yüz göremezdim. Üstelik bu adı bana takan çocuk, sınıfın en çirkinlerinden biriydi. Sonra onu görüp bunun sebebini sorma fırsatını bulamadım.

Evet bu yüzden, yorgunluğumu anlatamıyorum kimseye. Yakınmalarımda ince bir alay görüyorlar. Bu inceliği bana yakıştıranlar tabii cahil insanlar. Ötekilerle artık görüşmüyorum. Darıldım onlara. Onlar bu dargınlığımın farkında değil tabii. Kapıdan çıkıp gidince hemen unutuluyorum. Bir de benimle uğraşacak vakitleri yok. Çünkü uğraşmaya değmiyorum. Ben de darıldım onlara işte. Yolda, onlardan birini görünce, sıkılarak gülümsüyorum. İçimden geçenleri saklamak istiyorum. Onların içinden ne geçtiğini anlayamıyorum; yüzlerinden belli olmaz ki duyguları. Bu nedenle, yüzlerini görmek içime sıkıntı veriyor. Sıkıntıma onlar sebep oldu sanki. Hepsi de sanki hiçbir şey olmamış gibi rahatça yürüyor yolda. Karşıdan karşıya emin adımlarla geçiyorlar. Günlük yaşayışlarını sürdürüyorlar. Galiba yalnız ben yoruldum. Ve bu yorgunluğumu yaşamak zorundayım. Güner’i severim. Bizim Ayı Güner’le karışmasın diye, Köpek Güner deriz ona. Turgut takmıştı bu adı. Yüksek matematik notlarını Turgut’a vermemişti Güner. İnsafsızdır şu Turgut. Ben de öyle bilinirim üniversitede. Aşağılık olduğum buradan belli. Ortaokulda çektiğim bunca sıkıntıdan sonra ben de bu vahşete katıldım.

Bana ad takılınca olmuyor da Güner’e takılınca oluyor. Ben ne biçim yaratığım? Güner’le otururken Kenan geldi: Alaman Japonu Kenan. Almanca bilmediği için, Güner’e yazdırır Almanya’ya gönderdiği iş isteyen mektuplarını. Bütün isteği Almanya’da bir iş bulmak: tertemiz caddelerde dolaşmak, birbirini aldatmayan insanların arasında yaşamak. Kenan’a çok saldırırım bu Alamancılığı yüzünden. Ufak tefek olduğu için Alaman Japonu diyoruz ona: iki millet de çalışkan ya! Kenan’a gene yüklendim: “Üniversitede okurken ders çalışmaktan fırsat bulup da bir türlü öğrenemediğin mühendisliğin de ne olduğunu kavrarsın orada,” dedim. Bu sefer artık tamammış. Bütün işleri düzene girmiş. Yakında gidiyormuş. Ben de böyle bir hevesle avunmak isterdim. Sen de gel, dediler. Yollarda kalacağımı söyledim: bütün hastalıklarımı sayıp döktüm. Beni gerçekten zayıf ve yorgun buldular. Biraz oturduk. Bildiğimiz anıları yüz kere tekrarladık birbirimize. Önce, sıkıntıdan bunaldığımı sanıyordum. Fakat güçsüzlüğüm artıyordu. Hastalandığımı hissediyordum. Eve gidip yatacağımı söyleyerek kalktım. Beni hiç böyle görmemişlerdi. Dinlenmemi tavsiye ettiler. Üniversitenin kapısında bir otomobile binerek hemen eve gittim. Anneme hasta olduğumu söyledim. Soyunup yatağa girdim. Uyumağa çalıştım. Akşama doğru ateşim yükseldi. Göğsümde bir sıkışma hissediyordum. Uykusuz ve rahatsız bir gece geçirdim.

12 Şubat 19…

Oğuz Atay
Tutunamayanlar

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz