LEV TOLSTOY VE AHMED ARİF’İN ARASINDAKİ AKRABALIK İLİŞKİSİ

Bir soyun ortak kurucuları: Tolstoy ve Ahmed Arif

Edebiyatımıza kazandırdığı sadece bir kitabıyla var olan Ahmed Arif… Ama öyle bir kitap ki gönülden gönüle, nesilden nesile dolaşıyor. Hasreti, doğayı, insanı, toprağı; dünü, bugünü, yarını anlatıyor. “Dünya rezalet de olabilir, ama sanatçı, şair umudun kendisidir.” diyen şairimizi bir de ailesinden, onun can parçasından dinlemek gerekir. Buna göre, Ahmed Arif, dünyaca ünlü hangi yazarın dünürüydü? Neden sadece bir kitap çıkarmıştı? Oğlu, sanatçı olmayı neden istemişti? Ahmed Arif, şiirlerini nasıl yazardı? Şiirlerini yazdığı büyük aşkı kimdi? İşte, doksan ikinci doğum yıldönümünde bilinmeyenleriyle, Ahmed Arif ve “Hasretinden Prangalar Eskittim” kitabının üçüncü şahıs anlatısı…

Ahmed Arif’in oğlu Filinta Önal, bir heykeltıraş. Babası gibi sanatçı olmak için heykelle uğraşmadı. Ama bu işi daha doğru ve düzgün yapmasında babasının büyük etkisinin olduğunu kendi ifadeleriyle belirtiyor. Heykeltıraş olmasını da şu ifadelerle anlatıyor:

“İnsanların mayasında bozulma yaşanmış. Ben o yüzden taşla uğraşıyorum. Heykel yapılabilecek bir sürü malzeme var. Ama ben daha çok taşı tercih ediyorum. Onunla diyalog kurabiliyorum. Kocaman bir kitle. Benden önce var olan benden sonrada olacak bir meta. Saygı duymak lazım taşa.

AHMED ARİF’İN MUHTEMELEN DAHA ÖNCE GÖRMEDİĞİNİZ 10 FOTOĞRAFI

Önce eğilip saygımı gösteriyorum. Diyorum ki ona “Aklımda bir şey var. Senin üzerine onu yapacağım.”. Sonra ölçüp, yontma başlıyor. Siz bunu yaparken, onu kopardıkça, sizin duygunuz değişiyor. O da değişiyor. Artık o, ocaktan aldığınız taş değil. Kimyası değişmiş oluyor. Ben de eski ben değilim. Onu kopardım ya; bir süreç aldık onunla. Derken, bazen direniyor. Siyah parça çıkıyor içinden. Bir çatlak, bir kıvrım. Dayansan keski ile gider de şey diyor, “bir dakika bekle”. Taşa saygı duyduğumuz için durup dinliyoruz. Diyor ki, “Benim üzerimde çalışmana izin veriyorum. Ama biraz beni dinle, beni. Benim içimde de milyonlarca yılın hatırası var. Biraz da beni dinle. Sana sırlarımı açacağım.”.

Onu dinledikçe zihninizde yarattığınız imge başkalaşıyor. Başka bir şey oluyor, iş değişiyor, ben değişiyorum. Ama daha güzel oluyor. Taşla uğraştığınızda size izin veriyor, sırlarını açıyor, ne kadar mesai verirseniz o mesainin karşılığını alıyorsunuz. Ama insan öyle değil. İnsan ham bir malzeme. Taşla uğraşıyorum. Taşın bir dili üslubu var. Taşın dilini iyi bilmezsen aklındaki ona anlatamazsan, kendini iyi ifade edemezsin.”

AHMED ARİF’İN OĞLU OLMAK NE DEMEKTİ?
“Hep Ahmed Arif’in çocuğu olduğumu bilerek büyüdüm. Eve gelip gidenler, onlarla konuşulanlar başka idi bilirdim. Bizimkiler de bir sıra dışılık vardı.

O kadar doluydu ki bu konuşmasına da yansırdı. Yumurta kırarken ki sözlerine dahi yansırdı. Bulgur pilavı yaparken dahi pilav kıvama gelmesi sanki insanın kıvama gelmesiymiş gibi anlatırdı. Konuşurken, bir takım küçük detayları araya serpiştirirdi. Bir de babamda hatırladığım hayata dair yorgunluğu olduğunu hiç hissetmedim. Kızardı da öylesi şeylere. “Ben sanatçı, ilerici, adamım. Umudun kendisi benim, bizim gibi adamlar” derdi. Umutsuzluk yasaktı onun için. Bir sanatçıya umutsuzluk yasak, “dünya rezalet de olabilir, ama sanatçı, şair umudun kendisidir” derdi.”

BABA OĞULUN EVRENSEL ANISI
“Venezuela Devleti için bir iki heykel yapmıştım. O dönemde Venezuela büyükelçisi bir tarihçiydi. Bir arkadaşım orada yayınlanacak bir dergi için babamın bir iki şiirini çevirmişti. Büyükelçi şiirleri okuyunca gözleri doldu. Babamın burada anlattığı dram okyanusun diğer yakasında da var aslında. Kendi gördüğü sıkıntıları dile getirse de Şilili de anlıyor. Nasıl ki Paplo Neruda’yı biz anlıyorsak, onlar da onu anlıyor. Dram da, sevgi de, aşk da hepsi evrensel.”

Pek çok işi kendisi yapardı, yapmayı da severdi. Doğal olarak dışarıda, esnafla iç içeydi, bütün mahallenin Ahmed Abisi idi.”

TOLSTOY’UN DAMADI AHMED ARİF’İN OĞLUYDU
Ahmed Arif’in oğlu Filinta Önal, eğitimine yurt dışında devam etmeye karar verir. Çeşitli ülkelerde bulunur. Eşi Natalie ile bu gezilerin birinde tanışır.

Eşini tarif ederken, “Onunla konuşurken Sokrat’la sohbet ediyor hissine kapılırsınız” diye söylemiştir.

“Natalie, 12 yaşında bir kütüphane bitirmiş, 16 yaşında diğerini. Yarım Türkçesi ile ’16 yaşında teyze olmuştum. Artık hayata dair her şeyi biliyordum’ dedi. Natalie’nin Türkçesi ilerlesin biz de daha çok ziyarete geliriz diye düşünürken Natalie ile ilgili bir diğer bilgi ile ikinci şoku yaşadık. Natalie, ünlü yazar Tolstoy’un genlerini taşıyordu. Tolstoy, Natalie’nin büyük dedesiydi.”

“HAYATIM BOYUNCA HİÇ YAZMADIM”
Hayatım boyunca hiç yazmadım. Hep taşlarla uğraştım. Benim hayatım onlar oldu. Büyük ve ulu ağaçları altında ot bitmezmiş. Belki Ahmed Arif’i gördükten sonra bilinçaltımda böyle bir şey oluştu. Onun gibi yazamamak korkusu egemen oldu diye düşünüyorum.

Hiç yazmadım. Sanırım denemeyeceğim de.”

“BUNU DAHA ONURLU BULDUM”
Ahmed Arif’in oğlu Filinta Önal, babasının neden tek bir kitap yazdığını şöyle açıklıyor:
“Tek kitabı olması konusunda çokça konuşuldu. Bu konu ile ilgili çok fazla şey söylendi. Tanıyan, tanımayan bir sürü insan zaman içerisinde anılar uydurmaya başlıyorlar, olmadık şeyler, şaşırıyoruz.
Hasretinden Prangalar Eskittim kitabı evet tek kitap. Aslına bakarsanız bu soruyu ben de babama çok sordum. Babam O kitabı çok uzun süreler içerisinde oluşturmuş, saf özgün bir ürün. Babam, “malzemeyi sulandırırsan belki on kitap çıkar buradan” derdi. Ama bu kadar dinamit gibi, net olmazdı o zaman. O yüzden hep, “Bunu daha onurlu buldum” derdi.
Ölmeden önce ikinci kitap olmak üzereydi. Kitabın tamamı zihnindeydi. Çok acıdır babamla yok oldu. Zihninde yazmıştı ve yok oldu. Kitabı yazıya dökemeden öldü.”

ŞİİRLERİNİ ZİHNİNDE YAZARDI
Ahmed Arif, şiirlerini biriktirmezdi. Oğluna göre Bunun sebebi yazdıklarından dolayı senelerce eziyet çekmesiydi. Hatta şiirleri birilerinin evinde bulunduğunda o insanların da başına olmadık işler geldiği için yazıya dökmemişti.
Belli ki yıllar içerisinde böyle bir yöntem geliştirmiş.
“Kafasında yazardı. Aslında zihninde 24 saat yazardı. Ama kağıda yazmıyordu. Sürekli düşünüyor, onunla yaşıyordu. Yolda yürürken bile sürekli şiir yazdığını söylerdi. Yolda ‘selam verdik görmedin’ diye bakkal, manav kızardı babama. Aslında o sırada zihninde şiir yazıyordu. İkinci kitap hep aklındaydı. Ama tamamlayıp, bitirdikten sonra yazılsın istedi.
Son dönemlerde biz de “yaz artık” diyorduk. Kalp hastasıydı. Güzel, çok yoğun şiirler vardı. Okurken duygulanıp sıkışıyordu. En sonunda, “yormayın beni, bir hafta sonra İstanbul’a gideceğim. İstanbul’da okuyacağım, orada kayda alınır, deşifresi yapılır, yazılır” dedi. Ama babam bir hafta daha yaşayamadı. Tüm külliyat zihninde gitti.”

Kaynak: Fikriyat

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz